Türkiye’nin giderek artan bir biçimde AB ve ABD ile yaşadığı gerilim propaganda edilenin aksine güç ve itibar kaybına değil kazanımına işaret ediyor. Sürekli bir biçimde imtihan edilmeye alışmış, sanık sandalyesinde suçlu gibi sorgulanmaya daima razı olmuş, belirlenen imaj ve istikameti içselleştirmeye canı gönülden istekli bir Türkiye bulamamanın verdiği huzursuzluk, asabiye hatta hırçınlık görülmeyecek gibi değil.
AB İlerleme Raporu’yla birlikte Türkiye’ye karşı sergilenen hırçınlık düzeyinin epeyce yükselen seviyesi bir kez daha net olarak ortaya çıkmış oldu. Vizesiz seyahat, gümrük birliğinin güncellenmesi, yeni fasılların açılması gibi konularda AB’nin Türkiye’ye karşı sözünde durmadığı, kendi kriterlerine uymamakta inat ettiği ortada. Ancak eskisi gibi rahat bir oyalama, yokuşa sürme ya da hesap sorma durumunda değil. Son olarak Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun sarf ettiği şu cümle ilişki dengesinin ne kadar değiştiğini teyit ediyordu: "Eğer AB sözünde durmazsa, biz de Geri Kabul Anlaşması dâhil diğer anlaşmaları iptal ederiz." Sözlerin, anlaşmaların ve de yaptırımların karşılıklı olduğunu yüksek sesle hatırlatabilen bir siyasal-toplumsal iradeyi keyfe keder terbiye etmeye kalkışmanın mantıksız ve faydasız olduğu ortada.
Geri Gönderilen İlerleme Raporu
Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun sözlerinin basit bir blöf olmadığı anlamak için fazla zaman gerekmedi. İlk elde Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un üç gerekçeye dayandırarak “asla kabul edilemez bu rapor, iade edilecek” beyanı geldi. İlerleme raporunda 1915 tehcirinin ‘Ermeni Soykırımı’ olarak geçmesi, PKK’nın terör listesinden çıkarılması ve Türkiye’nin de kullandığı fonların çıkarılması restleşmenin asli sebepleriydi. Bununla birlikte 20 yılı aşkın bir zamandır Azerbaycan’ın Karabağ bölgesini işgal altında tutan Ermenistan’la ilişkilerin iyileştirilmesi çağrısı da PKK ve PYD’yle uzlaşma masasına dönme baskıları da gerilimi arttıran faktörlerdi.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın söz konusu rapora yönelik tutumu daha da sertti. Cumhurbaşkanı Erdoğan, AB İlerleme Raporunu ‘ilişkilerin olumlu seyrettiği bir dönemde yapıcı değil yıkıcı bir yaklaşımla hazırlanmış’ olarak tasvir etti. Değerlendirmesini şöyle tamamladı: "Bu dönemde böyle bir raporun önümüze getirilmesi tam anlamıyla provokatif bir davranıştır." İlerleme Raporu sadece tutarsızlıklarla değil açık haksızlıklarla malul bir muhtevaya sahip. Lakin artık bu tür rapor veya raporların pratik sonuçları olan baskı ve yaptırımlarla Türkiye’yi terbiye edebilme devirleri geride kalıyor.
Avrupa Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker’in diğer AB temsilcileri gibi hemen bütün konuşmalarında salt olarak Türkiye’ye ödevlerini hatırlatan konuşmalar yaptığı biliniyor. Ancak Juncker’in en son Strasburg’da "Türkiye için kriterler sulandırılmayacaktır" tarzı konuşmasından sonra söz alan Başbakan Ahmet Davutoğlu son derece önemli bir çıkış yaptı. Başbakan Davutoğlu’nun AKPM’nde insan hakları kriterleri konusunda teamül haline getirilmiş ikiyüzlülükleri teşhir ettiği konuşması Batı’yla devam edegelen ilişki tarzının farklılaşan boyutunu yansıtıyordu. Davutoğlu bir bütün olarak Batı’ya, Avrupa ve Amerika’ya özellikle Suriye’de yaşanan krizdeki sorumluluklarını ve sorumsuzluklarını nokta atışı ifadelerle yüzlerine vurdu.
Başbakan Davutoğlu da, “AB'nin gerekli adımları atmaması halinde, Türkiye’nin de atması gereken adımları atmasının beklenemeyeceğini” tekraren vurguladı. Bu gibi vurguların giderek artıyor ve siyasal-iktisadi alanda işlerlik kazanıyor olması esasen şunu anlatıyor: Türkiye Kemalist reflekslerle şartlandırıldığı imtihan edilme, terbiye edilme, hizaya sokulma hastalıklarından kurtuldu.
Irkçılık ve Küfürden Müteşekkil Şiir
Türkiye, ifade özgürlüğüne yönelik baskılar ve HDP’ye dönük dokunulmazlıkların kaldırılması yönünde atılan adımlarla eleştirilerin odağında. İfade özgürlükleri meselesi esasen çoktan beridir sosyal medya üzerinden kirli bir itibarsızlaştırma savaşına dönüşen hakaret ve tehditlerle alakalı bir konu. Kimi tartışmalı soruşturma ve kararların olduğu da aşikâr. Ancak son olarak Almanya’da ZDF kanalında yayınlanan bir programa dahi hem hükümetler hem de kimi kurum ve aktörler düzeyinde ‘fikir özgürlüğü’nün ihlali bağlamında yaklaşılması maksadı açık ediyor.
Almanya’nın en çok izlenen televizyon kanallarından biri olan ZDF’de Jan Böhmermann isimli bir ‘komedyen’ tarafından Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı konu edinen bir klip eşliğinde güya bir şiir okunuyor. Böhmermann’ın komedi, şiir, hicivle hiçbir alakası olmayan tamamen ırkçı, haysiyetsiz, küfür ve hakaretlerle örülü son derece edepsiz metnine yönelik şikâyet ve tepkiler hemen ‘sansür ve fikir özgürlüğüne tahammülsüzlük’ gibi yaftalarla karşılık gördü. Beklendiği üzere Türkiye yine eleştiri özgürlüğüne alışamamakla suçlandı. Almanya Başbakanı Angela Merkel’e hakaret davası için izin vermemesi çağrıları yapıldı. Merkel bu ırkçı saldırganlığı örtemeyip de dava açılınca “Almanya hatta bütün AB Erdoğan’a boyun eğmiş, rüşvet vermiş” sayıldı.
Tarihi ve ideolojik kökleri epeyce derinlerde olan bu tahakküm etme, hakaret ve sömürüyle hizaya sokma siyasetine yabancı değiliz elbette. Ancak bu tahammül sınırlarını çoktan aşmış terbiyesizliğin ilanihaye devam etmesi de mümkün değil. İşte bu sebeple Avrupa ve Amerika’nın kendilerine biçmiş olduğu Batı dışı toplumları terbiye etme vazife ve salahiyetinin hükümsüz olduğu Türkiye tarafından daha yüksek sesle ifade ediliyor.
Yeni Akit