Tetikteki parmak kimin ve hayatın azizliğini ancak biz öldürülünce mi ha

SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

secakirgil@yahoo.com

9 Aralık 09 günü, Tokat- Reşadiye kırsalında 7 asker öldürüldü, 4-5 tanesi de yaralı..

Elbette acı veren bir haber.. Ve işin içinde nice yeni kanlı oyunlar, entrikalar olduğunu çağrıştıran, yığınla sualler beraberinde..

Aynı gün, , okulundan evine dönmek üzere, 21 Kasım akşamı bindiği belediye otobüsüne, İstanbul’daki kanunsuz göstericilerce, ‘molotof kokteyli’ denilen yanıcı madde atılmasıyla  ağır şekilde yanan 16-17 yaşında, Serab Eser isminde bir hanım kız da can veriyordu..

Ve Başbakan Tayyîb Erdoğan, bu acı haberleri Washington yolunda aldı ve ızdırabı,  sıkıntısı, Amerikan Başkanı Barack Huseyn Obama ile görüşmesi sırasında yüzündeki çizgilere de yansıyor ve Obama da konuşmasında, ‘Tokat’ta öldürülen askerleriniz için başsağlığı diliyorum..’  demeyi ihmal etmiyordu..

Ülkemiz halkının çeşitli kesimlerinde de, bu haberler o tetikleri çekenler dışında hemen herkesin yüreklerini dağlamıştır, kesinlikle..

*

Bu gibi acı hadise ve haberler karşısında, herbirimiz bazen çok insanî düşünür veya öyle düşündüğümüzü düşünürüz..

Ne var ki, iğne ancak bizzat bize battığında feryadı daha bir koyveririz; ötekilerin acısını ise, pek umursamayız..

Kendi içimizde, 75 milyonluk bir ülkede, birkaç kişi can verince, doldurulmuş duygularla öyle tepkiler geliyoruz ki, nicelerimizin duyguları, akan kanlar için daha fazla kan akıtmak duygusuyla, kinle, gayzla daha bir kabarıyor, köpürüyor.. Gördüğümüz kan bize öyle bir korku veriyor ki, onu daha fazla kanla yıkamak ister gibi bir hale düşüyoruz.. (Bu bir tuhaf hal olmalı ki, trafik kazalarında da öyle oluyor.. Hele de bayram ve tatil günlerinde yollar kan gölüne dönüyor ve bu kanlar topluma daha dikkatli davranmak  insiyakı yerine, daha fazla kazâlara kucak açmak gibi bir davranış çarpıklığı veriyor.. Ve daha da ilginç olanı, yüzlerce kişinin bu kazalarda can vermesi, toplumda hiçbir olumlu tepki uyandırmıyor..) 

Dünyadaki acı gelişmeler karşısında ise, sadece bir vah-vahh çekiyoruz..

Keşke, insan hayatının azizliğini her zaman kavrayabilsek..

*

Yakın çevremizde kan gövdeyi götürürken, bizde olanlar henüz ne ki?

 

Şöyle bir bakalım, etrafımıza; bırakalım uzak diyarları..

Yüzlerce insan bombalamalarda, iç karışıklarda can veriyor..

O toplumların bu acılara nasıl tahammül ettiğini düşünmüyoruz bile..

Rusya’da son haftalarda meydana gelen ve hareket halindeki trenlere yönelik  bombalamaların sonuncusunda 50’ye yakın insan ölürken, geçen hafta da, bir eğlence merkezinde sebebi henüz kesin olarak belirlenemiyen yangında ölenlerin sayısı 120’yi geçmiş bulunuyor..

İnsan kayıpları karşısında acı duymak ise, onlar da insandı.. Ama, umursamadık bile..

Başkaları da sizin acılarınızı umursamayıcaktır..

Halbuki benzer kayıplar, kendi ülkemizde olsaydı, gündemimizden günlerce düşmezdi.. Ve oradaki insanlar da can verirken zevk almıyorlar, acı çekiyorlardı; onların da yakınları nice acılar çektiler, nice ocaklar söndü..

Haydi, Rusya’ya uzak oluşumuzun bir tarihî arkaplanı var diyelim; ya diğerleri?

İki ay önce de, Afganistan’da, ‘askerî hedef’  diye gösterilen bir mekanın, NATO güçlerindeki Alman komutanların emriyle bombalanması sonunda, 150 kadar sivilin öldüğü gerçeği ve bunun, Alman Genelkurmay Başkanı’nca gizlendiği ortaya çıkınca, Alman Gen. Kur. Başk. ile (o zamanki) Alman Sav. Bakanı istifa ettiler.. Ve mes’ele kapatıldı.. (Ve dahası, o gizlemenin, Almanya’da Eylûl 09’da yapılan genel seçimleri etkilememesi için Angela Merkel’in  veya çevresinin direktifiyle yapıldığı iddiası da bir ayrı konu..)

Afganistan’da, hergün yüzlerce insanı yutan kan seli karşısındaki hassasiyetimiz, emperyalist çevrelerin ve medya organlarının bildirdiklerinden daha fazlası değil..

*

Aylardır terörün pençesinde kıvranan Pakistan’da olup bitenlere de, uzaktan uzağa bakıyoruz..

Geçen sene Hindistan- Mumbai/ Bombay’da meydana gelen bir saldırıda, 200’e yakın insan ölmüştü..

Hindistan, o saldırının sorumlularının Pakistan’dan geldiklerini iddia etmiş ve nükleer güç sahibi bu iki ülke, yeni bir savaşın daha eşiğine gelmişlerdi. Ve dahası, o saldırı sonrasında, Hind Sav. Bakanı, ‘Pakistan’a saldırmayı, savaş açmayı düşündüklerini ve amma, Pakistan’ın elinde de atom bombası olması hasebiyle bunu göze alamadıklarını’  itiraf etmişti.. (Yani, fakir Pakistan’ın atom bombası neyine diyenleri düşündürebilecek bir durum..)

Ama, Pakistan’da aylardır devam eden ve hemen her gün tekrarlanan ve haftalık ortalama olarak 100’den fazla insanı katleden bombalı saldırılara ne demeli?

Onlara da pek aldırdığımız yok..

Son üç gün içinde Rawalpindi, İslamâbâd ve Multan’da meydana gelen patlamalarda, 150’den fazla insan can verdi.. Bu durum aylardır devam ediyor.. Câmiler, resmî binalar, kışlalar, mahkemeler ve Pazar yerleri hedef alınıyor ve yüzlerce insan ölüyor..

Günlük olarak 8-10 kişinin öldüğü patlamalar önemli bir haber olarak bile görülmüyor..

*

Afganistan’da da durum aynı.. Her gün, Amerikan emperyalizmi ve NATO güçleri ile, Talibân adına yürütülen savaşta, yüzlerce insan can veriyor..

Amerikan Başkanı Obama, Bush’tan kendisine kalan  Irak bataklığından ülkesini kurtarmaya çalışırken, inatla, Afganistan’daki işgallerini kaba kuvvetle zafere ulaştırmak için, elinden geleni yapmaya kararlı gözüküyor.. Ve bir taraftan da, -işgal başka türlü nasıl oluyorsa- Afganistan’ı işgal etmek gibi bir niyetlerinin olmadığını iddia ederek..

Yoksulluğun pençesinde, 150 yıldır, İngiltere, Rusya ve şimdi de Amerikan emeperyalizmiyle sürekli savaşmış ve içerde de, zâlim şahların iç denge taktiklerinin kurbanı olarak, şehirler, kabileler, kavimler veya mezhebler arası boğuşma sarmalına da düşmüş olan Afganistan’ın bu kan gölünden nasıl kurtulacağı üzerinde bir tahminde bulunmak bile neredeyse imkansız..

*

Yemen’de, Saade bölgesinde, mensubları yüzbinleri, hattâ birkaç milyonu bulan Husî  kabilesi ile Yemen hükûmet güçleri arasında, onbinlerce sivilleri de yutan kanlı bir boğuşma kıyasıya sürüyor.. Yüzbinlerce  insan aç-sığınmasız, perişan vaziyette, sığınacak yer arıyor.. İnsan kaybı korkunç boyutlarda.. ancak emperyalist dünyanın fazla ilgi alanına girmediği için, bizdeki medyanın da ilgi alanı dışında.. (Yemen halkının hemen tamamı Zeydî mezhebinden olup, bu mezheb, şia’nın 5 İmam kolu olarak görülüyorsa da, 12 İmam - Caferîye mezhebi onları şiî saymayıp, sünniliğe en yakın; sünnîler ise, şiî saymaktaydı.. Ancak, son gelişmeler karşısında, Caferî müslümanlar onları şiîler olarak sahibleniyor. Halbuki, Yemen’de yönetim de, Zeydî mezhebine bağlı, genel çerçevesi itibariyle.. Daha ilginç olanı, ilerde kendilerini tehdid etmemesi için,bu ayaklanmayı bastırmak için, vehhabî Suûd rejimi de Yemen hükûmet güçlerine her türlü askeri yardımda bulunuyor; kara ve hava güçlerinin fiilî müdahalesiyle Yemen hükûmetinin başarı kazanmasına yardımcı olmaya çalışıyor. Ancak, ayaklanma ve şiddetli çatışmalar kesilmek bilmiyor..)

*

Ve Irak’da da.. Son birkaç haftadır büyük çaplı bombalamaların yaşanmadığı ve ‘inşaallah artık bitmiştir..’ dedirten sessizlikten sonra, 8 Aralık 09 sabahı, Bağdad’da 5 noktada birden yapılan bombalı saldırılarda can veren insanların sayısı, ilk belirlemelere göre, 130.. Ve de, 500’den fazla da yaralı.. Maddî hasarların ise rakamlara gelir tarafı yok..

Ve bütün bu korkunç rakamlar, eğer Amerika’da, Avrupa ülkelerinde tekrarlayıp duran terör saldırıları halinde ortaya çıksaydı, sadece o ülkelerin değil, bütün dünyanın medyasını da en başta meşgul eden bir haber konumuna yükseliverirdi..

Ve buna benzer birkaç büyük patlama Türkiye’de de yaşandı..

Kasım-2003‘te meydana gelen ve iki hafta içinde 60’dan fazla insanın can vermesiyle sonuçlanan saldırılar ve son üç sene içinde, Diyarbakır, Ankara- Anafartalar ve İst. Güngören’de meydana gelen patlamalarda topluca sayıları topluca 50’yi bulan can kaybı.. Ve

Bir de bazı askerî birliklere yapılan Dağlıca ve Aktütün gibi mekanlara yapılan ve herbirisinde 10’dan fazla askerin ölümüyle neticelenen saldırıların da toplumu derinden sarstığı veya topluma derinden sarcacak şekilde sunulduğu görülmüştür..

Evet, kendi ülkemizde ve de emperyalist dünyada cereyan eden saldırılarda ölenler olunca, medya genel olarak, bu acıları gündemden düşürmemeye ve daha bir abartmaya-kabartmaya çaba harcanıyor.. Ağıtlı yorumlarla gözyaşları döktürülmekte, toplumlarımıza..

*

Cevabını bekleyen yığınla sorular, arka arkaya sökün ediyor..

 

Evet, çevremizde, hele de müslüman coğrafyalarda, hergün oluk oluk kan akarken, Türkiye toplumu, arada bir  8-10 askerin ölümü ile karşılaşınca; dünyada ve hele de çevremizdeki coğrafyalarda yaşanılan hadiselerle bir kıyaslama yapma gereği bile duyulmadan, dünyanın sonu gelmiş gibi, feryad ediliyor..

(Dün de, Başbakan Yard. C. Çiçek, ‘uluslararası çevrelerin bu terör saldırılarına birer başsağlığı mesajı yayınlamasıyla geçiştirdiklerini’ dile getiriyordu, ama, bu konunun sadece kendi ülkemizde meydana gelen terör eylemleri için böyle olduğunu hatırlamak istemiyordu..)

Ve bazı askeri birliklere karşı girişilen ve onlarca askerin can kaybıyla sonuçlanan saldırılarda asıl sorumlunun kim olduğu ise, ayrı bir konu ve de netâmeli..

*

Evet.. Askerî saldırılarda tarafların silahlı kişiler olması ve bütün tarafların da silahlı olmaları ve karşı tarafı yoketmeyi asıl hedef edinmeleri ve de öldürülmeyi taa baştan göze almaları hasebiyle, konunun sosyal vicdanda, sivil ölümleri kadar etki yapmaması beklenmelidir, normalde..

Ama, bu, bizde böyle olmuyor..

Askerler öldürülünce toplumun tamamına bir hınç pompalanıyor, büyük bir hınç ile, muhtemel veya gerçek olan her düşman odağına karşı gayz ve kinle saldırma hevesi  hepimizin ruhunun derinliklerine şırıngalanıyor..

Bir askerin eline pim’i çekilmiş bombayı, onu cezalandırmak için veren ve bombanın patlamasıyla 4 askerin can vermesi ardından yargılanan teğmenin askerî mahkemece sadece 9 seneye mahkûm olmasına kim itiraz edebildi?

Nitekim, o yargı kararına hiç tepki verilmezken, Reşadiye’de 7 askerin katledilmesi,  bu yangını daha bir körükledi..

Ve son bir haftadır, DTP’nin tahrik etme imkanı bulunan yerlerde, A. Öcalan’ın hapis şartlarının iyileştirilmesi iddiasıyla başlatılan bombalamalarla, şiddet hadiseleriyle, tahriblerle meydana gelen karışıklıklar İstanbul, İzmir, Mersin, Adana gibi ülkenin diğer şehirlerine de sıçrayınca ve her taraf yakılıp yıkılmaya başlayınca..

Diyarbakır’da Belediye Başkanı ve DTP m. vekillerinin da katıldığı ve kalabalık içinde bulunan bir üniversite öğrencisinin ve kim tarafından atıldığı belirlenemiyen, ama yakın mesafeden atıldığı belirlenen bir mermi ile can vermesi ardından, DTP lideri Ahmet Türk’ün,  o gösteriyi barışçı bir gösteri diye anıp, o öğrencinin polis tarafından öldürüldüğünü iddia edebilmesi ve sonra da, ‘bu gösteriler DTP’nin siyaseti değildir,  bizim kontrolümüz dışında şetkillenmektedir..’  demesi, dürüst değildi ve ona hiç mi hiç yakışmadı..

*

 

Anlaşılıyor ki, ortada birileri düğmeye yine basmıştır..

Bu ‘derin devlet’ midir, Ergenekon mudur,  rejimin oligarşik diktasının sürmesi için her aracı ve metodu mubah bilen anlayış mıdır, bunun hesabı da düşünülmelidir..

Tokat’ta, yoğun sisli bir zaman diliminde devriye ekibi çıkarmanın sorumlusu kim?

Bu da hesab edilmelidir..

Bir uzman çavuş ve 12 asker devriyeye gönderilirken, diğer komutanlar neredeydiler? Ne gibi tedbirler almışlardı, tuzak tehlikelerine karşı? Onlar yeterli eğitim almışlar mıydı?

Bölgede terörist bir çatışma tehlikesi yok diye bir gevşeklik mi sergilendi?

Ki, 12 kişilik bir devriye ekibinin, silahlarına bile sarılamaması ve hattâ cep telefonlarıyla bile haber bile verilememesi... Ki, hadiseyi resmî makamlara duyuranlar da,  İst.-Şişli Belediyesi’nin o yöreye bir cenaze götüren ekibinin olduğu anlaşılıyor..

Bu durum, tam da çatışma bölgelerinin uzağında olan Tokat’ta, ülkeyi karıştırmak için  pusuda bekleyenlere  altın bir fırsat vermedi mi?

*

Ve, 1993’de, tam da Demirel Hükûmeti’nin, ele almayı planladığı bir af kanunu tasarısı ve diğer kanunî düzenlemelerden bir gün önce, Siirt’te 33 askerin pusuya düşürülerek öldürülmesi gibi bir yeni komplo ve provokasyon şimdi de sözkonusu değil mi?

Bahçeli ve Baykal, ‘açılım bitti..’ diye telaşlı bir sevinç gösterirken; DTP’li Emine Ayna da onlarla aynı duyguyu kahkahalar atarak, sevinçten yerinde duramıyacak kadar hararetle  paylaşıyordu.. Bu sevinçler, düğmeye basan muhtemel güç odaklarını işaret etmiyor mu?

‘Kahrolsun açılım.’ diye yükseltilen sloganlardan sonra söylenen ‘Türk-kürd kardeştir..’ lafları ise,  ironi’nin ötesinde idi..  

Mes’eleye sadece ‘zıdların benzeşmesi’ açısından bakmak konuyu izaha yetmiyor..

Bu cinayeti işleyenler, Baykal,  Bahçeli ve Ayna ve de Ergenokoncuların ve askerî müdahale imkanının zorlanmasını isteyenlerin planlarına göre hareket edenler değil midir?

Kriminolojide, faili mechul cinayetlerde, kaatilin, önce, o cinayetten en çok faydalanan veya memnun olanlar arasından aranması prensibi vardır..

*

Tahrik edilen kitleler, daha büyük muhtemel faciaları göremiyorlar..

 

Kitleler, gelen asker cenazelerini bayraklara sarıp, câmiler önünde kitleleri tekbîr ve diğer İslamî motiflerle motive eden belli odakların eli, görülmüyor mu bu kanlı tabloda..

Bu gösterileri tertib ve de kitleleri tahrik edenler, 4 askerin parçalanmasına sebeb olan teğmene 9 yıl ceza verilmesine karşı en küçük bir tepki vermişler miydi?

 

Neyse ki, öldürülen askerlerden birisinin amcası, ‘tetiği çeken de, kurşunu yiyen de kendimiziz, kime yanalım, kime saldıralım.. 25 yıldır bitmeyen bu savaş, demek ki silahla halledilemiyecektir.. Bunun yolunu bulunmalıdır...’ diyordu..

Bu, akl-ı selimin sesidir..

Yoksa, her kesim, kendisine bir düşman icad edip, kutsallaştırdığı bayraklarla sokaklara çıkmakla kalmaz, kendi zıdlarını, alternatiflerini de aynı şekilde ortaya çıkarır..

Umulur ki, Tayyîb Erdoğan ve arkadaşları, geri adım atmayıp,  kurulan bu tuzakları, provokasyonları etkisiz kılmanın yolundan, doğru bildikleri hedefe doğru kararlı şekilde ilerlemekten geri adım atmazlar..

Yoksa, bugün sloganlarla sokaklara dökülenler, yakın çevremizdeki kan gölünün bir benzerini Türkiye’ye de aynı boyutlarda taşımak için daha bir geniş ve önlenemez kaos oluşturma imkanlarına kavuşturulmuş olacaklardır..

*