Taha Kılınç’ın konuyla ilgili bugünkü Yeni Şafak’ta (17.06.17) yayınlanan yazısı şöyle:
Tiran ve Sanafir Sadece Ada Değil
Mısır, 2013’te ülkenin demokratik şekilde seçilen ilk cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin askeri darbeyle devrilmesinden bu yana en gergin günlerini yaşıyor. Gerilimin sebebi, Sina Yarımadası’nın doğusunda yer alan Tiran ve Sanafir adlı iki adanın, Suudi Arabistan’a devredilmesi. Abdulfettah Sisi yönetimi bunun bir “emaneti geri verme” olduğunu savunsa da, ülke çapındaki milyonlarca kızgın protestocu, Mısır topraklarının ‘satıldığı’ kanaatinde. Parlamentodan sokaklara, her yerde öfkeli gösterileri ve ateşli sloganlar atan insanları görmek mümkün. Hepsinin de ağzında aynı cümle: “Tiran ve Sanafir, Mısır’a aittir!”
Mısır’la Suudi Arabistan arasındaki ada tartışmasının mazisi oldukça eski. Kızıldeniz’in kuzey ucundaki iki körfezden Akabe’nin denize açıldığı noktada yer alan Tiran ve Sanafir, 1950’ye kadar Suudi Arabistan’ın kontrolü altındaydı. İsrail’in kurulmasıyla birlikte bölgedeki Arap topraklarına saldırılar başlayınca, dönemin Suudi Arabistan Kralı Abdulaziz, Tiran ve Sanafir’i Mısır’ın himayesine bıraktı. Kral Abdulaziz’le Mısır Kralı Faruk arasında varılan mutabakata göre, adalar Mısır donanması tarafından İsrail’in tehditlerine karşı korunacaktı.
Mısır’ın sonraki yöneticileri Muhammed Enver Sedat ve Muhammed Husni Mubarek de, çeşitli zamanlarda yaptıkları resmi açıklamalarla adaların Suudi Arabistan’a ait olduğunu teyit etti. 1979’da Mısır’la İsrail arasında imzalanan Camp David Anlaşması uyarınca İsrail’in Sina Yarımadası’ndan tamamen çekilmesi gerektiğinden, adaların Suudi Arabistan’a devri de geciktirildi. Riyad ve Kahire yönetimleri, anlaşmanın uygulanmasından önce adaların devri durumunda, İsrail’in buraları “üçüncü bir ülkenin toprağı” olarak değerlendirip işgal edeceğinden çekiniyordu. Böylece 1982’ye kadar ertelenen devir-teslim, çeşitli nedenlerle günümüze kadar gerçekleşememiş oldu.
2015 başında tahta oturan Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdulaziz’in geçtiğimiz yılın nisan ayında Mısır’a yaptığı ziyarette, adalar konusu resmen çözüme kavuşturuldu. İki ülke arasında imzalanan anlaşmayla, Tiran ve Sanafir adalarının Suudi tarafına devri kesinleştirildi, Mısır’a da bunun karşılığında en az 25 milyar dolarlık bir yatırım, ekonomik destek ve hibe sözü verildi. Anlaşma kapsamında, adalar üzerinden, Sina Yarımadası’yla Suudi Arabistan’ın birbirine karayoluyla bağlanması üzerinde de görüş birliğine varıldı.
Mısır yönetimi, Suudi Arabistan’la özellikle Suriye meselesi yüzünden yaşadığı gerginlik nedeniyle, anlaşmanın yürürlüğe konmasını bir yıldan fazla geciktirdi. Hükümet konuyu önce basının oldukça eleştirel biçimde tartışmasını ve aleyhte kamuoyu oluşmasını sağladı; ardından mahkemeler anlaşmayı geçersiz sayan kararlar aldılar. Ancak sonrasında Kahire ile Riyad yeniden birbirine yaklaşınca, bu defa Sisi iktidarı adaların devriyle ilgili kanunu hızlıca meclisten geçirdi ve resmileştirdi.
Basına yansıyan ayrıntılara göre, anlaşmadan önce İsrail özel olarak bilgilendirildi. Akabe Körfezi’nden serbest geçiş, İsrail açısından oldukça hayati bir mevzu, çünkü Eylat Limanı’nın Kızıldeniz’le bağlantısı buradan gerçekleşiyor. 1957 ve 1967’de adaları iki kez işgale yeltenen İsrail, Camp David Anlaşması’yla birlikte adaların kullanılarak Kızıldeniz’e erişiminin engellenmesine dair endişelerinden de kurtulmuştu. Adaların Suudi Arabistan’a devriyle birlikte yeniden erişim riskinin doğmaması için, İsrail’e güvence verildiği belirtiliyor.
İsrail gazetesi Haaretz’in kıdemli Ortadoğu analistlerinden Zvi Bar’el’in yorumuna göre, Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Adil el Cubeyr’in “Adalarla ilgili olarak, Mısır’ın imzaladığı uluslararası bütün anlaşmalara saygılı olacağız” açıklaması, Camp David’in Riyad tarafından zımnen tanınması anlamına geliyor. Enver Sedat’ın Camp David’e imza atmasının Arap dünyasında doğurduğu öfkeyi düşününce, 30 küsur sene sonra gelinen nokta elbette dikkat çekici.
Tiran ve Sanafir’in devrinden sonra Suudi Arabistan’ın adaları askeri amaçlarla kullanmayacağı konusunda Mısır ve İsrail’e teminat verdiği de kaydediliyor. Tiran adasında hâlen ABD’nin öncülüğünde bir ‘barış gücü’ konuşlanmış durumunda. Bu birliğin akıbeti de muhtemelen Suudi Arabistan’ın vereceği karar doğrultusunda belli olacak; ancak bilhassa ABD ile yeniden başlayan yakın münasebetler çerçevesinde mevcut durumun korunabileceği de düşünülüyor.
Mısır’la Suudi Arabistan arasındaki ada diplomasisini, son haftalarda Ortadoğu’nun en sıcak konusu olan Katar ablukasıyla birlikte düşününce, Riyad-Tel Aviv ilişkilerinde yeni bir diyalog penceresinin daha açıldığı söylenebilir. Katar’ın Müslüman Kardeşler ve Hamas üzerinden sıkıştırılması en çok İsrail’i sevindirmişti malum. Şimdi, Suudi Arabistan ve İsrail’in yakından istişare etmek durumunda kalacağı yeni bir bölgesel ortak payda meydana çıkmış görünüyor.
Tüm bunların üzerine Mısır, İsrail, Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ın Akdeniz’de üzerinde çalıştıkları devasa doğalgaz yataklarını eklediğimizde, Katar kuşatmasının bir başka boyutunun ipuçlarına daha ulaşmamız mümkün. Meselenin sırrı belki de Suudi Arabistan Savunma Bakanı Prens Muhammed bin Selman’ın “Ortadoğu’yu Avrupa’ya bağlayacak alternatif bir rota oluşturacağız” cümlesinde gizlidir.