EYÜP TOGAN / HAKSÖZ-HABER
‘Dünyada 150 yıl önce kadınlar örtülü müydü’ sorusunu İngiltere’de Kıbrıs İslam tarihi üzerine çalışmalar yürüten Mustafa Kureyşi’ye yönelttik. Kıbrıs’ta 1920’lere kadar kadınlarda çarşaf giymenin yaygınlığına değinen Kureyşi, Türkiye’de Cumhuriyet rejimi ve İngiliz Sömürge Yönetimi ve Kıbrıs’taki tesettür ve tesettürü atma süreçlerini değerlendirdi. Aynı süreci Bulgaristan’da İslam tarihi üzerinde ele aldığımızda 1930’lardan Kemalist rejimi örnek alan Bulgaristan müslümanlarının giyim ve tesettüründe çözülmeler yaşanmıştı. Gitgide erkekler daha dar giysilere yönelirken, şalvar yerine pantalon giymeyi tercih eder olmuşlardı. 1956 yılından itibaren Bulgar Komünist Partisi, ‘Feracesizleştirme’ politikasını hayata geçirdi. TKP’li komünistler ‘yoldaşlarıyla’ her zamanki ideolojik işbirliğine soyunacaklardı. Bu süreci İsmail Cambazov ayrıntılarıyla kaleme almıştır. İster Kemalizm, ister Osmanlı ve İslam topluluklarının rüzgarının kesilmesine bağlı enerji kaybı olsun ya da bu etkinin adı Komünizm olsun, asıl zor olan tesettürü sahiplenmek; gevşemeler ve ifsat ise daha kolay olandı.
Tesettür bağlamında Kıbrıs'ın İslamlaşma tarihini İngiltere’de Kıbrıs İslam tarihi üzerine çalışmalar yürüten Mustafa Kureyşi ile konuştuk...
Genel kanaat Kıbrıs’ta İslami hayatın daha gevşek olduğu, Anadolu’dan adaya sürgüne gönderilen kesimin şarap vs. noktalarında hassas olmadığı söylenir. Kadınlar dünyada 150 yıl önce genel anlamda örtülüydü diye biliyoruz. Bu algıya ilişkin ne dersiniz? Kıbrıs özelinde tesettür hassasiyeti üzerinden İslami bağlılığına ilişkin bize neler söylersiniz?
Kadınlar Kıbrıs’ta 150 yıl önce tamamıyla mütesettirdi. Müslümanlar ve gayri müslimler başörtü takarlardı. Mandili veya yemeni takarlardı. Müslüman kadınlar dışında da kadınlar başörtü takıyordu. Hırıstıyan kadınların başörtüsü siyahtı. Rahibelerin örtünmesi daha esaslıydı ve daha kurallıydı.
Kıbrıs’ta tesettür konusunda kadının rolüne bağlı bir değişim yaşandı mı?
1850’lere bakarsak İngiltere’de kadınlar birçok haktan yoksundu. Mal sahibi olmak gibi ekonomik özgürlükleri yoktu. Müslüman kadınlar peyganberimizin sünneti sayesinde ileri haklara sahipti. Vakıflara bakarsak hayır kurumlarına infakın yüzde 50 sini, müslüman kadınlar yapmış, mülk sahipleri kadınlar. Lefkoşa’da mevlenihaneye yüklü bir bağış yapanlar arasında kadınları görüyoruz.
Kıbrıs’ta İslami hareketlerin durumu neydi?
Mevleviler vardı. Tarikat yoğunluğu vardı. Nakşibendilik, Kadirilik, Bektaşı ve Rufailik bunlar arasındaydı. Mısır’daki Bedeviye tarikatının da varlığı sözkonusu. Mevlevilik açık ara adada en nüfuzlu tarikattı. 1920’lerden sonra, Nakşibendilik de yükseldi. Kıbrıs için Osmanlının son dönemleri ve bilhassa 1878 bir dönüm noktasıydı. Adanın idaresinin İngilizlere verilmesi olumsuzlukları artırdı. Yine de 1914’de adanın İngilizler tarafından iihakına dek, Müftü İstanbul’dan atanırdı. Osmanlı Sultanı ile ilişkiliydi bunlar.
Osmanlı dönemine bakarsak, pek çok tarikat vardı. Ehli tarik unsurlar vardı. Standart İslam anlayışı bu zemine oturuyordu. Hanefilik vardı. İtikadi mezhep olarak Maturidilik yaygındı. Mısır veya (Memluk) etkisi gözükmüyordu.
Anadolu’da Şafilik var ama Kıbrıs’ta Şafiliği görmüyoruz. 1571’den sonra Osmanlı 20 bin asker yerleştirdi, Antalya, Aydın, Karaman’dan geldiler. Güney Anadolu’dan göç aldı. Daha sonra yörükler geldi.
Hıristıyanlar adada yaşıyordu. George Hill’in ‘Kıbrıs Tarihi’ kitabında adadaki mücadelenin sadece mezhepler (Ortodokslar-Katolikler) ve dinler arası mücadele değil, din ile sekülarizm arasında bir mücadele olduğuna dikkat çekmiş. Adanın Osmanlı tarafından fethi ile dinler arası ilişkiler nasıl şekileniyor?
Kıbrıs’ta Katolikler ve yerli halk yani Rum ortodokslar adada yaşıyordu. Osmanlı gelmezden önce Ortodoksluk yasaktı. Osmanlı, Ortodokslara özgürlük alanı sağladı. Başpiskoposa yüksek makam verildi.
Başlarda Ortodoks hıristıyanlar bunu tabiatıyla minnetle karşıladı. 1820’lerde ‘Megali Idea’ yeni Roma, Bizans kurma hevesi sorun yarattı ve toplumlar arasında esaslı ihtilaf ve kopuş süreci başladı.
İslami hava nasıldı? Örneğin, tesettür anlamında nasıldı?
Kureyşi- Müslüman kadınların tamamına yakını çarşaflydı. Eski tablolara ve daha sonraki fotoğraflara baktığımızda bunu görebiliyoruz. Kıbrıs’ı ziyaret eden seyyahlar çarşaf yoğunluğunu anlatıyor. 1769’da adada bulunan gezgin Mariti, müslümanların çoğu beş vakıt namaz kılıyor. Fazla dindar olmayanlar da en az hiç olmazsa bir ya da iki vakit kıldiklarından bahsediyor. Kesinlikle dindar bir iklim mevcuttu.
Kıbrıs’ta müslümanlığın daha gevşek olduğuna ilişkin rivayetler karşımıza çıkıyor. Bunlar yanlış veya abartı o zaman... Bir tür 20. Veya 21. Yüzyıl algısı mı bu?
Tabii. Abartı, öyle diyebilirim.
Tesettür var bir de telebbüs yani giyim var. Kıbrıs’ta çarsafın ağır bastığını söylediniz. Zafer Toprak, “Türkiye’de Kadın Özgürlüğü ve Feminizm (1908-1935)” kitabında çarşafın bir moda unsuru olarak toplumda yer bulduğunu yazıyor. Abdülhamid’in çarşaflardaki renklenmeden ve özellikle şeffaflığından tedirgin olarak yasakladığı söyleniyor. Kıbrıs’a çarşaf nereden geldi?
Çarşafa, İranlılar chador diyor, hımar olarak da tanımlanıyor. Kıbrıs’ta eski zaman fotoğraflarında renkli ve beyaz çarşafları görüyoruz. Sultan Abdülhamid’in şeffaflık nedeniyle yasakladığı İstanbul modası de denilen çarşaf çeşitleri Kıbrıs’ta görülmez. Görülenler humayun, kazmir çarşafları idi. Kıbrıs’da hanımlar, jilbab, hımar denen türden bir tesettüre sahipti. Günümüzün, İsmail Ağa mensuplarının giydiğine benzer bir örtünme biçimiydi. Bugün çarşaf deyince aklımıza siyah çarşaf geliyor. Kıbrıs’ta o dönemde siyah çarşaf giyilmezdi, belki de giyilemezdi. Bu hıristıyanlık taklidine girerdi. Abdülhamid döneminde siyah çarşaf bu yüzden başkalarına benzememek adına giyilmiyordu Beyaz şehir rengiydi, turuncu ve ayrıca çizgili çarşaf çeşitlerine rastlanıyordu. Ama çarşaf yine çarşaftı. Siyah çarşafın yaygınlık kazanması ile çarşaf giymenin azalması arasında ilişki vardı. Azaldıkça renk siyaha dönüyordu. 20. Yüzyılda 1960’lara dek bunu görürüz.
Çarşaftan önce veya onunla beraber Kıbrıs’ta başka tesettür biçimleri nelerdi?
Peçe kullanıyordu. İlk başta nikap yani peçe iki kat idi. Sonra biraz inceldi ve tek kata indi. Son dönemlerde dango çeşidi ortaya çıktı. Dango yüzü biraz fazla gösteriyordu. Yavaş yavaş açılma diyebileceğimiz bir süreç yaşandı... Hımar anlayışını temsil eden çarşaf değildi artık bu çarşaf. Bu genel gevşemeye bir örnek bizim aileden verebilirim. Ninem 1935 Kıbrıs doğumlu ama hiç kapanmadı ama ablası hep çarşaf giymişti ve küçük yaştan itibaren taktığı için utanıyordu açılmaya...
Bu gerilemeyi genel anlamda Tanzimat referansı ile açıklıyordunuz sanırım?
Erkekleri tanzimat etkiledi. Mesela fes giymeye başladılar. Çarşaf ile doğrudan etkisi yoktu.
Ömer Seyfettin, ‘İnci’ dergisinde kadınların rolüne dikkat çekerken, ‘kadınlar açıklıkta daha önde koşar, erkekler daha muhazafakardır’ diye yazıyor. Sizin açıklamanızda ise erkekler batılılaşmada daha hızlı bir rol çalmışlar gibi duruyor. Ömer Seyfettin kredisini kadınlara açıyor. Zafer Toprak, bu konuya ilişkin ‘Erkekler daha muhazakardı. Kadınlar ise evde moda ile haşır neşir olmaya başlamışlardı’ diye yazarken, batı nüfuzunun iç dinamiklerini faş ediyor. Moda muhafazakar ve tesettürlü kadınların tercihi olarak karşılık bulmaya başlıyor. Dönemin edebiyat anlatılarında, batılılaşma, caka satmayı seven ‘züppe’ tiplemeleri üzerinden giderken bu içeriden değişim dikkat çekici. Öte yandan kadın ne kadar dirençli ve sabırlı ise erkeği o denli koruduğu söylenebilir. İzdüşümleri günümüzde yaşanan kadınların açıklığı ve ilerlemecilik arasındaki yapay ilişki ile kadına adeta ifsat üzerinden dönüştürücü bir rol biçilmeye çalışılması manidar…
Kıbrıs’ta durum biraz farklıydı. Kadınlar değerlerini daha sıkı koruyordu. İngilzler adayı ilk ele geçirdiklerinde, erkekler pantalon giymez dizlik denilen kısa şalvar giyerdi. Garp giysileri tercih edilmezdl. İngiliz Sömürge döneminde ile giyim kuşamda genel olarak batı tarzı öne çıktı. Rumların giyimi müslümanlara benzerdi. Erkekleri de dizlik gibi bol giyerlerdi.
“Bulgaristan’da İslam” kitabının yazarı Basri Çalışkan, tesettür konusundaki gerilemeyi kent ve taşra ilişkisi üzerinden de ele alıyor. Sizce kentlilik etkili miydi?
Kıbrıs’ta kadın yatak çarşafını alıp örtünmek durumundaydı çünkü fakirlik vardı. Köydeki kadın daha çok dışarı çıkıyordu. Tarlada işi vardı. Bu yanıyla nasıl kent-köy varsa zengin fakir vardı ve evet bu tesettürde kendini belli ediyordu. Dinler arasındaki ayrım sarık ve külah gibi başlıklarla ve seçilen renklerde kimlik ayracı olurdu.
Kıbrıs’ta güçlü kent hayatı var mıydı?
Larnaka var, Lefkoşa ve Baf şehir hayatına sahipti diyebiliriz.
İslam coğrafyasında tesettürün yaygınlığı nasıldı?
Pakistan’da Kıbrıs’taki sağlam tesettür geleneğini görmeyiz mesela. Hinduların etkisi vardı. Hinduizmin köklü ata dinleri onları etkilemlş olmalı. Değişim yavaş oldu ama zamanla tesettür atmaya veya ondan taviz vermeye kadar gitti. Pakistan’da da Benazir Butto tarzı ‘tamatta’ tarzı örtü atarak kapanıyorlar, saçlar gözüküyor... Fas, Tunus, Mağrib ortak bir tesetüre sahipti genel olarak. Dünyada müslğmanlar dışında da örtü yaygındı. Bugüngünden farklıydı. Örtüden kopuş süreci sadece müslümanlarla sınırlı kaldıpını söyleyemeyiz.
Cumhuriyet Rejimin Tesettüre Etkisi
Lozan Anlaşmasının 20. ve 21. maddeleriyle Kıbrıs İngilizlerde kaldı. Kıbrıs’ın Lozan’dan sonra Mustafa Kemal’in siyasetine yakınlık duyduğunu görüyoruz. Cumhuriyet öğretmenlerini atıyor. Avukat, eczacı ve doktorlara Türkiye’ de eğitim desteği veriliyor. Aynı etkiyi Bulgaristan üzerinde de görebiliriz. Orada bir farklı durum şu: Türkiye’den öğretmen atanmıyor. Halifelik ve payitahta uzantısı bir sadakat var. Bulgaristan’da müftü atamaları da zamanla Komünist rejimin tasarrufuna geçiyor. Ama Bulgaristan Türkleri arasında Kemalizmi rol model olarak görenler az değil. Bir etki durumu var. Bu noktada Kemalizmin tesettür üzerinde ifsat edici yönlerini görüyoruz…
Bu olumsuz etki durumu, Mustafa Kemal’den önce de var. Kıbrıs sürgün yeriydi. Mesela kalebend olarak Namık Kemal de getirilip hapsedildi. Gelen Türklerden halk etkilendi. Jön Türk etkisiydi bu. Jon veya Jön lakabıyla anılırlardı. Cumhuriyet döneminde de öğretmenlerin Türk Milli Eğitimin görevlendirmeleriyle (bu süreç) devam etti, Kıbrıs’ta. Daha takıntılı olanlar ateşli olarak Cumhuriyet rejim propogandası yaptı.
Laik-feminist yazarlardan Zehra Hakkı milli tesettürden söz eder. “Tesettür (çarşafı kastediyor) ‘Bize Araplardan geldi ama biz Türkler hakiki tesettüre riayat ediyoruz. Tıpkı Rusların başa attıkları hafif eşarp gibi” diye yazmıştır. Sözünü ettiği örtü İstanbul’a göç eden bir kısım Beyaz Rus kadının taktığı eğreti bir örtüydü. “Batıyı da taklid etmeyelim, milli öze dönelim” türünden bir söylemi vardı. Zehra Hakkı satır aralarında tesettüre riayet amacı taşıyormuş gibi yaparken, esasında örtüyü önce hafif sonra tümden atmak gibi ifsat edici bir planı olduğu açıktı…
Türkiye tecrübesi bir yana şunu söyleyeyim. Kıbrıs farklıydı İngiliz idaresinde -tesettür konusunda- zorlama olmadı en başta fikir adamları Abdülhamidçiler ve Jön Türkçüler kampı vardı. 1908’den sonra Abdülhamidçiler ortadan çekildi. Bunlar İngiliz muhibbi dediler sonradan. İngiliz islamiyete karşı değil. Benim görüşüme göre, Kıbrıs’ı laik Türkiye’nin yolunda olmasını istemiyorlardı.
Bu noktada itirazım olacak. İngiliz Sömürge Yönetiminin laik cumhuriyet yörüngesine sokmak istemediğini söylüyorsunuz. Gerek Şapka Kanunun uygulanmasında gerek Alfabe değişiminde başta bir tereddüt olsa da İngiliz idareciler kısa zamanda Şapkanın yaygınlaşmasına Kıbrıs’ta müsaade ettikleri gibi Latin Harflerine geçiş konusunda arzulu hareket ettikleri anlaşılıyor. Eğitimi bir şekilde desteklediler hiç el atmayabilirlerdi de denebilir. Ama Şeriyye Mahkemelerinin tanınması konusunda aynı kolaylık görülmez. Bu yanıyla bakarsak Cumhuriyet rejimi ve İngiliz Sömürge Yönetiminin birbiriyle dini uygulama konusunda rekabetinden çok sekülerleşme ve İslami uygulamalardan uzaklaşılması konusunda zımmen veya alenan bir işbirliğinden söz etmemiz daha yerinde olmaz mı? Ayrıca 1931’den sonra İngilizlerin müslümanların taleplerine karşı daha duyarsız olduklarını görüyoruz. Rum milliyetçiliğinin yükseldiği bu dönemde adadaki müslümanların da bu baskıcı siyasetten mustarip olduğu görülüyor. Türkçe ezan gibi konularda sömürge yönetiminin Türkiye Cumhuriyet erkini memnun edecek benzer uygulamalar başlattıklarına dair haberler -eğer doğruysa- büyük resmi tamamlama bakımından dikkat çekici...
Bu konuda şunu söyleyebilirim. Rum milliyetçilğinin yükselişi karşısında iki taraflı baskı altında kaldı müslümanlar, doğrudur. Birçok müslüman Türk, Anadolu’ya hicret etti. Gayri Müslim idaresinde olmama hassasiyetini gösterdiler. Bu hicretti.
1932 yılı Cumhuriyet tarihinde İslamiyete karşı kurumsal bir operasyon ve kültürel taarruz anlamında sert bir döneme işaret ediyor. Düşman uygulama ve politikalar ayyuka çıkıyor. Mehmet Doğan’ın “1932” adlı kitabı bu yılın üzerinde hassaten durarak bu İslam düşmanlığı taşıyan uygulamaları belgelendiriyor. İngiltere’nin adanın ana kara ile yani Anadolu ile bağını kesmek istediği anlaşılıyor. Aynı durumu Bulgaristan politkasında da daha açık görmek mümkün. İronik bir şey var burada; Türkiye Cumhuriyeti bağını zayıflattıkça orada yaşayanlara yerel baskılar kaldıraç gibi artıyor. Bulgaristan’da 1930’lar ırkçılık dalgası gemi azıya bu vasatta almıştı. Ancak Türkiye ile bir köprü kurulduğunda da olumlu pekçok akışa karşın laik propoganda araçlarının seferber edilmesi çözülmeyi hızlandırıyor. Misal, tesettür… Burada halifeliğin ilgası da bir kritik öneme sahip olay olarak hatırlanmalı...
Size 1935 yılında Ses dergisinin 13. sayısında yayımlanan bir yazı ile cevap vermek istiyorum. Yazıda, “ 10-12 sene evvel peçesiz sokağa çıkmanın günah, ayıp, hatta iffetsizlik olduğu”, “ Türkiye’de doğan güneşin huzmelerinin Kıbrıs’a uzandıktan sonra taassubun, cehaletin doğurduğu bu durumun sona erdiği ve adada örtünmeyenlerin sayısının, örtünenlerden fazla olduğu” belirtilmiştir. Yazıda daha sonra hala çarşaf ve örtünenlerin de bu fena adette kurtulmaları, çünkü tesettür’ün erkeklerin hodgamlığı neticesi yerleşmiş bir Yahudi âdeti olduğu“ vurgulanmıştır. Yine Ses gazetesinin 7. sayısında “ Utanıyoruz Hanımlar” başlıklı bir yazıda “ kadınların milyonlarca hemcinsleri gibi çarşafları atarak kocaları ile veya kardeşleri ile eğlence yerlerine medeni bir tarzda gelmelerinin” öneminden bahsedilmiştir. Filhakika, Cumhuriyetin etkisini buradan süzmek gayet mümkün.
Dil yani Türkçe faktörü önemli biliyorsunuz. Ancak, dil eşittir İslami kşmlik eşlemesi de doğru değil. Bir örnek vermek istiyorum. Karpaz Kaleburnunda pekçok köylü fakirleşti ve İngiliz idaresine girmişti. Rumlarla çalışmaya başlarken Rumca konuştular ve Türkçeyi unuttular. Uzun şalvara benzer erkek tesettürüne uygun bir giysileri vardı. Magosaya gelip Türklerin kadınların etek vs giydiğini görünce çok şaşırdılar.
Bir tür örtüyü atma dönemi yaşanıyor 1950’lere kadar keskin şekilde yaşandı. Ne eksikti ve ne yapılmalıydı?
Bunun asıl nedeni, Kıbrıs müslümanları ortada kalmıştı. Yeterli nitelikte ve sayıda öncüleri, alimleri yoktu. Medreseleri yoktu. Kıbrıs yeterli desteği Osmanlıdan da görmemişti. Eğitim kötüydü. İfsat bir yana hırıstıyanlaştırma (tenarüs) hareketleri yaşanmıştı.
Kıbrıslı müslümanlar tek çareyi anavatan demekte bulmuşlardı. Anavatanın ilham kaynakları ise maalesef din olmaktan iyice çıkmıştı. Milliyetçilik ve din kesiştiği zaman Dr Fazıl Küçük dine sempatik bakan biri değildi ama Rumlardan ayrışmak için köylere minareli camii yapılması projesini başlatabilmişti. Dini amaç taşısa da ana motivasyon milliyetçilikti. Kıbrıs’ta Rauf Denktaş daha dindardı. İlerde yayımlamayı düşündüğüm, İslam tarihi kitabımda şimdiye kadar değinilmemiş birçok konu var. Bunların sayfasını aralamayı Allah’ın izniyle istiyorum.