Gemide ilginç simalar vardı. Bunlardan birisi de Haksöz çevresinden olan İbrahim Sediyani adlı arkadaştı. Adını Arayan Coğrafya adlı eserini kitapçılarda görmüştüm. Yani gıyabında tanıyor gibiydim.
Kitabında, genelde dünya coğrafyasında ve özelde bizim coğrafyamızda adları değiştirilen mekanların çetelesini tutmuş ve bu ad değiştirmelerin mantığını yakalamaya ve anlatmaya çalışıyordu. Sediyani gibi aramızda çok sayıda müellif ve yazar/çizer arkadaş vardı. Hepsini tanımamız ve aklımızda tutmamız adeta imkansız bir şey. Henüz dördüncü güne girmeden önce olmalı İbrahim Sediyani benimle Haksöz sitesi adına bir söyleşi yaptı ve bu söyleşi mezkur sitede yayınlandı. Ben başlık olarak ‘bindik bir alamete gidiyoruz Gazze’ye’ demiştim. Bu bir öngörüydü ve isabetli olduğu saatler sonra ortaya çıktı. Gelelim esir alındıktan sonra gemideki seyrü seferimize. Yeniden şeridi geriye doğru saracak olursak; saatlerce güneş altında tutulduktan ve zoraki seyahatten sonra nedense gazeteciler öne çıksın dediler. Galiba güvertenin benim bulunduğum cenahta pek kıpırdama olmadı. Ben öne doğru yürüdüm. İleriye çıkanlardan belge soruyorlardı. Ben de ellerim bağlı olmakla birlikte boynumdaki mahfazaya işaret ettim ve mahfazada pasaport ve kimliğim vardı. Baktılar gazeteciliğime dair karine ve belgeler var. Ellerimi çözdüler ve aşağıya indirdiler. Böylece geçici de olsa plastik kelepçelerden kurtulmuş olduk. Yeniden salona geri dönmüştük. Burası daha önce ilk geldiğim salonun tam karşısına düşüyordu ve burada Ahmet Varol ve Raid Salah ve Karluchi gibi zevat ikamet ediyordu. Aşağıya geldiğimde neredeyse salonun büyük kısmı dolu idi. İhtiyarlar heyeti burada kümelenmiş ve yuvalanmıştı.
¥
Cezayirli milletvekillerinin yanına düştük ve onlar bana Şeyh Ahmet Yasin’in İsrail’in sonuyla alakalı öngörülerini sordular, ben de bildiğimi söyledim. Belki Mavi Marmara gemisi bu öngörüleri daha da hızlandırmıştı. İsrail’in sonu hakkında Es’ad Beyud Temimi gibi zevat daha önce kitaplar yazmışlardı. Söz konusu kitap Muharrem Tan imzasıyla Türkçe’ye de çevrilmiştir. Buna benzer çok sayıda eser yazılmıştır. Ahmet Yasin bu tarz bir eser yazmamakla birlikte Kur’an’a dayalı istihraçlarla 2010 ile 2025 yılları arasında İsrail’in sonuyla alakalı üç tarih vermiştir. Şeyh Ahmet Yasin’in bu alandaki öngörüleri çok iştihar etmiş ve vaktiyle Newyork Times gibi gazeteler de Şeyh’in bu görüşlerini yayınlamışlardı. Gemide ellerimiz çözüldükten sonra Cezayir’li vekil ve yine Cezayirli yolcularla bunları mütalaa ettik. Bu yöndeki inancımız bir kez daha kuvvet bulmuş ve pekişmiş oldu. Salona indikten sonra arkadaşlardan bazılarının elleri hâlâ bağlıydı. Demek ki onlar da güverteden indirilmişler, lakin elleri kelepçeli kalmıştı. Nedeni, belki de gazeteci, yaşlı olmamaları veya biraz da genç ve cüsseli görünmeleri olabilir. Bizim karşı koltuk grubunda bazı Pakistanlı arkadaşlar oturuyorlardı. Nasıl olduysa bazı İsrailli askerlerle onların göz göze gelmesi sonucu berikiler Pakistanlı arkadaşların alnında lazer taraması yapmışlardı. Bu açıkça bir tehditti. Oturuşlarını veya kalkışlarını beğenmediklerine böyle keyfi muamele yapabiliyorlardı. İçeriye girdiğimizde her şey savrulmuştu ve yiyecekler içecekler ve eşyalar öteye beriye atılmışlardı. Bu arada nasıl olduysa bazı arkadaşların eline tırnak makası geçmişti ve hâlâ elleri kelepçeli olan arkadaşlardan bir ikisi bu tırnak makasıyla birlikte ellerini kelepçelerden kurtarmışlardı. Lakin biraz ötemizdeki bir koltuk grubunda oturanların halinden şüphelenen İsrail askerleri derhal onları tahliye etmişler ve yerlerinde arama yapmışlardı. Tırnak makasını ele geçirmişlerdi. Daha sonrasında tahliye edilenler yerlerine oturtuldular. Askerler geçit merasiminde gibiydiler. Bizi sindirmeye gayret ediyorlardı. Sık sık nöbet devri oluyor, sert ve haşin muamele devam ediyordu. Tuvalete abdest bozmaya ve almaya gidiyorduk. Oradaki muameleleri de sert oluyordu. Bununla birlikte namazlarımızı aksatmadan kıldık. İyi ki yanımıza Kahramanmaraş’tan Nuri Yıldız öğretmen düşmüştü. Bu gibi sıkıcı hallerde herkese lazım. Onun gibiler bir ilaç. Sıkmayan esprileriyle ve Arapların ‘hafif ed dem’ diye tabir ettikleri kasvet gideren nüktedanlığıyla yolculuğumuzun ağırlığını üzerimizden alıyordu. Bizim bulunduğumuz koltuk takımı cephanelik gibiydi. Birçok stok yiyecek içecek ve su vardı. Bazı homurdanmalar olduysa da Nuri Yıldız hepsini koltuklara taksim etti ve isteyene elden fırlatma yoluyla açılmış saçılmış nevaleleri ulaştırdı. Bazıları yaptığı işin uygun olmadığını ve bunların Gazze’ye dağıtılmak üzere stoklandığını söylüyorlardı. Ben de Nuri Yıldız’ın sözcülüğünü yaparak açılmış saçılmış olan yiyeceklerin ziyan olacaklarını ve dolayısıyla bu halde iken yolcuların bunları tüketmesinde bir mahzur olmadığını söylüyordum. Hatta en iyi değerlendirmenin bu yolla olacağını anlatıyordum. Neticede en çok itiraz Arap cenahından geliyordu lakin sonunda benim bakış açımı kabullendiler ve tasvip ettiler. Nuri Yıldız hep böyle neşe saçtı lakin kötümsergiller familyasından bir gemici tayfası onun bu dünya umurunda olmayan haline gıpta etmek bir yana celallenmişti, o da bu yüzden bir ara nüktelerine ara verdi.
Lakin gemiden sonra uçakta bir gün Maraş dondurması ısmarlaması üzerine anlaştık. Elbette henüz Maraş’a deniz getirilmediği için herhalde oraya uçakla gideriz. Gemi derken elbette Trabzonlu Mavi Marmara’nın eski mürettebatından Süleyman Özcan’ı anlatmamak, gemiyi ve yaşardıklarımızı yarım anlatmak olur.
VAKİT