Tereyağından kıl çekmek

Etyen Mahçupyan

Türkiye’de siyaseti yeniden biçimlendirmek isteyenlerin tek düşünebildiği çare mevcut partileri birleştirmek veya bölmek üzere uğraşmaktır. Birçokları hâlâ ANAP ve DYP’nin birleşmesi halinde ‘arzulanan sonucun’ elde edileceğini sanmaya devam ediyor. Başka bazıları ise bugünlerde CHP’yi bölünmeye kadar götürebilecek zorlamaları yapmaktan başka yol bulamıyorlar. Bu faaliyetlerin iki hedefi var: Birincisi tabii ki seçimlerde daha çok oy alan bir parti yaratmak. Ne var ki salt birleşmeyle veya adam değiştirmeyle yaratılacak popülist atmosferin buna yeteceğini sanacak kadar çaresizler. Oysa ne muhtemel bir ‘merkez sağ’ birleşmesinin, ne de muhtemel bir ‘merkez sol’ bölünmesi veya dönüşmesinin böyle bir sonuç yaratma ihtimali var. Eğer bu operasyonu seçimlerden bir iki ay önce gerçekleştirebilirseniz, belki oyların bir miktar artması sağlanabilir. Ama önünüzdeki zaman aralığı daha uzunsa, nihayette her şey kendi gerçek değerine inecektir.

Diğer taraftan oyların arttırılmasının bir araç olduğu da açık. Asıl hedef iktidar olmak ve bu da sadece ‘nitelikli’ bir oy artışını gerektirmekle kalmıyor, aynı zamanda rakibinizin oylarının da düşmesini ima ediyor. Söz konusu birleşme ve dönüşme mizansenlerinin ne zamandan beri ortalıkta olduğunu düşündüğünüzde ise, karşınıza ilginç bir durum çıkıyor: Bütün bunlar İslami duyarlılığı taşıyan partilerin alaşağı edilebilmesi için yapılmakta... Diğer bir deyişle devlet vesayeti altında sıkıştırılmış olan ‘merkez’ siyaset, ideolojik olarak ‘dışarıda bırakılmış’ dindar muhafazakârların iktidar olamamaları için, sürekli olarak elden geçiriliyor. Ama geçmiş örneklerin gösterdiği üzere her elden geçirme işlemi söz konusu ‘merkezi’ daha da küçültüyor.

Bugünlerde bazı siyaset bilimcileri ve araştırmacılar da dönüşen CHP’nin oylarını arttıracağını öne sürmekte. Eğer gerçekten bir dönüşüm söz konusu olsaydı, bu ihtimal geçerli olabilirdi. Ancak eğer böyle bir ihtimal olsaydı, biz de şimdi bunu kişi, söylem ve ideoloji düzeyinde biliyor olurduk. Sadece taktik adımlar sayesinde üretilecek görüntülerle kalıcı bir dönüşümün gerçekleşmeyeceğini ve toplumun bunu idrak ettiği andan itibaren geriye gidişin kaçınılmaz olacağını görmek o kadar zor olmamalı...

Ne var ki Türkiye’deki ‘siyasi merkezin’ kalıtımsal bir sıkıntısı var: ‘Aynı kalmak üzere değişmek’ gibi olanaksız bir umudun peşinden gidiyor. Yani öyle bir değişim olacak ki hâlâ ‘merkezin’ içinde kalınacak, ‘Cumhuriyet’in temel ilkelerine’, kemalizme, devletçi vesayete sahip çıkılacak ve üstelik de iktidar için gereken oya ulaşılacak.

Bu hayalin abesliğini hissedenlerin son umudu ise hep rakip partinin bölünmesi oldu. Geçenlerde The Economist dergisi cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin yayımladığı ‘analizde’, Gül ile Erdoğan arasında bir rekabet olacağı, AKP’nin bölünebileceği ve hükümetin düşebileceği yorumunu yaptı. Bu ‘analizin’ dayandığı mantık ise Gül’ün daha ‘küresel’, Erdoğan’ın ise ‘yerel’ bir bakışa sahip olduğu tesbitiydi. Söz konusu yaklaşımın kaynağının kimler olduğunu tahmin etmek güç olmasa da, içeriğin gülünçlüğü insanı şaşırtıyor. Çünkü ‘yerel’ olduğu söylenen Erdoğan’ın, başbakan sıfatıyla daha bir iki hafta önce Rusya ile sınırları açtığını, geçen hafta Yunanistan ile yeni bir dönem başlattığını ve bu hafta da Brezilya ile birlikte İran’ı uranyum takasına ikna ettiğini biliyoruz.

Ancak AKP’nin farkı ‘merkezi’ deşifre eden ve merkezdekilerin elinden tüm silahlarını alan bir zihniyet farklılığı sergilemesi. Yunanistan ile karşılıklı olarak tarih kitaplarının milliyetçi çarpıtmalardan temizlenmesi iyi bir örnek. Ancak asıl zihniyet farklılığı, bu temizliğin her iki tarafın tarihçilerinin diğer tarafın kitaplarını incelemesine dayanması. Bu yaklaşım milli devletin namusu sayılan ve ayrımcılığın zeminini oluşturan eğitime ötekinin gözünden bakmayı ifade ediyor. Herhalde günümüzün küreselliğinin demokratlık içinden aranmasına daha iyi bir örnek bulmak zor... Aynı günlerde Erdoğan’ın gayrımüslim azınlıkların haklarının korunmasına ve bürokrasinin kasıtlı engel çıkarmasının önlenmesine yönelik genelgesi de bu tabloyu tamamlıyor. Bu genelge ile Erdoğan hem geçmişin haksızlıklarını gördüğünü, hem de bunun değişeceğini söylüyor.

AKP iktidarı aslında Türkiye’yi dünya ile ve günümüz dünyasının zihniyeti ile kuşatıyor. Karşısındakiler ise bu yeni meşruiyet karşısında eziliyor. Çünkü artık AKP’yi irtica ile takiye ile vesayetçilik ile suçlamak iyice saçma olmaya başladı ve daha önemlisi yurtdışında inandırıcılığı da epeyce azaldı. Bütün bunlara karşılık AKP birçok alanda yanlışlar yapmaya, ataerkil tavrını sergilemeye de devam ediyor. Ne var ki AKP yolda öğrenen ve kendisini değiştirebilen bir parti. Ayrıca gereksiz risk almaya da hiç hevesli olmayan bir parti... Dolayısıyla diğer kesimlerden destek almadığı konularda, diğer kesimlerin ‘hasım’ davranışları sergilediği alanlarda, kimse hükümetin daha ‘doğru’ davranmasını beklemesin. Bir konuşmasında Erdoğan’ın söylediği gibi hükümet “tereyağından kıl çeker gibi bir takvim içerisinde sorunları çözmenin gayreti içinde”. Sorunları çözmek istiyor ama bunu tereyağını bozmadan yapmaya da özen gösteriyor. Kısacası AKP sistemin çatısını ayakta tutarken, aynı zamanda hem içerden değişimi zorluyor, hem de onu dışarıdan kuşatıyor...

Toplumsal dinamiğin gücüyle beslenen böyle bir strateji karşısında ‘merkez’in, orada kim olursa olsun, hiçbir şansı bulunmuyor. Anlaşılıyor ki ‘merkezdekiler’ açısından AKP’nin bölünmesi aslında bir öngörü değil, bir ‘ihtiyaç’... Çünkü başka çareleri yok. Darbe yapılabilseydi iyiydi, ama Ergenekon davası etrafında giderek dallanıp budaklanan ilişkiler ağı, darbecileri de kendi içine çekmiş durumda. Böylece CHP’nin el değiştirmesinden medet umacak noktaya kadar geldiler. Oysa artık şunu idrak etmekte yarar var: AKP’yi iktidardan ancak merkezin dışında oluşacak bir hareket indirebilir, ki bu da Türkiye’nin demokrasiye geçmesini, Cumhuriyet’in dönüşmesini tescil edecektir...

emahcupyan@gmail.com

TARAF