Islah Haber’in başlattığı “Terörün Finansmanını Önleme” yasası konulu röportajlar dizisi devam ediyor.
Tartışma dosyasının ikinci konuğu Özgür-Der Diyarbakır Şubesi Başkanı Av. Serdar Bülent Yılmaz, gerek konunun arkapılanı, gerek yasanın kapsamı ve gerekse de İslami yapılara dönük oluşturduğu risklere dair önemli açılımlarda bulundu.
Serdar Bülent Yılmaz’ın verdiği cevaplar:
“Terörün Finansmanını Önleme Yasa Tasarısı” jet hızıyla meclisten geçerek yasalaştı. Bu gelişmeyle ilgili öncelikle genel bir değerlendirmenizi alabilir miyiz?
6415 Sayılı Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkında Kanun, Türkiye’ye dayatılmış bir kanundur. Maalesef hükümet direnmemiş ve emperyal sisteme uygun davranmayı yeğlemiştir. Şayet bu yasa, BM ve FATF’ın kriter ve isteklerine uygun icra edilirse Türkiye, İslamcı cemaat ve gruplara karşı ABD ve İsrail’in geliştirdiği 11 Eylül konseptinin sopası olacaktır.
Bu yasa ABD ve İsrail için ya da şöyle diyelim, 11 Eylül konsepti için çok mu önemli?
TERÖRİZMLE MÜCADELE KONSEPTİ ETKİLİ BİR EMPERYAL BLOKAJ YÖNTEMİDİR
Elbette çok önemli hatta hayati. ABD, 11 Eylül saldırılarını bir fırsata çevirerek 11 Eylül konsepti dediğimiz bir süreci başlattı. ABD ve İsrail karşıtı İslami cemaat ve örgütleri her yönden kuşatmak amacıyla terörizmle mücadele söylemini BM’yi de kullanarak küreselleştirdiler. ABD, İsrail ve bu bloğa bağlı devletlerin BM’ye aldırdıkları kararlar ve hazırlattıkları sözleşmeler bu konseptin yaygınlık kazanması açısından hayatiydi.
11 Eylül bloğu, bir yandan BM Güvenlik Konseyini kullanarak Afganistan ve Irak gibi ülkeleri işgal ederken, bir yandan birçok ülkede gizli açık operasyonlar yapıp masum insanları katlediyor ve öte yandan da sakıncalı bulduğu örgüt, kişi ve kurumları hazırladıkları “terör örgütü” listelerine dâhil ederek baskı altına alıyordu. Ancak bu da yetmiyor, ekonomik ambargolarla muhalefeti sindirmek için 9 Aralık 1999 tarihinde kabul edilen “BM Terörizmin Finansmanının Önlenmesine Dair Uluslararası Sözleşme” hayata geçiriliyordu. Türkiye de jet hızıyla bu sözleşmeyi imzaladı. Diğer yandan OECD’ye bağlı Mali Eylem Görev Gücü (FATF), BM Yaptırımlar Komitesi gibi kurumlar sözleşmeye imza koyan üye ülkelere bu sözleşmeye uygun olarak iç hukukta düzenleme yapmaları konusunda baskı yaptılar. Kısacası bu konu 11 Eylül konsepti ve bloğu açısından çok önemli bir konuydu, çünkü bu vesileyle muhalif tüm unsurları her yönden kuşatarak kolay lokmaya çevirmek istiyorlardı. Dolayısıyla meclisin kabul ettiği Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Yasası bu sürecin bir parçası olarak düzenlendi. Terörizmle mücadele konsepti, unutulmamalı ki, batılı güçler için etkili bir emperyal blokaj yöntemidir.
Hükümet tüm bunların farkında değil mi?
HÜKÜMET UYARILMIŞTI
Farkında olmaz olur mu? Elbette en ince ayrıntısına kadar farkındaydı. Bu yasanın ne tür sonuçlar doğuracağı konusunda hükümet yeterince bilgi sahibiydi ve uyarıldı. Özellikle bu yasadan en fazla etkilenecek olan İHH ve benzeri yardım kuruluşları ile İslamcı cemaat ve kurumlar STK’lar vasıtasıyla hükümeti uyardılar. Bu yasa kabul edilirse neredeyse bütün İslami kesime, yardım kuruluşlarına bağış yapan sıradan vatandaşa, bu kurumlarla dolaylı irtibatı bulunan legal ticari kuruluşlarla ticari ilişkisi olan ekonomik çevrelere “terörist” muamelesi yapılacağını, “teröre yardım” ve “terörü finanse eden kurumlar”dan biri olarak mahkûm edileceklerini ısrarla söylediler. Fakat hükümet bu yasayı bu ikazlara rağmen ve bütün risklerini bilerek çıkardı.
Türkiye sakıncaların farkında dediniz; bu konuya tekrar döneceğiz ama önce şunu sormak istiyoruz: Türkiye’de “terörün finansmanı” hakkında zaten uygulanmakta olan bir düzenleme yok muydu?
11 EYLÜL KONSEPTİ YÜRÜRLÜKTEKİ YASAYI YETERLİ BULMADI
Elbette vardı. Bu yasa Türkiye’nin gündemine ilk defa girmiş değil. Daha önce de gündeme gelmiş, bahsi geçen uluslararası sözleşmelere uygun yasanın çıkarılması istenmiş ve mevcut yasalardaki düzenlemeler değiştirilerek 2006 yılında Terörle Mücadele Kanununun 8. Maddesinde “Terörün Finansmanı” başlığı altında yeni düzenlemeler yapılmıştı. Bu düzenlemeler hala yürürlükte.
O halde neden Türkiye’ye tehditle şantajla yeni bir yasa yaptırmaya ihtiyaç duyuldu? Yürürlükteki yasa yeterli değil miydi?
11 Eylül konsepti için yeterli değildi. Bu nedenle FAFT 2007’de hazırladığı bir raporla Türkiye’yi kendi istedikleri tarzda bağımsız bir yasa çıkarması için sıkıştırıyor ve tehdit ediyordu. Çünkü Türkiye’deki mevcut düzenleme, yargısal bir düzenleme, yani TMK ve TCK’da yer verilen ve yargı tarafından işletilen ve hukukilik denetimine sahip bir düzenleme. Kimin nasıl cezalandırılacağını, kimin mallarının müsadere edileceğini, kimin ekonomik varlığının dondurulacağını yargı belirliyor. Üstelik kapsamı da istenilen genişlikte değil. Oysa FAFT, bu sürecin yargı denetiminde ve yargısal süreç takip edilerek işletilmesini istemiyor. Tamamen siyasi kurumlar eliyle, yargısal süreç işletilmeden ve yargı denetimine tabi tutulmadan yürütülecek bir düzenleme istiyorlar. Yani bu düzenlemede suça ve suçluya dair saptama yargı tarafından yapılmayacak. İstihbari bilgilere dayanılarak ve bir savunma mekanizması da işletilmeden doğrudan ilgili siyasi kurul tarafından karar verilecek. Bu da telafisi imkansız sonuçlara yol açabilecek. Birçok yönden çok sakıncalı bir yasa çıkardı hükümet.
Tam da bu noktada tekrar ertelediğimiz konuya dönelim. Hükümet bu yasanın sakıncalarının farkında dediniz. Farkındaysa niçin direnmedi?
SÖZDE “ONE MİNUTE”, ÖZDE TESLİMİYET!
Direnmedi, çünkü Türkiye imza koyduğu uluslararası metinlerle bağlı bir ülke. NATO’ya, BM’ye, OECD’ye, AGİT’e, Kara Paranın Aklanmasının Önlenmesine İlişkin Mali Çalışma Grubu olan FAFT’a, Avrupa Konseyi’ne ve daha nice ekonomik, siyasi ve askeri teşkilata üye. BM Terörizmin Finansmanının Önlenmesine Dair Uluslararası Sözleşmesi gibi imza attığı uluslararası metinler var. Dolayısıyla bunlarla kendini bağlı hissediyor. Ancak önemli bir şey daha var: Bu yasayı çıkarması için Türkiye tehdit edildi.
TÜRKİYE TEHDİT EDİLDİ!
Kim, nasıl tehdit etti?
OECD’ye bağlı bir kurum olan ve Kara Paranın Aklanmasının Önlenmesine İlişkin Mali Çalışma Grubu olarak adlandırılan Mali Eylem Görev Gücü (FAFT) açıkça Türkiye’yi bu yasayı 22 Şubat 2013 tarihine kadar çıkarmazsa Türkiye’yi kara listeye alacağı, FATF üyeliğinden çıkarılacağı ve uluslararası yaptırımlar uygulatacağı yönünde tehdit etti. Bunları, hükümeti mazur göstermek açısından anlatmıyorum. 11 Eylül konseptinin nasıl hayata geçirilip hangi yöntemlere başvurulduğunu, uluslararası kurumların nasıl kullanıldığını görmek açısından bu örnekleri veriyorum. Ancak, hükümet bu tehditlere boyun eğmemeliydi.
Ne yapmalıydı?
YASAYLA DAVOS SÖYLEMİ ÇÖPE ATILDI
Elbette zor bir durumdan bahsediyoruz. Ama Türkiye artık eski teslimiyetçi Türkiye olmadığını iddia ediyorsa kendi zararına ve dış politikasına uymayan bir yasayı çıkarmamalıydı. Madem, Davos’ta “One Minute” diyorsa bunun somut karşılığı olan tavrı da sergilemeliydi. Sözde “One Minute” diyip özde teslimiyet gösterilecekse bu halk boşuna kandırılmasın. Ben bu yasayla Davos söyleminin çöpe atıldığını düşünüyorum. Bu zeytin dalı uzatmaktan da öte bir nedamet göstergesi gibidir.
YASA, İSRAİL’İN MAVİ MARMARA İNTİKAMI!
Bu yasayla özür dilemesi beklenirken İsrail, Türkiye’ye tükürdüğünü yalatmış ve Davos’un rövanşını almıştır. Çünkü bu yasa en çok İsrail’in işine geliyor ve öte yandan da en çok Hamas, İslami Cihad gibi siyasi hareketler ve onlara yardım eden İHH, Özgür-Der gibi derneklerle Mavi Marmara ruhu olumsuz etkileniyor. Doğrusu ben bu durumu İsrail’in Mavi Marmara’nın intikamını alması gibi görüyorum.
Söz buraya gelmişken biraz da yasanın muhtemel etkileri üzerinde duralım istiyoruz… Terörizmin Finansmanının Önlemesi Yasasından kimler nasıl etkilenecek?
TÜRKİYE’DE BU YASADAN ETKİLENMEYECEK KURULUŞ NEREDEYSE YOK!
Bu yasanın dayandığı konsepti anlattık. Kimlerin hedef alındığı açık. Dünyada nasıl uygulandığını da biliyoruz. Dolayısıyla bu yasanın dayandığı BM Terörizmin Finansmanının Önlenmesine Dair Uluslararası Sözleşme’nin en temelde Müslümanları baskı altında tutmayı amaçladığını söylersek abartmış olmayız. Tehdit ve şantajla Türkiye’ye kabul ettirilen söz konusu bu yasa da aynı amaç doğrultusunda iş görecek. En azından bu doğrultuda işletilmesi için Türkiye sürekli baskı altında tutulacak.
Bu durumda ABD, İsrail ve batının sakıncalı gördüğü her gerçek ve tüzel kişilik için bu yasanın işletilmesi istenecek. Batının “terör örgütü” listelerine giren kişi ve yapılar ve de bunlara yardım eden ya da bunlarla ticari ilişki kuran herkes ve her kurum bu yasanın muhatabı olacak. Mesela Gazze’ye dolayısıyla Hamas’a yapılan her insani yardım bu kapsamda değerlendirilecek. Çünkü Hamas, bazı ülkeler tarafından “terör örgütü” olarak kabul ediliyor. Aynı şekilde Amerika’nın “terör örgütü” listesine aldığı başka birçok örgütler ve kişiler var. Suriye’de Müslümanların desteklediği ve yardım ettiği bazı direniş grupları da “terör örgütü” listelerine alınmış durumda. Ve gelişmelere göre bu listeler kabaracak. Türkiye’de bu durumdan etkilenmeyecek hiçbir İslami kurum tanımıyorum. Kaldı ki bu yasa sadece İslami kesim değil tüm muhalif kesimler için aynı oranda tehlikeler içeriyor.
Yasada başka ne tür somut sakıncalar görüyorsunuz?
KEYFİLİĞE KAPILARI SONUNA KADAR AÇIYOR!
Bir defa şunu belirtelim ki, bu yasa ile kararlar siyasi olarak alınacak. Bu yasanın ucu açık. Kararlar yargısal denetime tabi değil. Hakkında karar verilecek kurum ve kişiye savunma imkanı veren bir mekanizması yok. Öte yandan bu düzenlemede ceza verilebilmesi için yapılan yardımın veya fonun bir suçun işlenmesinde kullanılması şartı aranmıyor.
İstihbari bilgileri merkeze aldığından yönlendirmeye oldukça açık. Subjektif bir politik zemine dayanıyor. Dolayısıyla, iktidarların muhaliflerini sindirmek için ellerine inanılmaz kozlar veren ve keyfiliğe kapıları sonuna kadar açan bir yasadan bahsediyoruz.
İNSANİ YARDIMLAR “TERÖRİZMİN FİNANSMANI” OLARAK DEĞERLENDİRİLEBİLİR!
Ayrıca yasanın varlık sebebi olan “terörizm” ve kavramları da sorunlu. Neyin “terör” ve “terörizm” ve de kimin “terörist” olduğuna kim nasıl karar verecek? Güvenlik Konseyi ülkelerinin “terörist” olarak ilan ettiği kişi ve kurumlar Türkiye tarafından da “terörist” olarak kabul edilebilecektir. Türkiye’de herhangi bir mahkeme mesela Özgür-Der’i Suriye’deki bir direniş grubuna yardım etti veya Hamas’a yardım gönderdi diye kolaylıkla yargılayabilir. Aynı şekilde mesela İHH’yı Mali’de, Somali’de, Nijerya’da, Sudan’da vb. dünyanın herhangi bir yerindeki bir yardım kuruluşuna yardım götürdü diye, sırf bu kuruluşlar ve bunların bağlantılı olduğu oluşumlar uluslararası alanda “terör örgütü” olarak nitelendirildiği için bu kapsamda değerlendirebilir. İnsani yardımlar “terörizmin finansmanı” olarak kabul edilebilir. Bunlar kara listeye alınabilir, malları dondurulabilir. Dahası savcılar, bu kararlardan hareketle TMK kapsamında dava açabilir ve de siyasi iradenin verdiği bu mesnetsiz kararlar yargı tarafından suçun sübutuna dair karine olarak değerlendirilebilir. Bunlar hiç de uzak olmayan ihtimallerdir.
Şunu da ekleyelim; bu düzenleme birçok açıdan anayasaya da aykırılık içeriyor.
YASA, AK PARTİ’NİN EN KÖTÜ İCRAATLARINDAN BİRİSİDİR
Bu düzenleme, maalesef AK Parti’nin bugüne kadar yapmış olduğu en kötü icraatlardan biridir. “Ustalık dönemi” diye adlandırdığı son hükümet döneminin en kötü icraatıdır.
YASAYI ÇIKARAN TÜRKİYE MECLİSİ Mİ, İSRAİL Mİ BELLİ DEĞİL!
Açıkçası yasa çıktığında bir an için “Bunu Türkiye meclisi mi yoksa İsrail meclisi mi çıkardı?” diye düşündüm. Muhtemelen Siyonistler sevinçten takla atmış ve zafer şarkıları söylemişlerdir. Ne diyelim, İsrail’i bu denli sevindirme onuru AKP’ye nasip oldu!
Hükümetin uluslararası baskı sonucunda kerhen bu yasayı onayladığı yönünde bir eğilim de gözlemlenmektedir. Buna göre İslam coğrafyasındaki mağduriyetler karşısında bu oranda duyarlı olup HAMAS’ı “terör örgütü” olarak görmeme olgunluğu gösteren Türkiye hükümetinin “Kerhen onayladık ama siz icraata bakın.” demiş olabilir mi? Yasada “gerekçesi sorulur” maddesinin sadra şifa olacağını düşünüyor musunuz?
SON DERECE TEHLİKELİ BİR YAKLAŞIM…
Hükümetin “terör örgütü” olarak görüp görmemesi önemli değil. Bir an için bu konuda hükümete güvendik diyelim, iyi de bu hükümet ilelebet iktidarda kalacak değil ya! Başka hükümetler ne yapacak peki? Hem dedik ya bu sadece İslami kesimle ilgili bir sorun da değil. İktidarın muhaliflerine haksızlık yapabileceği çok geniş bir keyfi alan yaratılıyor. Sorun hükümetin bu alanı kullanıp kullanmayacağı olmamalı, böyle keyfi bir alanın yaratılmış olmasıdır sorun. Dolayısıyla burada siyasi hükümetlerin dilediği zaman dilediği şekilde manipüle edebileceği bir alan ortaya çıkıyor.
Kaldı ki, bu yasayı çıkarttırmak için tehdit ve şantajla baskı yapan 11 Eylül bloğunun eli şimdi daha güçlü ve yasanın işletilmesi için daha fazla baskı yapacaklar. Yasanın çıkarılması baskılarına direnemeyen hükümetin işletilmesine direnebileceğini kim garanti edebilir? Hükümetin korumasına güvenerek sessiz kalmak son derece tehlikeli bir yaklaşım!
Amerikan patentli bir Tink-Tank kuruluşu mevcut yasanın çelişkilerine dikkat çekerek Türkiye hükümetinin HAMAS’a yardım ettiği ve dolayısıyla hemen yargılanması gerektiğini vurguluyordu. Türkiye hükümetinin özellikle de Ortadoğu’ya yönelik dış politikası ile bu yasa arasındaki çelişkiyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
AK PARTİ KENDİ AYAĞINA SIKTI
İlgili Think-Tank kuruluşu aslında bu çelişkinin hükümetin başına ne işler açacağını güzel bir şekilde ortaya koymuş. İsrail ve ABD de olaya aynen bu şekilde yaklaşıyor ve yaklaşacak. Batılı kurumların “terör örgütü” listelerine yer almasına rağmen Türkiye Hamas’ı destekliyor. Ancak bu andan itibaren bu eskisi kadar kolay olmayacak. Sonuçta çıkarılan yasa Türkiye hükümetini de bağlıyor. Uluslararası sistem bunu takip edecek ve etkili küresel güç odakları bu yasanın gereğini yapması yönünde Türkiye’yi sıkıştıracaklardır. AK Parti, kendi ayağına da sıkan bir yasa hazırladığını bu uluslararası baskıyı gördükten sonra fark edecek.
Evet, bu aşamadan sonra gözler hasseten HAMAS-Türkiye ilişkilerine dikilecek. Diyelim ki hükümet bu çelişkiyi dikkate almadı ama ya Hamas’a destek veren Türkiyeli kişi ve kurumlar konusundaki baskıları nasıl göğüsleyecek? Zaten o yüzden bu yasayı İsrail’in intikamı olarak değerlendiriyorum. Yani İsrail, HAMAS ve ona yardım eden kurumlardan; Mavi Marmara’dan, İHH’dan, Türkiye’nin her şehrinden akın akın İsrail’e karşı HAMAS’a yardım eden insanlardan intikam almak için büyük ve etkili bir koza kavuştu. Ve bu kozu maalesef AKP kendi eliyle İsrail’e verdi.
Sonuçta Müslümanlar daha çok kendilerini muhatap alan adeta oldubittiye getirtilen bir yasayla karşı karşıya kaldılar. Kamuoyu oluşturulamadı, yeterli tepki ortaya konulamadı. Bundan sonrası için neler yapılabilir?
BU YASAYI MUTLAKA ÇÖPE ATMAMIZ LAZIM!
Yasa meclisten çok hızlı geçirildi. İnanılmaz bir hızla hareket edildi. Yasanın tartışılmasına imkan tanınmadı. Son bir iki gün içinde farkına varıldı. Farkına varıldığında yasa meclise sevk edilmiş ve iş işten geçmişti. İHH’nın hazırladığı çok net bir rapor var mesela. Sosyal medyada gündemler oluşturuldu ama konu etkili bir şekilde tartışılamadan yasa jet hızıyla çıkarıldı. Bir gün sonra da meclisten geçti maalesef.
Hiç değilse bu aşamadan sonra yasanın çöpe atılması için çalışmalar yapılması lazım. Ayrıca uygulama sırasında doğan hukuksuzluklar etkili bir şekilde takip edilmeli. Protesto, rapor, imza kampanyasına kadar her türlü eylem biçimi düşünülebilir.