"Toplum HDP'ye 'Hendek Siyaseti ile İlişkiniz Var, Bu İş Burada Bitsin' Dedi

Siyaset Bilimci Hasan Bülent Kahraman; dokunulmazlık üzerinden bir mağduriyetin, kaybettiği kitlenin HDP’ye dönüşünü sağlamayacağını söylüyor. Kahraman, siyasetteki yakın dönem gelişmeleri üzerine Al Jazeera'nın sorularını yanıtladı.

Kahraman, Türkiye’de insanların siyaseti sosyoloji deği, kültür üzerinden, kültürel sosyoloji üzerinden konuşmayı tercih ettiğini söylüyor. “Demokrat Parti, 1950’den sonra ‘Yol, köprü, baraj yapalım" deyince, CHP de "Laiklik, Batılılık yapalım’’ diye cevap getirdi. Bu büyük çelişki, sonunda AK Parti’nin büyük bir kitle partisi olarak bugünkü gücünü hazırladı” diyor.

Güncel konularda önemli tespitleri var.

Kahraman, HDP’nin yeniden bir çıkış yakalamasını, kaybettiği kitle ile yeniden buluşmasını mümkün görmüyor. Dokunulmazlık üzerinden bir mağduriyet ile de bunun sağlanamayacağı görüşünde. Kürt meselesi konusunda AK Parti’nin daha önce sahip olmadığı saha hakimiyeti ve moral üstünlüğüne sahip olduğunu, CHP’nin ise HDP konusunda politika üretemediğini söylüyor.

Kahraman, parti içinde genel başkanlık çekişmesinin sürdüğü MHP’nin ise hiçbir alanda bir projesi olmadığını, "Vatan bölünmez, şehitler ölmez" sloganı üzerinden devam eden bir parti olduğunu söylüyor.

"Hükümet saha hakimiyeti ve moral bakımından üst noktada"

Yakın geleceğin en önemli siyasi gelişmesi HDP’li milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması olacak. Bunun Kürt Sorunu açısından ne tür etkileri olur?

Şimdi şöyle düşünüyorum. 1990’lı yıllarda değiliz. Biz hafızamızın olmadığını düşünür ve söyleriz ama her olayı da geçmişteki bir olayla ya da ona atfen değerlendiririz. 1990’larda yaşananlar, bana göre her yönüyle trajikti. Faili meçhuller, 1990’lara damgasını vuran olaydı. DYP’nin başındaki Başbakan’ın acziyeti nedeniyle derin devlete, askere teslim olmuş, içinde sivil siyasetin bulunmadığı bir Kürt politikası vardı. Bu politikanın uzantısı olarak da Meclis’ten apar topar götürülen Kürt milletvekilleri vardı. Bugün öyle bir yerde değiliz. Dünya 20 senede değişti, Türkiye 20 senede dünyadan daha fazla değişti. Türkiye’deki değişim, dünyanın değişimine bir ayak uydurma çabasıydı, yani asker ve polis siyasetinin geriye itilip sivil ve demokratik siyasetin bu işlere hâkim olması gayretiydi. Burada önemli mesafeler kaydedildi. Unutmayalım ki, biz bir çözüm sürecinden geçtik geldik. Kürt tarafı, "Temmuz hadiseleri olmasaydı da bu çözüm masası dağıtılacaktı" diyor. İktidar tarafı da "Temmuz’daki o hamleler olmasaydı bu iş başka yöne giderdi" diyor. Onun da üstünden çok sular geçti. Türkiye iki seçimden geçti. Bunlardan birinde HDP daha öne çıktı, ötekinde geriledi. Ardından Kasım’dan içinde bulunduğumuz Nisan ayının sonuna kadar geçen sürede de olmayacak şeyler oldu. Hendek siyasetinin ne boyutlarda olduğunu gördük. Ona karşı sürdürülen mücadelenin ne kadar sert olabileceğini gördük.

Şimdi bu tarihin içinde bakınca, benim izleyebildiğim ve anlayabildiğim kadarıyla hükümet saha hakimiyeti ve moral bakımından da kendi tarihinin en yüksek noktasında bulunuyor. Kendi gözünden kendi açısından Kürt meselesine değil ama PKK meselesine bitti gözüyle bakıyor. PKK’ya büyük zayiat verildiği kanısında. Haziran, Kasım ve Nisan eşiklerine bakıldığı vakit gözüme çarpan şudur: PKK’nın önemli ölçüde geriletildiğini sezinleyebiliyorum. Daha önemli gördüğüm HDP’nin Temmuz’dan itibaren, Kasım’dan itibaren sürdürdüğü politika itibariyle yaşadığı sıkıntılar var. Şiddete dayalı siyaseti reddetmekten kaçınması, ikircikli davranması bu sonucu doğurmuştur.

HDP bunlardan nasıl etkilendi?

Bugün sesi soluğu duyulmayan ve sürecin içinde bulunmayan bir HDP var. Bunu kendi payıma, Türk siyaseti adına büyük bir kayıp olarak görüyorum.

Yaşayabileceğimiz en kötü hadiselerden birisi buydu ve böyle bir noktaya geldik.

Bunun altında yatan önemli bir neden daha var o neden de şu. PKK dediğimiz zaman biz bir tek monoblok bir örgüt var sanıyoruz. PKK içindeki demokrasi ve siyaset yanlısı olan kesim bugün aşılmıştır. Bunun içinde Öcalan var, Karayılan var, başkaları var. Kandil’de şiddet yanlısı olan kesim bu iç mücadeleyi kazanmıştır. Belki hükümetin de bu sonucun ortaya çıkmasında bir tesiri vardır. Öcalan’ı bir anlamda izole etmesi, politik anlamda paralize etmesi ile bu iş buraya kadar gelmiştir. Dolayısıyla bugün dokunulmazlıkların kaldırılması bütün bu yapının bir parçasıdır. Ben "HDP’lilerin Meclis’ten çıkmayız, gelir bizi alırlar" sözünün etkili olduğu kanısında değilim. Yani bugün kontrol büyük ölçüde Cumhurbaşkanı’nın elindedir. Cumhurbaşkanı bu konuda çok net bir tavır ortaya koymuştur. Demokratik siyaset yanlısı biri olarak maalesef diyeyim, bunun hukuki yolu neyse HDP’lileri o şekilde alıp -eğer öyle bir aşamaya gelinecekse - onun gereğini de yapar. Dokunulmazlık hadisesinin özünde HDP’nin yattığını sağır sultan bile duydu. Bu hadisede ben AK Parti’nin kendi moralitesi açısından kendisini taşıdığı kanısındayım. Ortaya koyduğu irade doğru yanlış, haklı haksız bunlar bir tarafa diğer iki partiyi patlattı.

''CHP felç olmuş durumda''

Kemal Kılıçdaroğlu zaten politik pozisyon alamayan birisi olarak ne yapacağını şaşırdı. Partisinin içindeki bazı eleştirileri, bazı karşı çıkmaları hiçe sayarak -muhtemelen de bu açıklamayı yaptığı an yaşadığı heyecana, telaşa kapılarak- "Biz de dokunulmazlıkların kaldırılmasına varız" dedi. HDP konusunda CHP politika üretemez durumda. Az önce söylediğim o moral ve saha hakimiyeti adımından dolayı CHP felç olmuş durumdadır. MHP ise aynı şekilde bu girişime destek vermek zorunda olan bir parti. O da Devlet Bahçeli’nin parti içindeki meşruiyetini ve gücünü, buraya vereceği destekten sağlama noktasında. Demek ki burada ekarte edilen HDP var. Kendi politikasını meşrulaştıramayan bir HDP ki diğer iki parti "Yapmayın, etmeyin, HDP siyasette, parlamentoda kalmalıdır, dokunulmazlıkların kaldırılması siyasete zarar verir’’ diyemiyor. Tam tersine HDP’ye destek anlamına gelecek şekilde dokunulmazlıklara karşı çıkarsa bunun kendilerini tahrip edeceğini, yok edeceğini düşünüp, korkup bu oluşuma destek veriyorlar.

Hükümet yönünden bahsettiğiniz moral ve saha hakimiyetinde, HDP’lilerin dokunulmazlıkları kaldırılırsa moral kısmı sıkıntıya girmez mi?

Hayır girmez. Bugün Hükümet ve Cumhrubaşkanı topluma Kürt Meselesi’nin ancak PKK’nın ortadan kaldırılmasından sonra meşru bir zeminde çözüleceği konusunda bir açıklama ve politika yaklaşımı içinde. Dolayısıyla da HDP ile PKK, toplum nezdinde irtibatlandırılmış olarak gösterilmiş durumdadırlar. Hele CHP ve MHP’nin "Biz varız" demesinden sonra, dokunulmazlıkların kaldırılmasının moral düzeyini düşürecek hiç bir boyutu olmaz.

''HDP pozisyon tayin edemedi''

Peki HDP’lilerin dokunulmazlıklarının kaldırması sizce memleket hayrına bir adım mıdır?

Hayır, hayır. Tamamen diyorum ki; keşke bu dokunulmazlıklar devam etse, keşke HDP Meclis’te kalsa da keşke bu sürse ama bakın siyasette, hele Türkiye gibi liderlik pozisyonlarının çok güçlü olduğu ülkelerde siyaset çok ince bir ameliyattır. Elinde sırık olmadan ip üstünde yürüyen bir cambazlık işidir. Siyaset popülizm denen olguyu ve o popülizmi kontrol eden siyasi iradeyi yok sayarak bir yere varılamaz. "HDP, özgürlükçü, siyasal demokratik bir parti olarak bulunsun ve çözüm onlarla birlikte ortaya çıksın" dedim. Haziran ayında bu meşruiyet vardı. Haziran’a kadar giden dönemde ateşkes var, çözüm masası kurulmuş, Dolmabahçe protokolü açıklanmış, tüm bunlar berheva edildi. HDP o zaman kendine pozisyon tayin edemediği için şimdi benim gibi bu tür sözler söyleyen insanların da pozisyonları hayli güçleşiyor.

''Toplum dokunulmazlıkların kaldırılmasını satın aldı''

HDP’lilerin dokunulmazlılıklarının kalkmamasından yanasınız, doğru mu anlıyorum?

Elbette ama bu dokunulmazlık artık terörle ilişkilendirilmiştir. Hiç sevmediğim bir tabir ama söylemek zorundayım: Toplum bunu satın almıştır. Toplum bunu böyle görüyor ve diyor ki; "Peki kardeşim madem öyledir, PKK ile, Kandil ile, hendek siyaseti ile ilişkiniz var, bu iş burada bitsin. Siz gidin yapabilen başka politika üreten biri gelsin.’’ Ben bunun Kürtlerin duygu dünyasında ruhsal dünyasında ne tür kırılmalar yaratacağını düşünebiliyorum fakat gene işte o moral kısmına dönecek olursak şunu da görüyorum: AK Parti muhafazakâr Kürtlerin oyunu aldı, geldi. Kürtlerin birinci partisi uzun bir süre AK Parti oldu. PKK’nın oradaki, bölgedeki kitle üstünde bir etkisi vardı. Ben bu hendek siyaseti ile birlikte gerçekten o desteğin de önemli ölçüde kırıldığı kanısındayım. Bakın şöyle düşünelim: Türkiye’de Kürtlerin tarih içinde donuklaştığı, Kürtlerin demokratik siyasetler talep etmeyeceği gibi bir yaklaşım tamamen yanlış ve geçersiz görünüyor. Onların siyasal bilinci çoğu zaman Orta Anadolu’da yaşayanların siyasal bilincinden daha yüksektir. Çünkü siyasete ihtiyaç duyuyor. O bakımından bu insanlar demokratik, meşru, sivil siyaseti bizden daha fazla isteyebilir. Bu perspektiften baktığım zaman ben bu son dönemde bu şehir savaşları, hendek politikaları nedeniyle PKK’dan koptukları demeyelim ama PKK ile aralarına bir mesafe ve soğukluk girdiğini, PKK’nın bu işi yönetemediğini, bu işi daha iyi yönetenin hapishanede yatan Abdullah Öcalan olduğunu, Abdullah Öcalan’ın daha demokratik siyaset yanlısı bir geçmişi bulunabileceğini -ne kadar açıktır bilmiyoruz ama- veya geleceğe dönük böyle bir pozisyonu olabileceğini düşünüyorlar.

''HDP artık daha fazlasını yapamaz''

HDP, dokunulmazlık üzerinden bir mağduriyet ile desteğini yitirdiğini söylediğiniz kitle ile yeniden buluşabilir mi?

Hayır, bu iş artık mağduriyetten hareketle sağlanacak bir meşruiyet meselesi değildir. Bu artık demokrasi üzerinden, şiddet dışı politikalar üstünden siyasete, politikaya dayalı yaklaşımlar üstünden sağlanacak bir meşruiyettir. Bunu yapabilir mi? Yapabilse yapardı. Demek ki burada onların da aşamadığı, ötesine geçemedikleri politik bir takım kısıtlamaları, barajları, limitleri var. Ben hayata daima olanlar, olabilenler üzerinden bakan biriyim. Bu bakımdan da daha fazlasını yapabilecekleri kanısında değilim.

''MHP kapalı örgüt sosyolojisi yaşıyor''

Yakın tarihin önemli gelişmelerinden biri de MHP’deki liderlik değişimi ihtimali. Lideri değişen bir MHP ne yapar?

O kadar zor bir soru ki bu. "Lider değişir" demek için kaç aşamayı atlayıp karar vermek lâzım. Bir kere Yargıtay ne diyecek? Kurultay yapılacak mı? Kurultayda adaylar, aday olabilecek mi? Çünkü Meral Akşener’in partiden ihracı söz konusu. O bakımdan MHP’de lider değişir mi? Dünyanın en zor sorusu.

O zaman sorum şu: MHP’de sorun liderlikte mi?

MHP, Türkiye’de benim yüzde 13 buçuk oy almasını anlamadığım bir partidir. Yüzde 13 buçuk oy, çok büyük bir oydur. Alınmışsa bir siyaset bilimci olarak bunun üzerine düşünmem lâzım. Bu konuda bulduğum bazı sonuçlar var, niye bu oy? Bir kaç sebep var. MHP yüzde 13 buçuk oy aldığı zaman, Türkiye’de Kürt meselesinin başka bir anlayışla, daha milliyetçi anlayışla eleştirisini yapan bir partiydi. Bunun bir tarihsel birikimi var. İkincisi MHP’ye oy veren kitleye bakmak lâzım, yine benim çözemediğim sorunlardan bir tanesidir bu. MHP, Türkiye’de modernleşmenin, hatta küreselleşmenin getirdiği toplumsal dönüşüme en kapalı kesimlerin siyasal reaksiyonunu kendinde biriktiren bir parti. Üçüncüsü şunu da söyleyeyim, Türkiye’de 1990’lardan itibaren, hele 2000’lerden itibaren yükselen bir muhafazakâr miliyetçi trend var. Bunun MHP açısından işlek olan bir etki alanı var. MHP gerçekten muhafazakâr muhafazakar bir parti, bununla şunu söylemek istiyorum. Türkiye’deki muhafazakâr hareket, aynı zamanda ilerlemeci modernleştirici bir harekettir; 1950’de Demokrat Parti’den beri olan bu "Nurlu ufuklar, büyük Türkiye, sanayileşmiş Türkiye, 2023 hedefi falan diyenler" sol partiler falan değil. Sol zaten bunları söyleyebilseydi, biz siyasi olarak bambaşka bir yerde olurduk. Hayır, bunları muhafazakâr partiler söylediler.

MHP’nin ise hiç bir alanda bir projesi yok. MHP, "Vatan bölünmez, şehitler ölmez" sloganı üzerinden devam eden bir partidir. MHP, kapalı örgüt sosyolojisi yaşayan bir partidir. Dışarı ile teması git gide azaldığı için, git gide daha fazla hiyerarşi içinde kaldığı için kendi iç sıkıntılarını yaşayan bir partiye döndü. Liderlik meselesi buradan doğdu. Yoksa liderlerin gelip de MHP’yi büyük bir ideoloji etrafında, büyük bir politika değişikliği etrafında dönüştürmesi mümkün değil. Zaten bu Türkiye’de çok işlemiş bir yöntem de değil. Türkiye’de bu şekilde dönüşen iki partiden söz edebiliriz. Bunun bir tanesi CHP dir. 1957’de başlayan bir hareket 15 sene sonra Ecevit hareketi olarak sonuç vermiştir ama 15 sene sürmüştür bu değişim. İkincisi Refah, Fazilet çizgisinden çıkan AK Parti hareketidir. O bakımdan AK Parti gibi bir büyük kütlenin çekim alanı olduğu dönemde MHP’nin ideolojik, politik bir değişimi söz konusu değil. MHP kendi içine kapalı kalmış bütün örgütlerde de "Ya bu iş olmuyor, baştakini değiştirirsek bu iş yürür" düşüncesiyle ortaya çıkmış adayların yarattığı bir çalkantıyı yaşıyor.

''MHP 'Fikirlerim iktidarda' dese yeridir''

Kimi görüşlere göre MHP’de kırsal ve kentli milliyetçilik çekişme halinde. Devlet Bahçeli’nin kentli milliyetçiliğe direndiği yorumları yapılıyor. Bu değerlendirmelere katılır mısınız?

Kent MHP’si dediğiniz hadisenin geçmişte çok karanlık yanları vardır. Devlet Bahçeli’nin en önemli fonksiyonlarından biri de o oldu. Çek mafyası işlerine giren kent MHP’liliğini temizleyerek buraya geldi. Onun için bugün böyle düşünülüyorsa buna katılırım. MHP, kentlere göç eden Orta Anadolulu insanlardan yine oy alabilir ama artık değişim dönüşüm olmaz. Kaldı ki Kürt meselesinin bu şekilde çözüldüğü dönemde MHP’nin artık iddiası da yok. MHP gerçekten şunu söylese yerindedir: "Benim fikirlerim iktidarda". "Dolmabahçe protokolü olmamalı" dedi olmadı; "Çözüm süreci bitsin" dedi, bitti. "Sonuna kadar savaş" dedi. İşte savaş. Burada MHP’ye tek bir alan kaldı. Şehit cenazelerini onlar kaldırıyordur. Bunun ötesinde bir şey yok. Bu da siyaset değildir. Bu da MHP’nin Türkiye’de siyasi güç olacağı anlamına gelmez. Siyaset biliminde üçüncü parti diye bir kavram vardır. MHP onu oynuyor mu? Bence oynamıyor. Kalkınma, büyüme, dönüşme boyutunu ihmâl eden hiçbir hareket başarılı olamaz. Bunun en trajik örneği Türkiye’deki sol partilerdir.

"Türkiye’de fiili olarak başkanlık yürüyor"

Biraz da iktidarı konuşursak. Bir tarafta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, diğer tarafta Başbakan Ahmet Davutoğlu. Bu durumun ikili bir yapı oluşturduğu iddiaları var. Sizin görüşünüz nedir?

İkili bir yapının doğal bir takım sebeplerden ötürü oluşmasını olağan karşılarım. Yani siyaset insanla yapılır. Siyaset yapan siyasetçi insan tabii ki hırsları, iddiaları, kendi subjektivitesi olan bir insandır. Bunlar olur. Ahmet Davutoğlu Başbakanlığa getirilmiştir, parti genel başkanı olmuştur. Partinin lideri de olmak ister. Bunu kontrollü yapabilir, kontrolsüz yapabilir. Tarih bunların örnekleriyle dolu. "Ben buraya geldim, buradan da gideceğim günü bekleyeyim" pek de demez insan. Bunları doğal insani tavırlar, tepkiler olarak görmek lâzım. Buradan devam eden bir ikilem olabilir ama bir şey söyleyeyim. Ne yapalım ki, AK Parti büyük bir kitle partisi olmakla bir lider partisi olmak realitesini iç içe yaşıyor. Yüzde 50’lerden 60’lardan bahsettiğimiz bir dönemde, AK Parti’de bu dinamizmi, bu hareketliliği yaratan çok büyük ölçüde Cumhurbaşkanı Erdoğan’dır. Erdoğan bunu çok açık bir biçimde söyledi, "Cumhurbaşkanını halk seçtiğinden beri anayasa değişmiştir. Mesele mevcut durumu Anayasa’ya uydurmakla sınırlıdır" demiştir. Bugün Türkiye’de fiili olarak başkanlık yürüyor. İstediğimiz kadar "Görmüyoruz" diyelim, istediğimiz kadar "Bu anayasa ihlâlidir" diyelim, istediğimiz kadar "Başkanlık sistemine hayır’’ diyelim, istediğimiz kadar "Anayasa değişmelidir, Anayasa değişmeden bunların yapılması gayri meşrudur" diyelim, ne dersek diyelim bugün bir lider var ve toplumdaki kitleler üzerinde çok etkili. Bir de onun sürdürdüğü kendine göre meşruiyetini gene Anayasa’dan alan bir icrai pozisyon var. Dolayısıyla bugün AK Parti’de ikili bir yapı söz konusu değil. Ha hazırlanıyordur, bunun için bir altyapı oluşuyordur, bunun için bir kırılma noktasına gelinecektir, o ayrı bir mevzudur. Bugün baktığımız zaman bu soruya zemin hazırlayacak dinamikleri ben de görüyorum yani çeşitli açıklamaların iki taraf bakımından çelişkili olması vs… Ama bunlar sonunda ne oluyor? Bir koreksiyon, bir düzeltme görüyor ve Cumhurbaşkanı’nın istediği mecrada devam ediyor. Basına bu konuları çok daha yakından takip eden insanların yaptığı açıklamalar yansıyor ortada bir gerilim vs. olduğu da görülüyor. Bunu insan, ister istemez düşünmek zorunda kalıyor ama siyasetin kendi dinamiği açısından bu aşılmayacak bir şey değil.

Şu andaki durumun kalıcı bir durum olmadığını, bir geçiş dönemi olduğunu düşünüyor musunuz?

Ben öyle görüyorum. Bu diyelim AK Parti’de daha ileri çatlamalara, daha ileri kırılıp dökülmelere yol açar mı onu bilemem. Bugünkü görüntü de bunların aşılacağı yolunda bir izlenim var.

''AK Parti’nin politika üretememesinin nedeni kendi çekirdeğine dönmesi''

Bu döneme ilişkin AK Parti’de bir politika üretme sıkıntısı görüyor musunuz?

Görüyorum. Hem de çok ciddi bir şekilde görüyorum. Bunu bugünün sorunu olarak görmüyorum. Buraya gelindi. 2007 seçimlerinden sonra ilk kırılmalar yaşandı. Bu AK Parti’nin benim tabirimle taşıyıcı koalisyon olma özelliği ile ilgili bir durumdur. Türkiye’de büyük kitle partileri Demokrat Parti, Adalet Partisi ve Anavatan Partisi, AK Parti bunlar hep yüzde 40’lar 50’ler düzeyinde oy almış partilerdir. Bunlar sadece kendi tabanları olarak yüzde 50 oy almaz. Bir partinin bir partizanları vardır, bir de sempatizanları vardır. Partiyi iktidara partizanlar değil, sempatizanlar taşır. O sempatizan miktarı ne kadar artarsa, parti o kadar büyük bir koalisyon partisine döner. Demokrat Parti kurulduğu zaman işçiler, işverenler, aydınlar, yazarlar, köylüler oraya oy verdi. Bu durum AK Parti için de geçerliydi. 2007’de özellikle böyle bir durum ortaya çıktı. Bu liberal geniş koalisyon dağılınca partiler politika üretmekte zorlanırlar. Sert çekirdekli ideolojilere sahip partilerin genel kitlesel destek gören politika üretimleri zayıflar. Daha büyük, daha kapsayıcı politikalar üretildiği zaman ancak büyük kitelelerle irtibat kurulur. AK Parti’de bugün politika üretilmemesi önemli ölçüde bu koalisyonun bırakılıp bu koalisyondan uzaklaşılıp daha kendi çekirdeğine, DNA’sına, kendi temel unsurlarına dönen bir politik hareket olduğu içindir. Bu parti içi mesele değildir, parti dışı meseledir.

''Yüzde 50 oy konjonktürel''

Bu söylediklerinize rağmen AK Parti’de bir erime değil aksine büyüme var. Son seçimde aldığı oy ortada. Bu nasıl oluyor?

Bu ikisi bir birini besleyen süreçlerdir. Son seçimde çok konjonktürel bir oy ortaya çıkmıştır. Benim kendimce önemli savlarımdan biri şudur: İnsanlar AK Parti’nin bir kaza kurşunu olduğunu zannettiler. Halbuki ben 2005’te yazdığım kitapta "Bu konjonktür partisi değildir’’ dedim. Bu ispatlandı. AK Parti, konjonktür partisi değil. AK Parti, Türkiye’deki tarihsel sosyolojinin, politik sosyolojinin ortaya çıkardığı bir sonuçtur ama konjonktürü en iyi kullanan, konjonktürden en iyi beslenen partidir. Kullanan dediğim zaman, konjonktürü en iyi manipüle eden parti olduğunu da söylüyorum. Siz, Haziran seçiminden mutlak iktidarı alamadan çıkmışsanız, Kasım seçimine gidip yüzde 50 almışsanız bu aradaki dönemi politik olarak manipüle ettiğiniz anlamına gelmez mi? Siyasetin meselesi bu. Nitekim Beyaz Türkler arasında yaşanan, bu artık nihilizme varmış yenilgi duygusunun sebebi de bu politika üretememek. O bakımdan konjonktürden çok etkileniyor ama bir konjonktür partisi değil. Yüzde 50 oy meselesini böyle açıklamak lâzım. Şu da bir açıklamadır ama korktuğum bir açıklamadır. Yani Türkiye’de daha dışlamaya dayalı yüzde 50’nin partisi olarak devam etmek. O yüzde 50’yi, yüzde 55’i konsolide ederek iktidarda kalan 55, 45’ten her zaman büyük olacak ve 45 de ikiye, üçe, beşe bölüneceği için büsbütün büyük olan bir AK Parti’den söz ediyorsak, bu bana göre AK parti’nin temel misyonuna, AK Parti’nin konjonktürel olmayan bir parti özelliğine çok aykırıdır. Bu politikada bizi daha zorlayıcı bir takım sonuçlar üretir.

''AK Parti yeni nesli özgürlükçü, liberal bir söylemle karşılamıyor''

Siyaset bilimci olarak toplumdaki yeni dinamikleri yakından takip ediyorsunuz. Toplumda muhafazakârların da ari olmadığı, tüm kesimleri etkileyen bir modernleşme süreci var. Köyler boşaldı, kentlerde yeni karşılaşma alanları var. Yeni dinamikler gelişiyor. Sizce AK Parti bu sosyolojik dönüşümlere yanıt verebiliyor mu? Bu değişimleri okuyabiliyor mu?

Asıl sorular bunlar. Maalesef Türkiye’de herkes günlük politika, siyasallaşmış siyaset konuştuğu için bunlar konuşulmuyor. Bu bence asıl meseledir. Yüzde 50 oy alan, yüzde 60’ı 70’i kontrol eden bir parti, var. Kontrol ettiği kitle nasıl bir kitle, nasıl bir toplum bunun analizini yapmak lâzım. Öyle görünüyor ki, AK Parti bunlara cevap üretiyor. Zaten başta dediğim gibi AK Parti modernleştirici, dönüştürücü bir parti olduğu için bu oyları aldı. Şimdi bunun çok önemli bazı nedenleri var. Eskiden "Merkez var, çevre var" derdik bu iş biterdi. Sonra ben başka bir kitapta bunun artık yeterli olmadığını, çünkü merkezde de bir çevre olduğunu, çevrede de bir merkez teşekkül ettiğini yazdım. İki politik çevre ile coğrafi çevre bazen üst üste çakışır bazen bir birinden ayrışır. Bugün çevredeki merkez ve merkezdeki çevre AK Parti’ye oy kazandırıyor. İki siyasal çevre ile yani bütün bu İttihat Terakki’den gelen Batılı, laik, elitist beyaz politikaların oluşturduğu merkezin dışında kalan politik çevre ile coğrafi çevre, yani İstanbul’un merkezi değil de İstanbul’un çevresi üstü üste çakışıyor ve AK Parti yi destekliyor. Bu çok önemli sonuçlar doğuran bir hadisedir. Bu parti hiçbir zaman neoliberal olmadı ama ben bunu insanlara kabul ettiremedim. Neoliberal olmayan bir partinin solumsu, yalancı sol politikası ortaya koyacağını ve bunun bu partiyi müthiş kitleselleştireceğini yazdım. Kimse bunları dinlemek istemedi. İnsanlar Türkiye’de siyaseti sosyoloji değil, kültür üzerinden, kültürel sosyoloji üzerinden konuşmayı tercih ediyorlar. Yani, Demokrat Parti Türkiye’yi 1950’den sonra sosyo-ekonomik temelde değiştirmeye çalışırken, CHP buna kültürel sosyoloji temelinde cevap verdi. Adam "Yol, köprü, baraj yapalım" deyince, bu da "Laiklik, Batılılık yapalım’’ diye cevap getirdi. Bu büyük çelişki, sonunda AK Parti’nin büyük bir kitle partisi olarak bugünkü gücünü hazırladı. Çünkü bunlar hem o kültürel sosyolojinin, dayatmacı hegemonik yanına karşı daha gelenekçi, daha konvansiyonel bir muhafazakâr anlayışla çıktılar. Hem de yol, köprü, baraj yapmaya devam ettiler.

O bakımdan burada sonuç 14 senedir devam etti. Bence aslında 1994’ten bu yana devam etti. Yerel seçimleri Refah Partisi'nin kazanmasından beri devam eden bir süreç bu. Nereye kadar geldi? Bu işte benim Gezi Parkı olayları sırasında yazdığım yazıya kadar geldi. O yazı tarihsel bir başlık taşıyor: "AK Parti, AK Parti’yi anlamak zorunda." Yani siz yeni bir kitle üretmişsiniz. Bu kitle muhafazakâr olsa bile modern bir kitle. Bu kitle muhafazakâr olsa bile küreselleşmenin neticelerini yaşayan bir kitle. Bu kitle muhafazakâr olsa bile modernitenin araçlarını kullanan ve o zihniyet içerisinde tasavvur, tahayyül eden bir kitle. Bunun talepleri farklı olacak. AK Parti ya bunlara demokratik, açılımcı politikalarla cevaplar verecek ve özgürleştirecek ya da daha muhafazakâr bir pozisyon alarak cevap verecek. Eğer bugün AK Parti’de bir ikilem varsa bu ikilemin özünü bu oluşturuyor. Ben size şimdi biraz zor bir şey söyleyeyim o da şu: Bence Recep Tayyip Erdoğan’ın kişiliğini ve politik kimliğini oluşturan çevreye ait unsurlarla Kasımpaşalı olması, futbolculuk yapmış olması, daha -tırnak içinde- delikanlı bir siyaset sürdürmesi, delikanlı dil kullanmasına rağmen daha baskıcı görünmesine rağmen -gene ben bunların kıyamet koparacağını biliyorum ama söyleyeyim- bu sosyolojiler açısından baktığınız zaman bunları yatay kesen bir politika üretti. Kullandığı dilin çok gündelik dil olması mesela. Ahmet Davutoğlu’na baktığım zaman akademisyen olmasından, Boğaziçi Üniversitesi’nde okumasından gelen özelliklerle daha elitist bir pozisyon taşıdığını görüyorum. Yine tırnak içinde söyleyeyim daha Kur'anî bir dille konuşuyor. "Biz dünyaya iyilik etmek için gelenlerdeniz" diyor. Mesela bu daha uhrevi, daha Kur'anî daha yukarıdan elitist bir dildir. Tayyip Bey böyle şeyler söylemedi. Tayyip Bey’in neler söylediğini herkes biliyor. Dolayısıyla Tayyip Bey çevre hareketinin hâlâ sembolü ve sürükleyicisi, Davutoğlu ise daha önce bu partinin daha önce hiç kullanmadığı bir jargon kullanan kişisi. O bakımdan şimdi bu yeni kitlelerin, 20-21 sene içinde doğan çocukların, 1994’te doğan çocuk bugün 22 yaşında; 2002'de doğan 14-15 yaşında sonraki seçimin seçmeni. Bu kitlelerin taleplerini kim karşılayacak? AK Parti’nin Gezi’den beri bunlarla zor ilişki kurduğunu düşünüyorum. Yani bunları daha özgürlükçü, daha liberal bir söylemle karşılamıyor. Belki Kürt Hareketi, belki uluslarası planda yalnızlaştırılmasına bağlı olarak bunları daha içe kapalı bir yaklaşımla karşılıyor ve o zaman kendi iç gerilimlerini ve çatırtılarını da yaşıyor. Bu hadiseleri böyle değerlendirmek lâzım.

Söylediklerinize göre Cumhurbaşkanı Erdoğan daha özgürlükçü, liberal bir açılım yapmazsa gelecekte sıkıntı yaşayacak diyorsunuz değil mi?

AK Parti olarak düşünelim Erdoğan meselesi değil. Bu AK Parti için geçerlidir. Ben CHP’de de aynı şeyi yaşadım. CHP, SHP dinamikleri içinde de yaşadım. Ne zaman bir parti içine dönüp dışına kapanırsa kendi güçlüklerini, kısıtlamalarını çelişkilerini sürtünmelerini yaşamaya başlar.

Şu an AK Parti bu bahsettiğiniz süreci mi yaşıyor?

Eğer daha fazla liberal politika üretmezse bunu yaşar. Bugün öyle bir nokta, AK Parti’de bir çatırtı vardır diye bir şey söylenebilir mi? Bu mânâsız bir şey olur ama ben yukarıdan bir siyaset analizi yapıyorum, onu devam ettirirse yaşar. Bu da Türkiye’nin aleyhine olur. Türkiye’de AK Parti hâlâ oyun kurucu parti, hâlâ siyaset üretici parti ve hâlâ sorun çözücü gündelik işleri yürütücü, icrai parti. Bundan dolayı tökezlerse Türkiye’nin başı belada. 2015 Haziran ayında Türkiye bunu idrak edince koşup yüzde 49 buçuk oy verdi bu partiye.

Röportaj Haberleri

“Suriye’ye geri dönüş tartışması, empati yoksunu ve yersiz”
Türkiyeli bir mücahid ile Suriye devrimi üzerine…
"Solun bir kısmı mezhepçilikten bir kısmı da İslam düşmanlığından Esed'i destekliyor"
Suriye'nin korku hapishaneleri: Sednaya, Tedmur ve Suriye’nin yeni hafızası
"Suriye devrimi Türkiye'nin de zaferidir!"