Teşhis çok, tedavi yok

MUSTAFA ÖZCAN

Obama'nın konuşmasını baştan sona izleyenler beliğ konuşmasından dolayı gıbtadan ve şapkalarını çıkarmaktan kendilerini alamadılar. Bir edebiyatçı olarak Obama başarılıydı. Ama siyasetçi olarak bunu söylemek mümkün değil. Siyasetçi sözlerinden değil, icraatlarından belli olur. Bu açıdan konuşması genel anlamda kabul görmüş ve tebriklere neden olmuştur. Bu bağlamda, yaşanılanları vasfetmesi ve olaya tanı ve teşhis koyması noktasında başarılıydı ve bir sıkıntı yoktu. Sıkıntı konuşmanın görünmeyen tarafındaydı. Yani konuşmada teşhis bol ama tedavi hiç yoktu. Sözgelimi, İsrail'in ebedi olarak yaşayacağını ve kimsenin onu yok edemeyeceğini söyledi. Yine aynı bağlama İsrail'e barışı dayatamayacaklarını söyledi. Dolayısıyla işin özünde ve püf noktasında herhangi bir gelişme yoktu. Filistinli bazı isimlerin de ifade ettiği gibi, konuşma çelişkilerle doluydu. Gerçekten de öyleydi. Mesela Filistinlileri siyahlara ve kölelere benzetti ve Amerikalı kölelerin haklarına silaha sarılarak değil barışçı yöntemlerle ve sabrederek ulaştıklarını söyledi. Burada teşhiste de hata var. Zira, Filistinliler Afrika'dan getirilen köle ve zencilere değil kökleri kurutulan yerlilere yani Kızılderililere benziyor. Barack Hüseyin Obama konuşması boyunca birçok çelişkiye düştü bu çelişkilerin nedeni olayları hakikat, adalet zaviyesinden değil de uzlaşma zaviyesinden veya herkesi memnun etme zaviyesinden tahlil etmesiydi. Bundan dolayı kurbanla celladı zaman zaman eşitlemiştir. Hatta şu bile söylenebilir, teşhis noktasında gerçekten de Bush'un çok ilerisinde ama tedavi noktasında Bush'un da gerisinde kaldı. Bush zaman zaman inisiyatif alıyor ve tarafları bir araya getirmeye çalışıyordu ve iki devlet formülü noktasında da bazen Obama'yı aşan çıkışlarda bulunuyordu.

Müslüman Kardeşler ve Üsame Hamdan gibi isimler istisna edilirse Hamas, genel olarak konuşmanın muhtevasından dolayı memnun kalmış lakin sözlerin fiiliyata geçirilmesini de istemiştir. Meselenin özü retorik değil sözlerin uygulamaya geçirilmesidir. Bu noktada Amerikan yönetimleri 60 yıldan beri Filistinlileri oyalıyorlar. Obama'nın da seleflerinden farklı yapabileceği bir şey yok. Çıtayı İsrail belirledikten sonra Obama da tavizi ve geri adımı İsrail'den değil Filistinlilerden bekleyecektir. Bunun sonucunda da zaten Filistin'de Filistinlilere yer kalmayacaktır. 1947'de Filistinlere bırakılan toprak parçası yüzde 43'ü bulurken şimdi İsrail bunun yarısına bile razı olmamaktadır. Obama da Arap Barış Planı'nın son çerçeve olmadığını söyleyerek Netanyahu'nun tezlerine destek vermiştir. Ondan sonra da Obama barış beklemektedir! Bu olmayacak duaya amin demektir. Herkesi memnun etmek isteyen Obama esasında kimseyi memnun edememiştir. Nedenine gelince; ne müstebit ve otokrat Arap rejimlerinden reform isteyebilmiş ne de İsrail'i barışa zorlayabilmektedir. Öyleyse Kahire'de nerden bir konuşma ihtiyacı hissetti? Kesinlikle İslam dünyasının ABD'ye karşı muhalefetini yumuşatmak istiyor. Bunun için de elinde sihirli bir formül yok. Ve güzel sözlerle Müslümanları ikna etmeye çalışıyor. Bu olacak iş değildir. Sözlerinde samimi ise Filistin'den önce Amerikan işgali altında olan bölgelerden Amerikan askeri pençelerini çeker ve söker. Filistinlilere silahtan uzak durmalarını tavsiye ederken İsrail ve ABD her gün Müslüman öldürüyor. Tevrat ve Kur'an'da yazıldığı gibi haksız yere bir insanı öldüren bütün insanlığı öldürmektedir. Bu anlamda, İsrail ve ABD her gün Filistin, Afganistan ve Pakistan'da insanlığı öldürmektedir.

Türkiye'de tarihle yüzleşmemiz gerektiğini söyledi. Kahire'de de Müslümanların şiddet anaforu ve söylemiyle yüzleşmeleri gerektiğini söylemiştir. Burada bu söylemle yüzleşmesi gereken öncelikli olarak ABD ve İsrail'dir. Bunun dışında elbette ki dünyayı nükleer silahlardan arındırmak yüce bir gayedir. Onun dışında İslam'ın bir ilim ve nur meşalesi ve kandili olduğunu ve insanlığa yol gösterdiğini ifade etmesi de not edilmesi gereken sözlerdir. Lakin, ABD'nin en büyük İslam ülkelerinden birisi olduğunu söylemiştir. Bu iyi niyetin bir ifadesi olmakla birlikte kastı aşan ve mübalağalı bir ifadedir. Michael Wolfe gibi Amerikalı kimi muhtediler ABD'de İslam milletinden bahsetmektedirler. Lakin demoğrafik bağlamda ABD'nin halihazırda büyük bir İslam ülkesi olduğu bir iddiadan öte kara propagandadır. Ahmet Taşgetiren'in hatırlattığı gibi bu durum bize maalesef modern Türkiye'nin doğuşunda yeni yönetimle pazarlık yapan Lord Curzon'un taleplerini ve pazarlığını hatırlatmaktadır. İngiltere'yi en büyük İslam ülkesi olarak takdim ederek kutsal emanetleri İstanbul'dan koparmaya ve almaya Araplara tevdi etmeye çalışmaktadır. Tam da o sırada İstanbul'un ümüğüne basmış ve pençesini atmış olan İngiliz Kraliyetinin Kilisesi Anglikanlar da Meşihat-ı İslamiyeyi İslamiyet noktasında sorgulamaktadır. Bu anlayış Bediüzzaman'ın kanına dokunur ve onun tabiriyle cevabı değil, ağız dolusu tükürüğü hak etmektedir. Dolayısıyla tarih aynasında veya güneşin altında değişen bir şey yok.

MİLLİ GAZETE