Teşri ifade etmeyen tıbb-ı nebevî hadisleri

Serdar Demirel

Tıbb-ı nebevînin nasıl anlaşılması gerektiğine dair geçenlerde bu köşede üç yazı yazdım. Bir yazı daha yayımlayıp noktayı koyacakken İsrail’in yardım gemilerine yaptığı korsanlık gündeme düştü.

Ben de geçen hafta yayımlanacak yazıyı bir hafta tehir etmek zorunda kaldım. Bugün o yazıyı yayımlayarak konuya noktayı koyalım.
Efendimiz’in (sas) hayatı incelendiğinde yaşadığı çağın bilgi ve tecrübe birikimine kapalı birisi olmadığı anlaşılmaktadır. Medine’de kurduğu devletin başkanlığını yaparken, her devlet başkanı gibi, toplumun sağlık sorunlarıyla O da ilgilenmiştir.
O’nun diğer devlet başkanlarından önemli bir farkı vardı, o da; peygamber olması ve vahiy almasıydı. Bunun tabiî sonucu olarak da O’nun tıbla ilgili yaklaşımlarında hem vahyin hem de insanî yönünün izdüşümleri vardır.
Hükmünü vahiyden aldığı meselelerde tavizsiz bir duruş sergilerdi. Ancak vahye dayanmayan insan tecrübe ve bilgisine dayanan meselelerde ise esnek davranır, nâdirattan olsa da, yanlış karar verdiğinde kararını değiştirmekten çekinmezdi.
Bilgi sahibi insanların görüşüne müracat ederdi, insanları da aynı minvalde yönlendirirdi. Meselâ, Hz. Peygamber hasta yatağında yatan Sa’d bin Ebî Vakkas’ı ziyaret ettiğinde, ona, tedavi olması için tabib el-Hâris bin Kelede’yi tavsiye ettiğini biliyoruz. (Ebu Davut: 4/7, hn. 3875)
Hz. Peygamber’in insanî/abduhu yönünün tıbla ilgili uygulama ve tavsiyelerinin bir kısmı, nesilden nesile birçok tecrübelerle denenerek kabul edilmiş olan, Arap toplumunun kültürel mirasına, Rum, Farisi ve Hint tıb geleneğine dayanırdı.
İmam Suyuti, Hz. Aişe’nin kendisine tıb bilgisini nereden öğrendiği sorulduğunda; “Hz. Peygamber’i tedaviye gelen Arap ve Acem doktorlardan _öğrendim” dediğini aktarmaktadır. (İtmâmu’d Dirâye Li’l Kurrâ en-Nikâye, s. 154) Bu da farklı toplumlardan tıb bilgisi öğrendiklerini ve kendilerine uyguladıklarını gösterir.
Hz. Aişe’nin dönemin şartlarında bir uzman düzeyinde tıb bilgisine sahip olduğunu ve bunu da çevresindekilerden ve Hz. Peygamber hastalandığında O’nu tedaviye gelen hekimlerden öğrendiğini kaynaklar zikretmektedir. (Zehebi, es-Siyeru’l A’lâm en-Nübelâ, 2/182-183)
Sahabilerin tıbla ilgili kimi tavsiye ve uygulamaları da hadis külliyatına dercedilmiş bulunmaktadır. Hz. Aişe’nin Hz. Peygamber’i tedaviye gelen Arap delegasyonlarından öğrendikleriyle O’nu tedaviye çalıştığını yine kendisi söylemektedir. (Müsnedi Ahmed: 6/67, hn. 24425)
Buradan, Hz. Peygamber’in içinde doğup büyüdüğü Arap toplumunun tıb kültürüne göre hareket edebildiğini anlamaktayız. Yine Arap tıbbının farklı medeniyetlerce isbatlanan yanlış uygulamalarını ise terk ettiğini bildiren hadisler vardır. Hz. Peygamber’in gıyle konusunda yaklaşımı buna en güzel delildir.
Hz. Peygamber; “Gıyleden nehyetmek istemiştim, sonra hatırladım ki İranlılarla Bizanslılar bunu yapmaktalar ve çocuklarına da bir zarar gelmemektedir.” (Muslim: 2/1066, hn. 1442, Ebu Davut: 4/9, hn. 3882) demiştir. Gıyleden kasıt ise, erkeğin, çocuk emziren zevcesi ile cima yapmasıdır. (Tirmizi: 4/406)
Yukarıdaki hadis konuyla ilgili önemli bir gerçeği ortaya sermektedir. Hz. Peygamber dönemin Arap tıb kültürünün etkisi ile ilk etapta erkeğin çocuk emziren zevcesi ile cima yapmasını yasaklamaya niyetlenmiştir. Zira Araplar, çocuk emziren kadın, hamile kaldığı takdirde, sütün kimyevî yapısının bozulup, çocuk için zararlı bir hal alacağından ve çocuğu hasta edeceğinden korkuyorlardı. (Bknz. El-Mubârekfûrî, Tuhfatu’l Ahvazî, 6/207)
İmam Tahavi, Hz. Peygamber’in gıyle konusunda zanla hareket ettiğini, zannının doğru olmadığına kani olunca da vereceği hükümden vazgeçtiğini söyler. Gıyleyi yasaklamak istemesi vahye dayanmıyordu, vahye dayanmış olsaydı bu hükmünü değiştirmezdi, diye de ekler. (Şerhu’l Ma’âni’l Eser, 3/48)
Buradan da anlaşılacağı üzere tıbbı nebevî kapsamında olan bu tür uygulama ve tavsiyeler teşri niteliği taşımaz. Bu yüzden 14 asır önceki dönemin tıb anlayışına göre şekillenmiş ilaç ve tedavi yöntemlerine kutsiyet atfetmemek, vahiyle tavsiye edilmiş uygulamalarla denk görmemek gerekmektedir.
Son olarak şunu hatırlatmakta yarar görüyoruz: Daha önceki yazdıklarımızı okumayanlar sadece bu yazıdan yola çıkarak hüküm vermesinler, diğer yazıları da internetten bulup okuyarak öyle değerlendirsinler.

VAKİT