Günlerden Cuma, 16 Temmuz hareketine katılmak için; Adapazarı’ndan çıkan beş arkadaş, biz taşralıların alışık olmadığı insan manzaraları arasından sora soruştura Teşvikiye Cami’ni bulduk. Toplumumuzun bütününü saran bir kültür istilası muhakkak bizim köye de uğramıştı. Ama burada orijinal elitlerin farkını koklamaya başlamıştık. Öğlen namazına doğru Camiye gelen cenazelerin görüntüsü bizimkilerden farklı değildi ama taziyeye gelenler bizleri şok etti. Siyah gözlük, siyah elbiseler ama fotoğraflamaya bile utandığımız mini etekler. İsmini bile bilmediğim parfüm kokuları arasında, en fazla 1 saat önce traşlı yüzler. Evet, ölünce bizden farklı olmayan kefenleri ile bizden farklı olmayan mezarlarına girene kadar bizden farklı yaşayan insanlar. Hem de Camiye sığmayan cemaatin doldurduğu avluda kıbleye karşı birikmiş ve bizim uygunsuz bulduğumuz kıyafetleri ile taziyeciler. Acıları ile ya da kendilerine özgü dayanışma duyguları ile bir derdim yok ama düşünmeden edemiyorum. Acaba taciz olarak algıladığım halleri ile bizim de onları taciz ettiğimizi mi düşünüyorlar?
Yine avluda tam kıbleye karşı yardım stantları, teneke çelenklerin önünde sıralanmışlar. Yazılardan ikisi dikkatimi çekiyor; kredi kartı geçerlidir. Ama bizi daha da şaşırtan Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği standı. Yine dalgalandım, daldım “Acaba burası, bu Camii’nin avlusu bizim mahalle mi, onların mahallesi mi?”
Yerlilerin simalarını inceliyorum. Bazılarında kasıntı, bazılarında aşırı özgüven, bazılarında güçlü dayanışma duyguları ve medeni tavırlar var. Buraya çevrelerinden birisine son vazifelerini yapıyorlar. Bütün kültürel uyuşmazlığımıza rağmen takdir ettiğim bazı davranış biçimleri de var yani. Hatta içimden “Herkesin kendine özgü merhametleri, kendine özgü acılı vardır muhakkak” diyorum.
Cami cemaati arasında buraya yabancı gençler var. Sırt çantaları belirgin, biraz detayda çevreye yabancı yabancı bakışlarını fark edebiliyoruz. Sonra simalarına bakıyoruz “Tamam bunlar daha bir bizden” diyoruz. Yine bize yabancı olmayan ama Türkçe konuşmayan insanlar var. Yanlarında rulo yapılmış bayraklar gözüme çarpıyor, kırmızı beyaz siyah şeritli. Teşvikiyelilerle aramızdaki sınır haritalardaki suni sınırlarla ayrılmış sınırlardan daha keskin.
Bizim Sakarya-Bolu hattına çok sayıda Arap turist gelir. Kıyafet, dil ve anatomik yapıları bunlara benziyor ama simaları farklı. Ceplerinde kirli yeşil dolarları, yiyip içmek ve yayılıp keyiflenmek simalarını farklılaştırmış. Bu Arap turistler Teşvikiyeli yerlilere de benzemiyorlar, daha çok bizim taşranın çakma lümpenlerine ya da mahalleden göç eden noe-liberal muhafazakarlara benziyorlar. Devrik, devrilmek üzere ya da devrilecek Arap liderleri aklıma geliyor. Firavunlar, diktatörler, krallar ve şeyhler; Zeynel Abidin, Hüsnü Mübarek, Beşar Esad, Kral Hüseyin, Şeyh Faysal El Halifa, Kral Abdullah, Ali Abdullah Saleh. Bunlar ve aileleri, simalarına bakıyorum da; Teşvikiyeli olmalılar.
Bazılarımız usulca dışarı süzülürken bazılarımız çitle çevrili çimenlerin üzerine daldık. Burası daha iyi hem gölgelik, hem de önümüzdeki bodur ağaçlar kıblemizi kirleten görüntüyü sütreliyor. Güvenlik görevlisinin burası yasak, burada namaz kılmayın uyarısı içimizde bir rahatlamaya(!) neden oluyor. İsyan duygularımızı bastırarak “Yer yok” falan diyoruz. Önümüzdeki ihtiyar bir delikanlı Güneşin altında bekleşenlere sesleniyor “Burası müsait yer var, gelin” diye. Biraz kendisine suç(!) ortağı arar gibi biraz da güneş altındakilere merhametten olduğunu hissediyorum. Dışarıdan bir arkadaş “Orada ne yapıyorsunuz” diye laf atıyor. Rahatlamamızın sebebini hatırlayıp “Yasak çiğniyoruz” diye cevaplıyorum keyiflice.
Namazın ardından herkes mahallesine, işine gücüne geri dönüyor. Bizim şimdiki işimiz Suriye konsolosluğu önü, sonra sınırları zorlamaya gideceğiz.
Suriyelilerden oluşan bir gurup Cami çıkışında toplanıyor. Düzgün sıralı, disiplinli kaldırım boyunca sıralanıyorlar. Bize bu mahallenin yerlilerinden daha yakın duruyorlar. Arkalarına takılmak istiyorum, istiyorum da coğrafyamızın genlerine işlemiş güdülerimiz bizi yola sürüklüyor. Arkadaşların hemen hemen tamamı yoldan yürüyor. Hani biraz daha gaza gelsek yolu keseceğiz. Tek şeride düşmüş, tek yönlü yoldan gelen arabalar bizi görünce yavaşlıyor. Biz tek yönümüze doğru devam ediyoruz,. 100 m ya var, ya yok konsolosluğun önüne varıyoruz. Bence gerçek Cuma ruhu burada, hem de sahte sınırlar ötesinden Müslümanlarla birlikte. Arapça ve Türkçe verilen hutbe sonrası Cuma’yı eda ediyoruz. Ardından Allah’ın fazlı ile Suriye halkını ve bizi felaha ulaştırması için yeryüzüne dağılıp, sınırlara dayanacağız.