PKK’nın Siirt’te düzenlediği saldırıda dört genç kadının yaşamlarını yitirmeleri üzerine, şiddet ve ölümler karşısında suskunluğa bürünen BDP’den bir biri ardına açıklamalar geldi. İlk yazılı açıklamayı, Taraf gazetesine bir yazı gönderen Altan Tan yaptı. Ardından BDP lideri Selahattin Demirtaş ve son olarak da Selim Sadak açıklama yaptılar.
Her üç açıklama da kamuoyunun bir bölümünde “büyük bir heyecan” yarattı. Yapılan açıklamaları, kullanılan kelimeleri, satır aralarındaki mesajları, zamanlamayı düşündükçe, aklıma sadece ve sadece iki kelimeden başka bir şey gelmedi; “Timsah gözyaşları.”
Altan Tan, uzun bir dönemdir siyasete girmek, Ankara’ya adım atmak için çalmadık kapı bırakmayanlardan. Önce Erbakan’ın Refah Partisi’yle flört yaptı. Ardından Susurluk’un, derin devletin karanlık yüzü Mehmet Ağar’ın partisinden aday olabilmek için bazı isimleri araya soktu. Olmayınca, AK Parti’ye yanaştı. Uzun bir süre bu partide belediye başkanlığı ve milletvekilliği bekledi. Olmayınca da “Ferman padişahınsa dağlar bizimdir” çıkışıyla, BDP’de siyasete hızlı bir giriş yaptı.
Seçim öncesi söylemleri, eski yoldaşlarına eleştirileriyle dikkatleri üzerine çekti. Silvan saldırısı ise kendisi açısından tam bir kırılma ânı oldu. PKK’nın Silvan, Yüksekova’yla başlayıp bir biri ardına devam eden saldırılarıyla suskunluğu tercih etti. İnzivaya çekildi.
Altan Tan önceki gün Taraf’ta yayımlanan yazısına işte bu suskunluğun verdiği mahcubiyeti göstermemeye çalışan bir üslupla başladı. Ön alma niyetli, suskunluğuna bazı gerekçeler de hazırlamıştı; “Söz uçar, yazı kalır diyenler çok doğru söylemişler. Onun içindir ki Ramazan ayı boyunca ve sonrasında bayram süresince ara verdiğim değerlendirmelerime sözlü olarak değil, yazılı olarak başlamak istedim.”
“Ötekilerin” ölümleri karşısında susan Tan, “söz-yazı” retoriğiyle kendine bir çıkış kapısı aralamış, “sözlü olarak değil” kelime oyunuyla da araladığı kapıdan içeri girmişti. Buna Doğu’da “Şark kurnazlığı” diyorlardı.
Yazısına bu sözlerle başlayan Tan, uzun bir AK Parti, BDP, PKK analizinden sonra vermek istediği asıl mesajı şu satırlarla verdi; “Kurşun mutlaka adres sormalıdır. ADRES SORMAYAN KURŞUN KATİLDİR... Adres sormayan, soramayan her kurşun TERÖRİSTTİR. Kürtlerin en büyük güçleri mazlumiyetleri ve haklılıklarıdır. Mazlum zalimler gibi davranmaya başladığı an bütün gücünü kaybeder. Kamuoyu vicdanında kabul görmeyen, masum insanlara zarar veren her türlü eylem terör eylemidir. ‘Savaşın da’ ‘barışın da’ bir hukuku olmalıdır.”
Benzer bir açıklamayı Tan gibi Selahattin Demirtaş da önceki gün yaptı. Demirtaş, Radikal’den Deniz Zeyrek’e “Siviller ölüyor. Bu kabul edilemez. En kanlı savaşın bile bir hukuku var. Ahlaki boyutu var” dedi.
Yapılan açıklamalar ilk bakışta kulağa hoş geliyor. Ancak söyleyenlerin geçmişine ve zamanlamasına bakınca doğrusu benim aklıma “Timsah gözyaşlarından” başka kelimeler gelmiyor.
Şimdi, Tan, Demirtaş üzerinden benzer açıklamalar yapan, BDP’liler ve bu partiye yakın Kürtlere soruyorum.
PKK’nın Şırnak’ta yaptığı katliamda, BDP’ye yakın isimler, kadınlar ve de “sizin Kürtleriniz” öldürülmemiş olsaydı, bu açıklamaları yine yapacak mıydınız? Savaşın hukukundan bahsedecek miydiniz? Adres sormayan kurşundan söz edecek miydiniz? Ya da ölenler “öteki siviller”, polis, asker eşleri, çocukları olsaydı yine aynı tepkiyi verecek miydiniz?
İsterseniz, “Silahlar sussun, ölümler dursun” bağlamındaki ikiyüzlü açıklamaları bir tarafa bırakarak, sizin yerinize bu sorulara cevap vereyim;
Hiç sanmıyorum...
Ne açıklama yapacaktınız, ne konuşacaktınız, ne de ölümlere tepki koyacaktınız.
Nereden mi biliyorum...
Çok uzağa gitmeden, son üç aydır bölgede yaşanan ölümlere, sizin tepkisizliğinize bakıyorum...
Yüksekova’da iki uzman çavuş sokak ortasında ensesinden vurulurken sustunuz da oradan biliyorum...
Sahi o gün neredeydiniz? Neden sustunuz? O iki uzman çavuşu, Şırnaklı dört masum kadından ayıran özellik neydi?
Halı sahada öldürülen polis ve sivil eşine ne demeli...
Öldürülen polis de aslında sivil değil miydi? Peki, öldürülen eş...
Uzaktan kumandalı mayınlarla polis, asker öldürülürken, “ötekiler” için kurşun adres sormazken niye susmuştunuz...
Sahi bütün bu ölümler, katliamlar kamuoyu vicdanında kabul görmüştü de bizim mi haberimiz olmamıştı? Suskunluğunuz bu yüzden miydi?
“Savaşın bir hukuku var” demişsiniz. Çok doğru...
Savaşın hukuku olduğu kadar insanlığın da bir vicdanı ve onuru var...
Ve o vicdan...
Ve o onur...
Ölümleri, “sivil, asker, militan, gerilla, öteki” diye ayırmaz... Ölümlere aynı tepkiyi verir...
Ve o vicdan... Ve o onur...
Hiçbir zaman “Kurşun mutlaka adres sormalıdır. Adres sormayan kurşun katildir” saçmalığı yapmaz...
mbaransu@gmail.com
TARAF