1. Türkiye, nihayet 23 Temmuz 1908 "hürriyet" darbesi ve Sina Akşin'e göre (100 Soruda Jön Türkler ve İttihad ve Terakki, s. 125) "askerî bir hükümet darbesi"nden ibaret olan 31 Mart (13 Nisan) 1909 ayaklanması ve tam iki hafta sonra Abdülhamid Han'ın tahttan indirilmesiyle oligarşik bir hakimiyet altına girmiştir.
2. Türkiye, gerçek manâda demokratik, lâik bir hukuk devleti olabilmiş midir? Görünen odur ki, Orwell'in Animal Farm'ındaki anayasanın "Bütün hayvanlar eşittir ama bazı hayvanlar daha çok eşittir." şeklindeki birinci maddesi, Türkiye'de demokrasi ve hukuku daha iyi tarif etmektedir. Türkiye'de demokrasi, hakim oligarşinin hakimiyetini halka rağmen halkın üzerinden yürütme projesi intibaı vermekte; lâiklik, İslâm'ı ve halkın İslâm hassasiyetli kesimlerini kontrol etme ve sisteme hizmet ettirme temeline oturmaktadır. Türkiye'de en azından kelime anlamıyla cumhuriyetin gerçekleşip gerçekleşmediği de tartışmaya açıktır, çünkü ülkede hiçbir zaman cumhur hakimiyeti yerleşmemiş, hakim oligarşi, cumhura rağmen ve onların üzerinden hakimiyetini sürdürmüştür.
3. Söz konusu oligarşi, halkın değerlerine karşı, hattâ düşman olduğu ve hakimiyetini halka rağmen sürdürmeye çalıştığı için, içten içe bir suçluluk psikolojisiyle sürekli korku içinde olmuştur. Halk tarafından defalarca reddedildiği için de iflah olmaz bir kin ve düşmanlığa dönüşen bu korku sebebiyle Türkiye içine kapanmış; iç ve dış politikalar, genellikle irtica ve bölücülük paranoyasıyla halkı ve değerlerini sürekli baskı altında tutmaya endekslenmiştir.
4. Baştan beri özellikle İngiltere'nin, daha sonra yine İngiltere ile işbirliği halinde ABD'nin ve mutlaka İsrail'in etkisi, Türkiye'nin iç ve dış politikalarında önemli bir faktör olmuştur. Bu faktör sistemin halka ve değerlerine karşı konuşlanmasıyla birleşince, tarih yapıcı ve medeniyet taşıyıcı bir halk olabildiğince yozlaşmış, tarihin en tayin edici milletinin devleti dışarıda etkisiz bir hale gelmiş, tarihin en kahraman bir ordusu da ülkeyi kendi halkına ve hükümetine karşı korur bir pozisyona düşürülmüştür. Sistemin bizzat onun ana unsurları tarafından kilitlendiği şu dönemde, hükümet İsrail-Suriye barışı hülyasıyla oyalansa da, İsrail Lübnan'a, ABD İran'a saldırı planları içindedir ve Türkiye'nin mevcut durumu, bölgeyi olabildiğince karıştıracak böyle bir dönemde onun elini-kolunu bağlayıcı mahiyettedir; denebilir ki ülke, bir ihanet sarmalı içindedir.
5. Türkiye, şeflik döneminden çok partili döneme, ülkede özgürlük havasının "Cumhuriyet" tarihinde en hissedilir ölçüde estiği DP dönemine siyasî mücadeleyle değil, tabandaki dinî-millî hizmetler neticesinde geçmiştir, geçme mecburiyeti duymuştur. Gerçek bu iken, 1950'den sonra darbelerle bölünen sivil hükümetler dönemlerinde İslâm hassasiyetli kesimler her defasında içten değişime uğramış, siyaset dışı güzel hizmetler kısmen de olsa siyasete endekslenmeye yüz tutmuş ve birtakım siyasîler tarafından malzeme yapılır olmuştur. Özellikle şu son dönemde, iktidarın İslâm lehine gözle görülür hiçbir faaliyeti ol(a)mazken ve her parti mutlaka sistemin bir unsuru iken, tavanı ayakta tutacak asıl faktörün de esas tabanda yapılacak siyaset ötesi çalışmalar olduğu unutulmuş; meselelere büyük ölçüde AK Parti endeksli bir bakış açısı geliştirilmiş; bu milletin ihyasının Din'in ihyası ile mümkün olabileceği gerçeğine rağmen AK Parti ve AB üzerinden savunma hattı kurulmuş; daha da acısı, düşünce, itikad ve yaşayışta daha önceleri görülmedik derecede hassasiyet erozyonları yaşanmıştır. Allah'ın gerçek mü'minler üzerinde düşmanlarına asla yol vermeyeceği (Nisâ, 141), eğer onlar istikamet üzere ise başkalarının farklı yollarda olmalarının onlara zararının dokunamayacağı (Mâide, 105), bir millet içini değiştirmeden Allah'ın durumlarını değiştirmeyeceği (Ra'd, 11) gerçekleri göz ardı edilmiştir.
Tren, raydan tamamen çıktı ve saptı; devrilecek ve eğer İslâm'a tarziye eli uzatılabilirse çok güzel bir tamirden geçerek, yenilenmiş raylara oturacak. Ama bu arada neler yaşanır, onu da Allah gösterecek.
Zaman gazetesi