Kenan ALPAY
"Terörizmin Finansmanını Önleme Kanunu" Tuzağı
Terör, terörist ve terörizm kavramları uluslara arası emperyalist siyasetin olduğu kadar bölgesel-yerel despotik iktidarların da her türlü gayrı hukuki icraatlarına meşruiyet kazandırabilmenin müstesna araçlarından biri olduğundan kimsenin kuşkusu yok. Terörle mücadele adına yapılan hemen her türlü kanuni düzenleme, operasyon veya müdahale ‘istikrarın korunması’ gibi modern dönemin en mukaddes hedefi temin etmeye matuf.
“Terör ve terörizm nedir, terörist kimdir?” sorularını sormamıza müsaade edilmiyor. Çünkü hukuki ve ahlaki ilkeleri çiğneyen mevcut işleyişe itiraz kapısını aralayan bütün girişimler “istikrarsızlık” alameti sayılıyor. İstikrarı ve meşruiyeti egemen sınıflar temsil ediyor. Öte yandan kaos ve çatışmayı, ötekileştirme ve düşmanlaştırmayı haklarından mahrum edilen insanların talepleriyle eşitlemişler. Filistin, Afganistan, Irak, Çeçenistan ve son olarak Mali işgalleri üzerinden sürüp giden tartışmaları bu bağlamda değerlendirilmek durumundadır.
FAFT’nin Emir ve Görüşleri İçin Hazır Ol!
Bu sıralarda Türkiye’nin gündeminde pek tartışılmıyor olsa da geleceğini ciddi anlamda etkileme ihtimali olan bir yasal düzenleme söz konusu. ABD’nin öncülüğünde 1989 senesinde kurulan FATF (Mali Eylem Görev Gücü) sözde “bankaların terör finansmanı ve kara para aklanmasını önlemeyi engellemek” amacıyla faaliyet yürütüyor. FAFT Başkanı Türkiye’nin terörün finansmanıyla alakalı beklenen standartları hayata geçirmediği gerekçesiyle baskı kurmak amacıyla sık sık gelir gider oldu. Türkiye’nin üyeliğini askıya almakla hatta ilişkileri kesmekle tehdit ediyor. Hükümeti, Meclis’i, bürokratları olduğu kadar TÜSİAD, TOBB, Bankalar Birliği gibi sermaye çevrelerini de tazyik altında tutuyorlar.
Neden FAFT diğer ülkeler üzerinde olduğu gibi Türkiye üzerinden de baskı kuruyor? FAFT ne istiyor? Bu sorunun cevabını isterseniz sıkı bir liberal olan Metin Münir ve sıkı bir Kemalist olan Saygı Öztürk’ten alalım önce. Çünkü biri liberal diğeri Kemalist olan bu iki gazetecinin konuya yaklaşımları ibret verici bir paralellik arz ediyor. Mesela Milliyet’teki köşesinde Metin Münir “Ortadoğu kilometre kareye en çok terör örgütünün düştüğü bölge” hükmünden hareketle FAFT’ın verdiği ev ödevini gereğince çalışmayan Hükümeti azarlıyor. Para, sermaye hatta ticaret ambargosuna maruz kalacağımıza dair ihtarıyla FAFT’nin istediği yasayı kuşa çevirmek veya kadük bırakmak gibi kurnazlıklara müracaat edilmemesini tavsiye ediyor. Yoksa İran ve Kuzey Kore gibi tecrit edilenin kaçınılmaz olduğunu vurguluyor. İlaveten aslında bürokratların bu yasa için gerekli hassasiyet ve hızı sergileyemeyenlere yönelik muazzam bir tepkisi olduğunu da öğrenmiş oluyoruz.
Askeri vesayet adına Hürriyet ve Sözcü’de sergilediği performansla göz kamaştırıcı bir gazetecilik örneği sergileyen Saygı Öztürk, AK Parti Hükümeti’ni FAFT’nin konseptine göre konumlanmaya davet ederken şöyle bir cümle kuruyor: “Dünyanın terörist olarak ilan ettiği bazı kişiler, Türkiye’de “çok itibarlı” oluyor. Bunun hayli örnekleri de var.” Hangi teröristler nasıl bir itibarla muamele görüyor, sorusunu şimdilik bir kenara bırakalım. Çünkü Saygı Öztürk Türkiye’nin, İran ve Kuzey Kore’den sonra üçüncü derecede “en riskli ülke” olduğu yani terörün finansmanına ilişkin işlemlerin en yüksek olduğu ülkeler arasında görülmeye başlandığı yönündeki kaygılarla yanıp tutuşuyor. O da Metin Münir gibi bu kaygıları için FAFT raporlarını, bürokratların beyanlarını ve Kemalist siyasetçilerin görüşlerini dayanak alıyor.