Tolstoy’u Tekrar Hatırlamak!

Tolstoy’u dönemin yazarları ve düşünürlerinden ayıran, ne batıcılarla ne de milliyetçilerle ortak bir payda da buluşmamasını sağlayan husus dönemin popüler felsefi-düşünsel akımları materyalizm ve ateizme karşı tepkili tavrı olmuştur.

Erkam Kuşçu’nun Nisan 2018 tarihinde Temmuz Dergisi’nde yayımlanan Arayışlar İçinde Bir Ruh: Lev Tolstoy isimli yazının düzenlenmiş halini tekrar yayınlıyoruz.

Hayatınızın bütün detaylarının sizin için hazırlanıp bir belgesel gibi önünüze konulduğu farazi bir tasarımda dahi mutlaka bir şeyler atlanılacaktır. Hatta belki en önemli kısımları gizemli bir şekilde unutturulmuş olacaktır. Bir insanın hayatı üzerine yazarken karşılaştığımız en büyük handikapta işte bu noktada başlıyor. Hele de Tolstoy gibi hayatı arayışlar ve mücadele ile örülmüş bir insandan bahsediyorsak bu engel iki katına çıkıyor. Ancak en azından bu arayış hikâyesinden bizim ne anladığımızı ifade etmek açısından yazmak, belki de işe yarayacaktır. Unutulmaması gereken önemli noktalardan birisi bu arayışın kendi içinde bir değeri olduğu bu sebeple fazla anlam yüklemenin hatalı bir yaklaşım olacağı gerçeğidir.

28 Ağustos 1828 tarihinde Moskova’ya 10 km uzaklıkta bir yerleşim yeri olan Yasnaya Polyana’da Kont Nikolay İlyiç Tolstoy’un beşinci çocuğu Lev dünyaya geldi. Doğduğu yer başkente yakın ancak taşra yaşantısının hâkim olduğu bir beldedir. Bizce, bu taşralılık hali ilerleyen yıllarda Tolstoy’un yapacağı tercihlerde son derece etkili olacaktır. Öncelikle doğa ile çocukluktan kurulan bu doğrusal bağ onun doğaya, modern kente karşı bir kurtuluş ve kaçış metaforu olarak hem eserlerinde hem düz yazılarında sıkça atıflar yapmasına sebeptir. Ailesinin vefatından sonra verimi az olmasına rağmen taşradaki bu arazinin kendisine kalmasını istemiştir.  Öğrenimine -tam olarak yapamasa da- Kazan’da başlayan Lev Tolstoy’un okul hayatı başarısızlıklar içerisinde geçmiş, memleketine geri dönerek aile mülkünün sorumluluğunu üstlenmiştir.

İlerleyen yaşlarında eğitimde gösterdiği başarısızlık aslında çocukluğundan itibaren özel hocalarından aldığı derslerde kendisini göstermeye başladı. O daha ziyade şiirsel ve dini olan ilgilenen bir çocuktu. Bu açıdan Fransız eğitmeni Prosper Saint Thomas’ın onu kardeşleriyle kıyaslayan şu gözlemi önemlidir: “Nikolay iyi niyetli ve yetenekli, Sergey yetenekli ama iyi niyetli değil, Dimitri iyi niyetli ama yetenekli değil, Lev ise ne iyi niyetli ne de yetenekli.1“ Tolstoy’un gençlik yılları oldukça hareketli geçti. İnanmadığı hatta iğrendiği nefsani eylemler içerisine giriyor ardından ise bunun vicdan azabı ile irkiliyordu. Birçok sefer, içki, kumar ve zinadan dolayı tövbeler etse, dahi bu günahları işlemeye neredeyse evleninceye kadar devam etti. Kız kardeşine yazdığı bir mektupta bu çelişkiyi şöyle dile getiriyor: Gerçek bir hödük gibi yaşıyorum… Akşam ahlak buyrukları yazıyorum, sonra da çingenelerin yanına koşuyorum. Tezatlarla dolu bu yaşantı içerisinde yaratıcısına karşı kendisini hep borçlu hisseden Lev Tolstoy, dönemin popüler lā-dіnі eğilimlerine karşı ise hep mesafeli oldu. Ahlaki açıdan en zayıf zamanlarında bile tanrı inancına sahip olan Tolstoy, ilerleyen yıllarda dünyayı tamamen bu inanma biçimi üzerine tesis etme gayretine girecekti.

Otuz dört yaşında Sofya Andreyavne ile evlendi. Eşi Sofya ondan epey küçüktü. Mütevazı ve ağırbaşlı bir kadın olan Sofya ile Tolstoy’un hayatı eski aşırılıklarından da arınacaktı. Artık daha farklı bir hayata gözlerini açan Lev Tolstoy özellikle devlet ve kilise ile çalkantılı bir süreç yaşamadan evvel tüm bunlardan habersiz, evliliğinin ertesi günü günlüğüne şunları yazdı: Sonsuz bir mutluluk… Tüm bunlar ancak hayat ile birlikte son bulabilir.

İvan Turgenyev, Batıcılar ve Slavcılar

Tolstoy’un düşünce dünyasını daha iyi anlamak için devrin en önemli edebiyatçılarından İvan Turgenyev ile ilişkisine yakından bakmak gerekiyor. Dönemin Rus edebiyatında Puşkin ve Gogol zirve olarak görülmekte, onlardan sonra edebiyat yapan herkes ya onlara karşın bunu yapmakta veya onlarla birlikte edebiyat ipini göğüslemektedir. Birçok yazar bu ikisinden sonra Rus edebiyatının düşüşe geçtiği ve artık eski günlerine ulaşamayacağı tezini paylaşırken, bir başka iki dev, Rusçanın ve dünya edebiyatının en önde gelen isimleri olacaklardır. Bu isimler şüphesiz: Dostoyevski ve Tolstoy’dur. İvan Turgenyev’in buradaki konumu ise ilk ikiden sonraki ikiliye geçişte ara bir dönem için -özellikle Duman romanı ile- zirveyi bir süreliğine elinde tutmasıdır.

Bir başka husus ise Turgenyev’in ideolojik olarak kendisini konumlandırdığı yer ile alakalıdır. Batıcılar ve Slavcılar isimlerinde de anlaşılacağı üzere Rusya’nın yaşadığı bunalım karşısından kurtuluşu iki farklı çarede arayan dönemin düşünsel ekolleridirler. Bir yanda Rusya’yı Batı ülkeleri karşısında geri kalmış bulan ve yeniden güçlenmesi için Batılıların yaptıklarından esinlenmesi gerektiğine inanan Batıcılar, bir diğer yanda ise Avrupa’nın sözde entelektüel üstünlüğünü inkâr eden ve Rusların yabancıları taklit ederek kurtuluş aramayacak kadar özgün bir halk olduğunu ileri süren Slavcılar.2 Turgenyev, Rus edebiyatı içerisinde Batıcı ekolün şüphesiz en önde gelen isimlerindendir. Bu ideolojik seçiminin bedelini uzun bir dönem sürgün hayatı yaşayarak ödemiştir. Onun Dostoyevski ile olan ilişkisini Puşkin Konuşması kitabından gayet iyi biliyoruz. Zaten Slavcı ekolün en önde gelen ismi olan Dostoyevski ideolojik tercihi dolayısıyla Turgenyev ve çevresine karşı oldukça mesafelidir.3 Peki, Lev Tolstoy’un Turgenyev ve Batıcı ekol ile olan ilişkisi nasıldır? En başında büyük bir hayranlık ile başlayan bu ilişki çalkantılı bir seyir izledi. Tolstoy’un ilk romanı olan Çocukluk romanına büyük ilgi gösteren Turgenyev, dostları aracılığıyla bu beğenisinin yazara ulaştırılmasını istedi. Dönemin en popüler yazarından böyle bir övgü tabi ki Tolstoy’u epey sevindirecektir. Tolstoy’un yayıncısı aracılığıyla tanışan ikili, Tolstoy’un başkentte geçireceği sürede Turgenyev’in evinde kalmasına karar verirler. Bir süre aynı evde beraber yaşayan iki yazar bu tecrübe esnasında ne kadar farklı iki adam olduklarının da farkına varacaklardır. Netice itibariyle batılı –özellikle Fransız tarzı- beğenilere ve fikirlere sahip olan Turgenyev, özünde taşralı dindar bir Rus olan Tolstoy’a samimiyetsiz ve ukala gelmeye başlar. Turgenyev’in bilimin geleceğine duyduğu inanç, Tolstoy’u rahatsız etmiş ve bu adamı daha önce nasıl bu kadar ilgi çekici bulduğuna şaşırır bir hale gelmiştir. Turgenyev’de mektuplaşmaları ve günlüklerinden anladığımız kadarıyla Tolstoy’u kaba ve bağnaz bulmaktadır. İkilinin düşünsel ve ruhsal olarak içine düştükleri ayrılık aslında her ikisinin de dünya görüşleri hakkında bizleri epeyce aydınlatmaktadır. Konumuz itibariyle Tolstoy’un Turgenyev tecrübesi üzerinden Batıcı ekibe karşı mesafe alması, daha genç yaşında olmasına ve düşünceleri olgunluk çağına erişmemesine rağmen temelde dini bir saik taşımaktadır diyebiliriz. Tolstoy daha önce de yazıda değindiğimiz tezatlar barındıran hayatına rağmen dini, yaşantısının merkezine almak noktasında gayet hassastır. Ancak Turgenyev için aynısını söylemek mümkün değildir.

Bu çalkantılı ilişki her şeye rağmen edebiyat gibi bir ortak paydayı taşıdığı için belirli bir düzeyde devam etti. Yan yana geldiklerinde hemen devlet, din, modernleşme gibi mevzularda (yer yer hakaretleşmeye varan) sıkı tartışmalar yaşayan ikilinin ilişkisi bir gün öyle bir raddeye vardı ki -aslında bir yanlış anlaşılmadan dolayı- birbirleriyle tam 17 sene görüşmediler. 17 sene boyunca ne bir yerde bir araya geldiler ne de mektuplaştılar. İlerleyen yıllarda Tolstoy evlenip tabiri caizse hayatı –en azından bir dönem için- sükûna erince Turgenyev’i affetmeye karar verdi. Bunu yaparken o dönem yoğun etkisi altında olduğu Ortodoks Hıristiyanlığın düşmanını sevme ve affedici olma öğüdünü esas alarak yapacaktı.4 Kendisini en fazla rahatsız eden insanı affederek iyi bir Hristiyan olacağını düşünen Tolstoy’un, bunu Turgenyev’e karşı yapması, Turgenyev ve onun dünya görüşüne dair fikirleri hakkında da önemli ipuçları vermektedir. Tolstoy, 17 yıl sonra Turgenyev’e mektup yazar ve artık kendisine küslük beslemediğini, onun kendisinden daha yüce gönüllü bir insan olarak çoktan kendisini affetmiş olacağını düşündüğünü belirterek görüşme isteğinde bulunur. Mektup karşısında şaşıran Turgenyev ise memnuniyetini belirtecek ve onu evinde ziyaret etme isteğini Tolstoy’a ilecektir.

Uzun senelerden sonra görüşecek olan ikili ilk başlarda iyi gittiler. Ancak şuradan buradan edebiyat ve felsefe üzerine yapılan sohbetlerde Tolstoy yavaş yavaş, Turgenyev’e karşı neden mesafe aldığını hatırlamaya başladı. …Turgenyev sanatı her şeyin üstünde tutuyordu. Onun açısından, Tanrı, ruhun kurtuluşu, öteki dünya anlamsız kavramlardı; aksine, güzellik kültü tüm bir yaşamı aydınlatabilirdi. Bu estetik hayranlığı, Lev Tolstoy’a uçarılığın zirvesi olarak görünüyordu. Karşısında, bakımlı, kibar ve geveze bir ihtiyar görünümünde, bir koltuğa oturmuş tam zıddını görüyordu. Sözcüklerin müziği, zihinsel eğlenceler, sahte kibarlık, Batı kültürü, kısacası iğrendiği ne varsa tek bir adamda toplanmıştı! Ah! Onu kovmamak için çaba göstermeliydi! İyi bir Hıristiyan olarak, sabrını Tanrı’ya vakfediyordu.5 Bu buluşma Turgenyev ve Tolstoy arasında kavganın yerini sükûnetin almasına aynı zamanda ise bu iki adamın asla bir araya gelemeyecek kadar farklı insanlar olduklarını anlamalarına sebep oldu. Gerçi bu durumun daha ziyade Tolstoy için geçerli olduğu söylenebilir. Tolstoy, artık Turgenyev için derin bir acı hissetmektedir sanki. Onu derinlikten ve samimiyetten yoksun bulmaktadır. Bir dostuna yazdığı mektupta konu ile alakalı şunları söyler: Turgenyev tekrar bize geldi, yine son derece kibar ve göz alıcı. Ama laf aramızda, suyu bir yerlerden gelen bir çeşmeyi andırıyor. İnsan sürekli o suyun tükenmesinden ve geriye bir şey kalmamasından endişeleniyor.

Uzun yıllar debdebeli bir şekilde devam eden bu ilişkinin geldiği son aşama Tolstoy açısından önemlidir. Zira artık yüzünü tamamen dini yaşantıya dönmüştür. Turgenyev üzerinden batıcılarla yaşadığı gerginliğin daha fazlası farklı açılardan milliyetçilerle de yaşanmıştır. Devlet’in,  dünyevileştirici, doğayı ve insanı yozlaştırıcı vasfına işaret eden Tolstoy, devlet fikrini güçlendirdiğinden hareketle milliyetçi fikirlere menfi yaklaşmaktadır. Vatanseverliğe Karşı isimli eseri onun sonraları Hıristiyan anarşizmi olarak ifade edilen düşüncelerini anlamak açısından epeyce veri sunmaktadır. Milliyetçi eğitimin ortaya çıkardığı körleşmeye karşı tenkitlerini dile getiren Tolstoy, alternatif eğitim için kendi köyünde bir okul bile açacaktır.6 Tolstoy’u dönemin yazarları ve düşünürlerinden ayıran, ne batıcılarla ne de milliyetçilerle ortak bir payda da buluşmamasını sağlayan husus dönemin popüler felsefi-düşünsel akımları materyalizm ve ateizme karşı tepkili tavrı olmuştur denilebilir. Her daim arayış içerisinden olan bu ruh için çabanın burada bittiğini söylemek mümkün müdür? Bundan sonra devlet ve kilise üzerinden çok daha esaslı bir din ve dindarlık arayışı içerisine giren Tolstoy’u aforoza kadar götürecek olan süreci son romanı olan Diriliş romanı7 çerçevesinde değerlendirmek lazımdır. Modernleşmenin ve “ilerlemenin” en hararetli günlerinde dünyaya “ölümden sonraki hayatı” hatırlatan Diriliş romanı, mecazın ötesinde hakiki arayışların içindeki insanı merkezine alır. Tolstoy’un tek düze bir aydın ve edebiyatçı olmanın çok ötesinde, dünyanın farklı bölgelerine ulaşan çabaları, özellikle Gandi ile olan ilişkisi gerçekten farklı boyutları muhtevasında barındırmaktadır. Bir dönem asker olan bir insanın, devleti ve onun ulusal sınırlarına hapsolmuş ideolojileri reddetmesi tabi ki İslam coğrafyasında da ilgi görecektir. Hindistan’daki batıni hareketlerden, Mısırlı âlim ve ıslahatçı düşünür Muhammed Abduh’a kadar…

Dipnotlar:

1- Henri Troyat, Lev Tolstoy, İletişim Yayınları, sf. 49

2- A.g.e sf. 183

3- Tabi ki bu durum bu ikilinin hiçbir şekilde irtibat halinde olmadıkları anlamına gelmez. Hazin bir olay olarak şunu aktarabiliriz ki, Dostoyevski ile Tolstoy’un yüzyüze görüşme ihtimallerini ortandan kaldıran kişi Henri Troyat’ın aktardıklarına göre Turgenyev’dir. Dostoyevski, Moskova’ya geldiği bir tarihte Tolstoy’u ziyaret etmek ister ancak o dönem düşünsel açıdan hareketli günler geçiren Tolstoy’un “tamamen delirdiğini” ifade eden Turgenyev, Dostoyevski’yi yolundan döndürür. Bundan kısa bir süre sonra da Dostoyevski ölecektir. Sırf bu yüzden bile Turgenyev’e ne desek haklı değil miyiz?

4- Dağ Vaazı’nda yer alan beş öğüdü Tolstoy çok önemsemektedir. Diriliş kitabında da bu öğütlerden bahseder. Bu öğütlerden beşincisi şöyledir: “Siz düşmanlarınızı sevin ve size zulmedenler için dua edin.”(Matta 5:44)

5- Henri Troyat, Lev Tolstoy, İletişim Yayınları, sf. 534

6- “Genç kuşağı öyle eğitmeliyiz ki, bugün yalanla dolu milli tarihlerde, resimlerde, anıtlarda, ders kitaplarında, makalelerde, şiirlerde, vaazlarda ve aptal milli marşlarda yapılan şey budalalık olarak görülsün.” Vatanseverliğe Karşı isimli kitabından…

7- Buradaki diriliş, ölümden sonra hayat anlamında “Vel Bâ'su Ba'del Mevt” şeklinde anlaşılabilir. Kitabın Türkçeye ilk tercümesi de bu isimle yapılmıştır.

Yorum Analiz Haberleri

Sosyal medyanın aptallaştırdığı insan modeli
Dünyevileşme ve yalnızlık
Cuma hutbelerindeki prangalar kırılsın
Batı destekli spor projeleri neye hizmet ediyor?
Kemalizm’e has bu Laiklik Fransa’da bile yok!