Terör nedir, terörist kimdir?

Abdurrahman Dilipak

Terörün değirmenine su taşıyanlardan söz ediyorum. Onlardan çoğu, dillerinde özgürlük şarkıları ile celladına aşık kurbanlar gibidirler.. Hem zalim, hem de kurbandırlar..
Terörü tümden dışlamak, olumsuzlamak da istemiyorum.. Terör, ya da egemenlerin gözünde terör yapmakla suçlanan toplulukların yaşama, varolma mücadeleleri, zalim yönetimlere karşı güçsüz mazlum toplumların isyanı, çığlığı olur bazen.
Onlar asla örgütlerinden şüphe duymazlar. Zaten farkına vardıkları zaman, işleri bitirilir. Şeyhini mutlaklaştıran, ona aşırı bağlı bir tarikat mensubu gibidirler.. İdeolojilerini, misyonlarını dinleştirmişlerdir adeta..
Terör aynı zamanda, birilerinin gözünde “kaybedilen kurtuluş savaşlarının adı”dır. Çünkü birileri yeri geliyor, başarıya ulaşan terör eylemlerini, kendi resmi tarih safsataları ile toplumlara “Kutsal kurtuluş savaşı” diye yutturmaya çalışıyor..
Yani, mazlum halkların büyük güçlere karşı kurtuluş umudu..
Zaten her şey de tam burada karışıyor.
Terör yalın halde, siyasal amaç güden, korkutma, yıldırma, caydırmayı hedefleyen, teslimiyeti reddedenlerin şiddetini ifade eder.
Aslında devlet de terör uyguluyor artık.. Terör artık sadece zayıfların silahı değil, aynı zamanda güçlülerin toplumun farklı kesimlerini birbirine karşı kışkırtarak uyguladıkları bir teröre de dönüşmüş vaziyette.
Devlet, asimetrik savaş, gayri nizami harp, anti terör, özel harp takdikleri ile terörü etkin bir yöntem olarak kullanıyor..
Terör artık ilan edilmemiş bir savaş biçimi olarak gündemimize, bir daha hiç çıkmamak üzere girdi..
Kimse “ben teröristim” demiyor, o karşısındaki güç öyle tanımlıyor.. Bu iş tam da “suç, samurdan kürk olsa kimse giymezmiş” ya, işte öyle bir şey.. Terör bu anlamda herkesin lanetlediği bir şey ve onu hep başkasına yakıştırıyor..
Bana kalırsa masum insanları hedef seçen, onların üzerinde, dini, mezhebi, ideolojisi, geleneği, kimliği, dili, siyasi tercihi sebebi ile şiddet uygulayan herkes, o kim olursa olsun, zalimdir, fasıktır. Eğer bu yaptığı işi meşrulaştırıyorsa, kafirdir.. Kim ki bunlara fiilen ya da sözle veya para vererek destek olursa, bu zalimler karşısında sessiz kalırsa o zulme ortak olmuş olur..
Ama hemen şunu da belirtelim ki, zalimlerin de hakları vardır. Bir insan suçlu da olsa, ona suçunun cezası nisbetinde, hukuk yolu ile ancak şiddet uygulayabilirsiniz.. Bu, suçluya dilediğiniz her şeyi yapacağınız anlamına gelmez..
Hep söylüyorum ya, hangi yüksek ideal için olursa olsun, hiç kimsenin hiç kimseye haksızlık yapma, şiddet uygulama hakkı yoktur.. Haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana, zalimlere karşı duracağız..
Bu konuda diğer kurallar şöyle:
-Zan/şüphe ile karar vermeyeceğiz.
-Suçun şahsiliği esastır.. Suçu kim işledi ise, bedel ödemesi gereken odur. Oğlu, eşi, kızı, akrabası, o aşiret, o kavim, parti, tarikat değil..
-Kan davası yoktur.
-Kısasta haddi aşmak zulümdür..
-Kişi tevbe ederse, hak sahiplerinden biri affederse, hüküm değişir. Savaşta eman dileyene el kalkmaz..
-Bir haksızlık sebebi ile, taraflar arası husumet asla caiz değildir..
-Düşmanımız için bile asla adil şahitler olmaktan ve adaletten vazgeçmeyeceğiz.. Bir davadaki şahitliğinizi, haklı taraf düşmanınız olduğu için değiştirirseniz siz de zalimlerden olmuş olursunuz..
“Siyasi amaçla şiddet”in meşruiyeti, “def-i mazarrat”la sınırlıdır.. Gaye “maslahat/sulhetmek”tir. Yani karşı tarafı zulümden vazgeçirip sulha razı etmek..
Dostlar, biliyor(mu)sunuz belki. İlk büyük günah neydi? Irkçılıktır.. Irkçılık; bireysel planda “ene/ben” şeklinde, toplumsal planda “ırkçılık/kavmiyet” şeklinde tezahür eder.. Onun içindir ki, Mehmet Akif şiirinde “Fikri kavmiyeti tel’in ediyor peygamber” der.. Hatırlarsanız, Allah meleklere insana secde etmesini emrettiğinde şeytan “Beni ateşten yarattın, ben ondan üstünüm” dedi ve secde etmedi, Allah da şeytanı lanetledi. İlk İlahi lanet egoistlere / ırkçılara ulaştı.. Dünyaya sürgünün sebebi, nefsin çektiği bir şey için akla güvenip haram / yasaklanmış bir şeyi yapmakla ilgili idi.. Dünya hayatının ilk yanlışı neydi? Kabil’in, eşine razı olmayıp, kardeşine ilgi duyması, cinsel sapma, ensest ilişki talebi. Ve hemen bunun ardından ilk kan.. Peygamber çocuğu iki kişiden birinin Allah’a takdime sunmakla ilgili dini bir konuda tartışarak Kabil’in Habil’i katletmesi..
Aslında orada yine öncelik, hak sahibi olmak, kendi dediğinin olmasını karşısındakine kabul ettirmek, kendini beğenmek, hak etmediği bir şeyi istemek gibi ahlaki bir zaafın öne çıktığını görüyoruz.. Bütün bunlar siyasi bir karakter kazandığında, iktidar olma, kolektif nefsin kendini dayatmak için şiddete başvurması hadisesi ile karşı karşıya kalıyoruz.. Ve dünya serüveni başlıyor.
Savaş ve terör hadisesinde, aslında herkes kendi yerini, safını seçiyor.. Kim Habil, kim Kabil? Ve sadece çatışan taraflar değil, bütün bir dünya, bu kamplaşmada kendi yerini seçiyor aslında..
İşin kötü yanı ne biliyor musunuz, bu işlerde çoğu zaman her iki taraf da suçludur. Ölen niye öldüğünü, öldüren niye öldürdüğünü de bilemez bazen..
Bana göre, bugün dünyadaki terör olaylarının büyük çoğunluğu devletlerin icadı, örgütlediği, hedef ülke ve topluluklara karşı ilan edilmemiş bir savaştır.. Onların sloganlarına bakarak onları tanıyamazsınız. Marksist bir ülke, dindar bir örgütü ya da kapitalist bir ülke, komünist bir örgütü örgütleyebilir ya da kullanabilir..
Aileler, gençler, öğretmenler bu konuda çok dikkatli olmak zorunda..
Sonuç şu: Adalet yoksa barış da yok. Adalet ve barış yoksa, özgürlük de olmayacaktır..
Haksızlıklar karşısında susmamak gerek, tamam, ama haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun.. Haksızlık yapan bizden biri de olsa bunu yapabileceksek, o zaman bu sorunla baş edebiliriz.
Selam ve dua ile..

VAKİT