Terör, İslam ve Amerika... -4

Ayşe Hür

Sokaklardaki ABD imajı
Müslümanların ve Arapların ABD'ye karşı tavırları konusunda yapılmış araştırmaların yetersiz olması bu kesimler arasında Amerikan karşıtlığının derinliğini ölçmeyi zorlaştırmaktadır. Ancak ilk ağızda söylemek gerekir ki Müslüman veya Arapların ABD'ye ya da Amerikalılara karşı duyguları monolitik bir yapıda değildir.
ABD karşıtlığı entelektüeller, gençler, kadınlar ile alt ve alt-orta sınıflar arasında büyük bir taraftar bulurken, eğitimli, meslek sahibi orta ve üst sınıflarda ya da yaşlılar arasında daha yumuşak duygular hâkim. Ayrıca bir ülkedeki iktidarın niteliği de ABD karşıtlığının biçimini ve şiddetini etkiliyor.
Hedef rejim mi?
Hatta tarihçi Bernard Lewis'e göre ABD, Ortadoğu'daki hükümetlerin başarısızlıklarını örtbas etmek için ya da halkın içinde bulunduğu durum dolayısıyla birini suçlamak için seçtiği bir günah keçisidir. 1996 yılında Suudi Arabistan'daki Hobar şehri yakınlarındaki ABD askeri üslerinin bombalanmasından sonra bir Suudi vatandaşının CBS televizyonuna, "Bu işten sadece şu nedenle hoşlanmadım. Aslında Suudi yönetimini vurmak istiyorlardı ancak Amerikalıları vurdular" demesine bakılırsa Lewis haklı görünüyor.
Aynı şekilde 2001 yılında, Filistin'deki Birzeit Üniversitesi tarafından yürütülen bir araştırma Filistinlilerin genel olarak Arap rejimlerini beğenmediğini, ancak, olumsuz duygularını rejimin destekçisi ABD'ye yönelttiğini düşündürmekte. Çünkü araştırmaya katılanların sadece yüzde 18'i Arap rejimlerini demokratik bulmuş, sadece yüzde 25'i Arap basınının özgür olduğunu düşünmüş, sadece yüzde 27'si Arap ülkelerinde insan haklarından söz etmiştir.
İki ayrı duygu
Bu araştırmaların ilginç bulgularından biri de Arap toplumlarının aslında Amerikan kültürüne değil, ABD politikalarına düşman olmasıdır. Aslında Maryland Üniversitesi ile Zogby International adlı araştırma kuruluşunun 2003' te Irak Savaşı'nın hemen sonrasında yaptığı araştırmaya katılan beş müttefik Arap ülkesindeki 2 bin 600 katılımcının çok az bir bölümü ABD'ye karşı olumlu duygular beslediklerini ifade etmişlerdir. Bu oranlar Lübnan'da yüzde 32, Mısır'da yüzde 13, Suudi Arabistan'da yüzde 4'tür. Ancak katılımcıların büyük çoğunluğu ABD'ye yönelik duygularının Amerikan kültüründen değil, ABD'nin dış politikasından kaynaklandığını söylemişlerdir. Suudilerde bu oran yüzde 67 iken, Mısırlılar'da yüzde 46'dır.
Araştırmalara göre en şiddetli Amerikan düşmanları bile ABD filmlerini, televizyon programlarını izlemekten, müziğini dinlemekten zevk aldıklarını söylemektedirler. Bu oran Lübnan'da yüzde 59'a, (Arap olmayan İslam ülkesi)
İran'da yüzde 75'e çıkmaktadır. Palestinian Center for Policy and Survey Research adlı kuruluşun Ekim 2003 tarihli araştırmasında ise Filistinlilerin yüzde 85'i ABD'yi tıp, bilim ve teknolojide başarılı bulmakta, yüzde 53'ü Amerikan sanatı ve eğlence kültüründen hoşlanmaktadır.
Aynı araştırmada katılımcıların yüzde 74'ü ABD'nin cinsiyet ayrımcılığı yapmadığını ve yüzde 44'ü de insan haklarına saygı gösterdiğini düşünmektedir.
Din ve dış politika
Ancak ABD'ye yönelik olumlu duygular dinsel özgürlük ve dış politika konularında yüzde 23'e, azınlıklara saygı konusunda yüzde 17'ye kadar düşmektedir.


Filistinlilere göre terör
Bugün İslami terörün kol gezdiği Filistin'de halkın teröre dair görüşleri ilginçtir. Filistinlilerin neredeyse tamamı ABD'nin terörizm tanımı ile hemfikir değildir. Onlara göre Batı Şeria ve Gazze'deki Filistinliler ve Lübnanlı gruplara terörist denilmesi haksızlıktır.
Öte yandan Palestinian Center for Policy and Survey Research tarafından 7-14 Ekim 2003 arasında Filistin'de, 18 yaşından büyük 1318 Filistinli arasında yapılan araştırmaya göre, Hayfa'daki Maxim Restaurant'da 20 İsraillinin ölümüyle sonuçlanan saldırıyı görüşülen kişilerin yüzde 75'i onaylamaktadır. Bu destek mülteci kamplarında yüzde 84'e çıkmakta, köylerde yüzde 69'a inmektedir. Terör olaylarına en büyük destek yüzde 79 ile kadınlardan, en az destek yüzde 66 ile yaşlılardan gelmektedir. Teröre destek veren öğrencilerin oranı yüzde 81 iken, meslek sahiplerinde bu oran yüzde 33'e düşmektedir. Katılımcıların yüzde 44'ü İsrail'deki sivil hedeflere yapılan saldırıların Filistin davasına hizmet ettiğini düşünürken, bunu 'her koşulda' olumlu bulanların oranı yüzde 16,4, İsrail'in saldırması halinde yapılmasını onaylayanların oranı ise yüzde 53,3'tür. Aynı grubun yüzde 83'ü İntifada'nın sürmesini isterken, yüzde 40,8'i İntifada'nın ne İsrail'e ne de Filistin'e bir şey kazandırmadığı görüşündedir.
Katılımcılara hangi siyasal grupları destekledikleri de sorulmuştur. El Fetih'i destekleyenlerin oranı yüzde 25,5, terörist örgütler listesinde yer alan HAMAS'ı ve İslami Cihad'ı destekleyenlerin oranı sırasıyla yüzde 18,5 ve 4,3'tür. Hiçbir grubu desteklemediğini söyleyenlerin oranı yüzde 38,5'a ulaşmıştır.


Sabra ve Şatilla katliamı
'Terör' denilince genelde örgütlerin sivillere yönelik eylemleri düşünülür. Sabra ve Şatilla ise devlet ya da devlet adamlarının suçlandığı vahim olaylardan biri.
İsrail Başbakanı Ariel Şaron'un politik yaşamının en tartışmalı sayfalarından kuşkusuz 16-18 Eylül 1982 tarihinde yaşanan ve tarihe 'Sabra ve Şatilla katliamı' olarak geçen olaylardaki rolüdür. Beyrut'un güneyindeki bu iki mülteci kampı İsrail birlikleri tarafından kuşatılmış, birliklerin arasına gizlenmiş Lübnanlı Maruni Falanjist milislerin açtığı ateşle, Kızıl Haç'ın verdiği rakamlara göre Filistinli ve Lübnanlı 2 bin 750 mülteci öldürülmüştü. İsrail tüm dünyanın tepkisini çeken olaylardaki ölü sayısını 800 olarak açıklamış ancak sorumluluğunu hiçbir zaman üstlenmek istememişti. BM bile 521 sayılı kararı ile katliamı lanetledi ancak suçluların adını anmaktan kaçındı.
Halbuki katliamdan kısa süre önce Şaron'un Falanjistlerin lideri ile bir görüşme yaptığı biliniyordu. 16 Eylül tarihli The New York Times, 20 Eylül tarihli The Guardian, 4 Ekim tarihli The Newsweek'de olaya bizzat şahit olan doktorların, hemşirelerin anlatıları yer almıştı. Hatta Kudüs'te yayımlanan The Jerusalem Post bile 21 Eylül tarihli sayısında bir İsrailli askeri ölümcül silahını ateşlerken gördüğünü söyleyen bir tanıkla yapılmış röportajı yayımlamıştı. Bunun üzerine İsrail hükümeti Yitzhak Kahan başkanlığında bir komisyon toplamayı kabul etti. Komisyon 1983 Şubat'ında sonucu bildirdi: "Şaron sorumlu bulunmuştur, çünkü Falanjistlerin Filistinlilere ve Lübnanlılara duyduğu büyük düşmanlığı göz ardı ederek onları birliklerine dahil etmiş, onları eylemleri sırasında denetlememiştir. Onun yapması gereken Falanjistlerin kampa girmesini engellemekti." Raporun sonuna şu not da eklenmişti: "Şaşırarak fark ettiğimiz bir başka nokta da Savunma Bakanı'nın eylem öncesinde Başbakan'a (Menahem Begin) konuyu hiç açmamış olmasıdır." Bugün çok kişi bu olayın günümüzdeki terör saldırılarından farkının ne olduğunu yanıtlamakta zorluk çekmektedir.


Filistin sorunu bakışı etkiliyor
Bölgedeki ABD karşıtlığının en önemli argümanı, ABD'nin Filistin-İsrail çatışmasında İsrail'in tarafını tutmasıdır. Arap araştırmalarında uzman olan Zogby International'in başkanı James Zogby, "Filistinliler için İsrail
meselesi varoluşsal bir sorundur. ABD Yahudileri için Nazi soykırımı neyse odur" demekte ve bölgedeki ABD karşıtlığını buradaki siyasi körlüğe bağlamaktadır.
Gerçekten de İsrail ile Filistinliler arasındaki görüşmelerin 2000'de kesilmesi ve İntifada hareketinin başlamasından ve Suriye ile İsrail arasındaki görüşmelerin tıkanmasını takiben Suriye-İsrail ve Lübnan arasında sınır çatışmalarının patlak vermesinden beri Araplar ABD'yi çok daha şiddetle suçlamaktadırlar. Nitekim Zogby International'ın araştırmasında Suudi Arabistan, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri ve Lübnan'da yaşayan Arapların yüzde 60'ı Filistin sorununun kendileri açısından en önemli 'kişisel sorunları' olduğunu belirtmişlerdir. Bu oran Mısırlılar arasında yüzde 79'dur. Birzeit araştırmasına göre ise Filistinlilerin yüzde 90'ı ABD'nin, 'Arapları kesinlikle tutmadığını' ve bu İsrail yanlısı tutumun Arap-Amerikan ilişkilerini belirleyen birincil faktör olduğunu düşünmektedir. Bu oranlar Araplar için elde edilen sonuçlara çok yakındır.


Kadın teröristler
İntihar komandolarının profili incelendiğinde olaylarda giderek daha çok kadının yer alması dikkat çekiyor. Filistin İslami Cihad'ın sözcüsü bunun nedenini 'Kadınlar bu işe çok istekliler, onları geri çeviremiyoruz'! diye açıklıyor. Sadece bu örgüt değil Seylan'da faaliyet gösteren ve Lübnan
Hizbullahı'na bağlı Ealam Tamil Kaplanları'nın intihar komandolarının yüzde 40'ı kadın. Suriye Sosyalist Milliyetçi Partisi adlı bir örgüt de 12 olayın 5'inde kadınları kullanmış. PKK da 15 intihar saldırısının 11'inde kadınlara yer vermiş. Üyelerine 'hicap giyme' zorunluluğu getiren HAMAS ise kadın bombacılara sıcak bakmıyor. Bu yeni eğilimin İslam dininin intihar eden kadınlara erkeklerden daha hoşgörülü yaklaşmasından kaynaklandığını ileri sürenler var.
Gerçekten de bu hoşgörü 2001 Ağustos ayında Suudi Arabistan Yüksek İslam Konseyi'nin verdiği fetva ile belgelenmiş durumda. Bazıları ise bunu kadınların içinde bulundukları sıkıntılardan en çok etkilenen kesim olarak daha büyük bir öfke biriktirmelerine bağlıyor. Bazıları toplumsal açıdan sürekli ikinci planda kalan kadınların bu tür eylemler aracılığıyla görünür olmayı hedeflediklerini söylüyor. Özellikle hicap giymiş kadınların bombaları kolayca saklamalarının örgütlerin kadınları kullanmalarında rolü olduğu sanılıyor. The Guardian gazetesinde 2001 yılında çıkan bir haberde ilk Filistinli kadın terörist Leyla Halid'le ilgili olarak öylesine cafcaflı sözler edilmiştir ki, kadın teröristlerin olayı daha dramatize etmek ve medyatik kılmak için seçildiğinden bile
şüphelenmek mümkündür.

RADİKAL