Teravihi Problem Yapmamak

MUSTAFA SİEL

Teravihi Problem Yapmayalım Yapmamasına da

Faruk Beşer Hoca, Haksöz Haber Sitesince de iktibas edilen teravihle ilgili iki yazısının ilkinde cemaatle 20 rekat şeklinde kılınmakta olan mevcut teravihin uygulamasının meşruiyetini savunurken, ikinci yazısında teravihin camilerde jet hızıyla kıldırılmasını eleştirdi.

Doğrusu Faruk Hocanın samimiyetine ve ilmine bir sözüm yok ve teravihin jet hızıyla kıldırılmasına dair eleştirilerine de hak veriyorum amma, özellikle içinde bulunduğumuz kısa ve sıcak Ramazan gecelerinde 20 rekat teravih + 10 rekat yatsı + 3 rekat vitir olmak üzere toplam 33 rekat namazın topluca ve ara vermeksizin, hocanın istediği şekilde hakkının verilerek nasıl kılınacağını da anlayamıyorum.

Gecelerin uzun olduğu soğuk kış günlerinde 5 vakit namazında olanları bile epeyi zorlayacak şekilde kesintisiz 33 rekat namazı hakkını vererek kılmanın, gecelerin iyice kısaldığı ve zaten sıcak olan camilerin kalabalık cemaat ve yoğun hareketlerle iyice hararetin arttığı bir ortamda, sadece Cuma ve teravih namazlarıyla iktifa edenlerce hakkınca ifa edilebileceğini iddia etmek, eşyanın tabiatına aykırı.

Realite İle Gerçek Arasında

Aslında Faruk Hocanın yaşadığı ikilemi hepimiz hemen her gün yaşamaktayız. Bir tarafta Kur’an ve mütevatir sünnetin bize gösterdiği ibadetlere dair gerçekler, bir tarafta halkımızca artık farz diye algılanır olmuş, çoğu açık bidat olup, bazısına çeşitli şirk unsurları ayırt edilemeyecek derecede bulaşmış peygamberimizden sonra ortaya çıkarılmış (bidat) ibadet uygulamaları. Kandil geceleri, türbeler, teravih namazları, mevlitler, cenaze teşyi ve uygulamaları vs. gibi.

Bu konularda gerçekleri gündeme getirdiğinizde geleneksel din anlayışına sahip cemaat, tarikat ve halk tarafından dışlanıyor, etkisizleştiriliyorsunuz. Mevcut hatalı anlayış ve uygulamalara geçit verdiğinizde ise, yeni yeni mezardan çıkarılmaya muvaffak olmakta olduğunuz gerçekleri bir kez daha mezara gömüyorsunuz.

Faruk Hoca teravih konusunda asla gerçekleşemeyecek bir orta yolu bulmaya çalışıyor ama, hem boşa uğraşıyor, hem de bulmaya çalıştığı bu orta yol gerçeklerin tamamını olmasa bile, önemli bir kısmını örtmek anlamına geliyor.

Hastalığın Belirtileri İle Değil, Sebebi İle Uğraşmalı

Bu ve benzeri meselelerde yaşadığımız usül sorunu, meselelerin özü ile değil, belirtileri ile uğraşılmasından kaynaklanıyor. Çünkü asıl mesele türbeler, kandil geceleri yada hatalı teravih uygulamaları değil, bunlar asıl meselenin ikincil ve üçüncül tezahür ve yansımaları sadece. Asıl mesele iman ve İslam’ın, tevhid ve şirkin, iman ve salih amelin yanlış anlaşılması meselesi.

Kıssadan hisse; Kurmay heyeti Komutana 3 nedenden dolayı ordunun savaşacak durumda olmadığını söyleyince, Komutan nedenleri soruyor. Heyet, birinci neden barutumuz yok deyince, diğerlerini söylemeye gerek yok diyor.

Temel sorun iman ve İslam anlayışında olunca, bizim türbeleri, teravihleri tartışmamız faydadan ziyade zarar veren bir tartışma oluyor. Usül olarak öncelikle doğru iman ve İslam anlayışını gündeme getirerek, bunlar üzerinde toplumun gündemine oturacak hikmet ve güzel öğüde dayalı bir tartışma başlatmak gerekiyor.

Bu tartışma sürecinde, yanlış iman ve İslam anlayışının sakat birer yansıması olarak misal kabilinde türbeler, kandil geceleri ve hatalı teravih uygulamalarına değinilmesi elbette elzem olacaktır.

Lakin temel meseleleri ana gündem meselesi haline getirmeden sadece ikinci ve üçüncül zahiri yansımalarını ana gündem haline getirmek, hem temel meseleleri ıskalamaya, hem ikincil ve üçüncül meseleler üzerinden temel meselenin üzerinin tekrar örtülmesine, hem de ikincil ve üçüncül meselelerin iyice çözülemeyecek derecede karmaşıklaşmasına ve pekişmesine neden olacaktır kaçınılmaz olarak ve maalesef hep böyle olmaktadır.

Teravih Problemi Hatalı Salih Amel Anlayışının Bir Yansımasıdır Sadece

Bu gün yaşadığımız türbe, evliya gibi şirk içerikli anlayış ve uygulamalar nasıl tevhit ve şirkin netleştirilemediği hatalı iman anlayışlarından kaynaklanıyorsa, kandil geceleri ve hatalı teravih uygulamaları da, salih amelin sadece namaz ve oruç gibi ritüel şeklinde gerçekleştirilen ibadetler olarak anlaşılmasından kaynaklanmaktadır.

Oysa Kur’an’da ahiret kurtuluşunun tek geçerli vesilesi olarak tevhidi sahih imanla beraber zikredilen salih amelden kasıt, kişinin hayatını imanına göre yönlendirmesi ve dizayn etmesi olup; namaz ve diğer ritüel (nüsuk) şeklinde gerçekleştirilen (hac, kurban vd) ibadetler salih amelin tamamını değil, önemli ve vaz geçilmez bir kesitini oluşturmaktadır.

İslam’ın Şartı Sadece 5 Tane mi?

Nitekim genel kabul görmüş olan kelimeyi şahadet, namaz, hac, oruç, zekattan müteşekkil İslam’ın 5 şartı anlayışına baktığımızda, tamamının klasik ibadet cümlesinden olduğunu görüyoruz.

Oysa Kur’an ve peygamberimizin hayatına baktığımızda, bu 5 şartın İslam’ın (ve salih amelin) sadece sembolik ibadetler boyutunu teşkil ettiğini, bunlarsız olmamakla beraber, bunlar üzerine hayatının tamamını Allah’ın emir ve yasakları, ilke ve hikmetleri üzere kurulmuş bir hayatın ancak salih ameli oluşturabileceğini görüyoruz.

Mesela sadece 2.Bakara Suresi 177. ayeti bile okusak, bahsettiğimiz iman ve salih amel birlikteliğini, namaz gibi sembolik ibadetler ve hayatın her alanına ve anına yansıtılan salih amel bütünlüğünü net olarak görebiliriz.

Pek çok ayette ayrıntılı olarak ele alındığı üzere, sadece Allah’ın rızasını gözeterek infak, Allah yolunda cihat, ana babaya ihsan, insanlara güzel davranmak, zina ve diğer cinsel suçlardan kaçınmak, örtünmek, hırsızlık yapmamak, adam öldürmemek, hakka şahitlik etmek, işlerini şura ile yapmak vs., namaz ve hac gibi ritüel (serenomik - sembolik) ibadetlerle bir bütün olarak salih ameli teşkil etmektedir.

İslam’ın Şartı Sadece 5 Tane Değil, Belki 500 Tanedir

Tekrar belirtelim. İslam’ın 5 şartı olarak bildirilen şeyler salih amelin olmazsa olmazları, Müslümanım diyen herkesin hayatında zahiri olarak görülebilecek olanlarıdır, lakin hepsi değildir. Bu 5 şart gerçekleşmeden, yukarıda belirttiğimiz salih amele dair diğer Kur ’ani emirleri yapmakla salih amel gerçekleşmiş olmadığı gibi, sadece bu 5 şartı yapıp diğer Kur ‘ani emir ve yasakları yapmamakla da salih amel gerçekleşmiş olmaz.

Gezi İmamı ve benzerlerinin namaz ve diğer ibadetleri hafife alan yaklaşımları kesinlikle yanlış olup, Alevilerin eline diline beline hakim ol, namazda - hacda bu tekerlemelerine benzemektedir. (Hoş namazı ve haccı tahfif eden Aleviler, cemlerini ve Hacı Bektaş ve diğer kutsal saydıkları yerlere ziyaret vs’yi hiçte hafife almaz, bunları hafife alanları aralarında barındırmazlar, oda ayrı bir konu.)

Salih Ameller Değil, Salih Amel

Salih amelle ilgili diğer bir yanlış bir anlayışta, salih amele bütüncül değil parçacı yaklaşımdır. Kişinin salih amel olarak hayatının tümünü değil, gününün yada hayatının bir kısmında gerçekleştirdiği namaz, oruç, hac, zekat,  yalan söylememek, selam vermek gibi kısmi amelleri görmesi ölümcül bir hatadır.

Bu hatanın neticesi, namaz kılmadığı halde sadaka vererek, yada yalan söylemeyerek salih ameller yaptığını sananlar söz konusu. Oruç tutup yarı çıplak gezenler, bir de bu halleriyle namaz kılıp sadaka verenler hiçte azınlıkta değil. Yada namaz konusunda 5’e 5 katarken, yalancılık, hilekarlık, gıybetten kaçmayanlar, cihat diye bir kavramı gündemine bile almayanlarda işin cabası.

Oysa iman nasıl bütünse, salih amelde bütündür. Yani kişi ancak tüm ilke ve esaslarıyla iman ettiğinde sahih bir iman söz konusu olabiliyorsa, aynı kişi hayatının tüm alan ve anlarında Kur’an’ın istediği ve peygamberimizin örneklendirdiği düzgün (salih) bir şekilde yaşadığı, hayatının her alan ve anını buna göre dizayn ettiğinde hayatını salih amel kılmış olabiliyor.

Teravih ve diğer hatalı uygulamaların doğru tartışılabilmesi için, öncelikle salih amelsiz imanın ahiret kurtuluşuna yeteceği ile sadece namaz ve oruç gibi sembolik ibadetlerin salih amel olarak algılanmasına dair yanlış anlayışların yanında; hayatının tüm alanları ve anlarında değil, bir kısım an ve alanlarında salih ameller işlemesi gerektiği gibi hatalı salih amel anlayışlarının mutlaka gündemleştirilmesi gerekmektedir.

Cuma Suresi, Salih Amel Dengesinin İfadesi

62.Cuma Suresi 9’dan 11’e kadar olan ayetlerde, bahsettiğimiz bütüncül salih amel anlayışının en net yansımalarından birini görmekteyiz. Cuma ezanı okununca hemen meşru dünyevi işlerle ilişkisini kesip namaza koşmak, hutbe ve namazın ardından tekrar meşru dünyevi işlere yönelmek, bu işleri esnasında da Allah’ı çok hatırlamak gerektiği bildiriliyor ayetlerde.

Ayetlerde namaz öncesi ve sonrası meşru dünyevi işlerin gerekliliğine işaret edildiği gibi, bu işlerin Allah’ın rızasına uygun olacak şekilde Allah’ın hudutlarına uygun olarak yapılması anlamında Allah’ın hatırlanmasına vurgu yapılmakta.

Ezandan namaz bitene kadar meşru bile olsa dünyevi işlere yönelmenin haramlığı yanında, hutbe ve namazın fazla uzatılmadığı, 2 rekat olan Cuma namazının 16 rekata çıkartılmadığı da, konu ile ilgili rivayetler ve ayetlerin zahirinden anlaşılmakta.

Kurtuluşu Salih Ameli Değil Namazların Rekat Sayılarını Arttırmakta Aramak

2 rekatlık Cuma namazını 16 rekata çıkartmak dengeyi bozmak olduğu gibi, ramazan geceleri yatsı ile sahur arasında yayılarak kılınması gereken ve 4 rekat yatsının farzı + azami 8 rekat tatavvu (teravih) + 3 rekat teheccüd (vitir) olmak üzere azami 15 olan namaz rekatlarını da; 4 yatsının ilk sünneti, + 4 yatsının farzı, + 2 yatsının son sünneti, + 20 teravih + 3 vitir olmak üzere toplam 33 rekata çıkarıp, üstelik yarım saate sığdırmakta açık bir dengesizliktir.

Kur’an’daki ilgili ayetler ve peygamberimizin hayatından anladığımız doğru uygulama, 5 vakite 5 vakit daha ekleyerek çok fazla namaz kılma değil; 5 vakit namazın farzlarını yolda yada tehlike altında bile olsa ertelenmeksizin vaktinde (2.Bakara Suresi 238 ve 239, 4.Nisa Suresi 101’den 103’e kadar olan ayetler ile 70.Mearic Suresi 22 ve 23. ayetler) ve huşu içinde (23.Müminun 118. ayet) gereğince kılınması (igame), lakin diğer salih amellerin (infak, cihat, emri bil maruf nehyi anil münker vs.) mümkün olduğunca fazla yapılmasıdır. Diğer salih amelleri yaparken de daima Allah ve ahiretin, hakkın, adaletin, doğruluk ve dürüstlüğün hatırlanması (zikir) gerektiği ilgili ayetlerden anlaşılmaktadır.

Hülasa asıl problem teravih değil, ahiret kurtuluşunu hayatın tüm alan ve anlarında mümkün olduğunca salih amelle doldurmak yerine, namazların rekat sayılarını mümkün olduğunca arttırmakta aramaktır.

Tekrar Gelelim Teravih Problemine

Teravih problemine gelmeden önce, farz, nafile, sünnet ve tatavvu namazlar konusunu ele almak gerekiyor mutlaka.  Bilindiği gibi 5 vakit namazların mütevatir olan Sabah 2 + Öğlen 4 + İkindi 4 + Akşam 3 + Yatsı 4 olmak üzere toplam 17 rekat farzlarını kılmak, bir Müslüman için olmazsa olmazdır ve bunları vaktinde ve huşu ile kılan bir Müslüman yukarıda açıkladığımız şekilde namazlarını hakkıyla ikame etmiş olur.

Bu gün 5 vakit namazın farzlarıyla birleştirilerek, farzların hemen öncesi ve sonrasında, sünnet denilmekle beraber adeta farz addedilen rekatlar sünnet ve hatta fazladan sorumluluk anlamında nafile değil, kişinin arzu duyduğu takdirde kılabileceği (tav’en) tatavvu namazlarıdır.

Peygamberimiz bu gün uygulandığı şekilde düzenli tatavvu namazı kılmadığı gibi, evinde 5 vakit namazın farzlarıyla ilişkilendirmeden ve birleştirmeden kıldığı tatavvuları da kimseye tavsiye etmiş değildir.

17.İsra 79. ayette bildirildiği üzere, Peygamberimize fazladan (nafileten) bir farz, 73.Müzzemil Suresinden anlaşıldığına göre peygamberimizin misyonunu sürdürme iddiasında olanlara (müminlerden bir taife) bir sünnet olan teheccüd (bu gün vitir olarak biliniyor) ise, yatsıdan sonra değil, gece kalkılıp dinç kafayla kılınır.

Peygamberimiz, yatsı ile teheccüd arasında tatavvu kıldığını, Ramazan ayında bu tatavvuların teheccüd ile birlikte 11 yada 15 rekata kadar rekata kadar çıkabildiğine dair rivayetler söz konusudur. Fakat her gece mutlaka bu kadar tatavvu kılması bir uygulama yada tavsiyesi söz konusu değildir.

Teravih diye ayrı bir tatavvu namazı olmayıp, peygamberimizin yılın her gününde yatsı ile teheccüd arasında kılmakta olduğu tatavvu namazlarının rekat sayılarını Ramazan ayında biraz daha arttırması ve daha düzenli olarak devam etmesidir aslında teravih denilen namaz.

Asıl Sorun Yatsı Namazında Başlıyor

Peygamberimiz zamanında Medine’de gerek Ramazan ayında ve gerekse diğer aylarda, yatsı namazı cemaatle 4 rekat (farz) olarak kılınır, sonra cemaat dağılırdı.

Peygamberimizin evinde, Ramazanlarda daha devamlı ve fazla olmak üzere yatsı ile teheccüd arasında 2’şer rekat olmak 8 ve hatta 12 rekata kadar tatavvu kıldığına dair rivayetler söz konusudur. Lakin peygamberimiz zamanında mescitte yatsı namazının, peşpeşe olacak şekilde 4 ilk sünnet, 4 farz, 2 son sünnet, 3 vitir (ki aslı teheccüd) şeklinde kılınması söz konusu olmadığı gibi, Ramazanlarda bunlara bir de 20 rekat teravih eklenmesi ve cemaatle kılınması asla söz konusu değildi.

Günümüzdeki uygulamalar bu açıdan peygamberimizin değil mütevatir sünneti, sünneti bile değildir. Üstelik ibadet mantığına aykırı, kaş yapayım derken göz çıkarmak gibi uygulamalardır.

Zira 20.Taha Suresi 132. ayette de bildirildiği gibi, namaz müminler için en önemli ve daimi manevi rızık kaynağı olup; kişinin kendi ihtiyacından fazla yemesi nasıl ki fayda yerine zarar veriyorsa, fazla namazda aynı neticeyi doğuracaktır.

Herkesin yemek ihtiyacı farklı oluyorsa, manevi temel rızık olan farzların arasında arzu duyarak kılacağı tatavvu namazı ihtiyacı da farklı olacaktır. Hatta aynı kişi için senenin yada ömrünün farklı dönemlerinde de farklılaşabilecek olup, Ramazan ayının özelliği nedeniyle diğer aylardan daha fazla ve devamlı tatavvu kılınma ihtiyacı olması da gayet tabi bir durumdur.

Günümüzde Doğru Teravih Uygulaması Nasıl Olabilir?

Akşam namazı ile yatsı arasında (farzların öncesinde ve sonrasında değil, iki vakit arası süreçte) 2’şer rekat olarak arzu edildiği kadar tatavvu kılınabilir (rivayetler en fazla 6 rekat olduğu yönünde).

Yatsıdan sonra yatana değin ferdi olarak 2’şer rekat olarak arzu edildiği kadar tatavvu kılınabilir. Gece sahura kalkınca 2’şer rekat olarak arzu edildiği kadar tatavvu kılınabilir ve bilahare teheccüd kılınır. (kişisel uygulamalarda Peygamberimizin yatsı ile teheccüd arasında en fazla 8-12 rekat tatavvu kıldığına dair rivayetler dikkate alınmasında fayda vardır.)

Farz, teheccüd, tatavvu peşpeşe kılınmayıp, yatsı namazı ile sahur arasına yayılarak, aralarında rahatlama hafifleme molası (teravih) verilmeli. Bu aralarda tefekkür edilebileceği gibi, Kur’an ve meali okunabilir, uyunabilir ve başka meşru işler yapılabilir.

Teravih Problemi Öncelikli Değil Amma

Bir ateş çemberinden geçtiğimiz şu anlarda bu konunun gündeme getirilmesi yanlış görülebilir ama, konunun asla müteallik olan kısmı üzerinde durulmayı hak ediyor aslında. Elbette kimse fazladan teravih kıldı diye cehenneme gitmez amma, Ramazanda teravih olarak yansıyan yanlış ve parçacı salih amel anlayışıyla da cennete de gidemez.

Dolayısıyla maksadım günümüzdeki uygulamalarıyla bir bidat bile olsa teravih gibi ikincil ve hatta belki üçüncül bir meseleyi değil, içinde bulunduğumuz ateş çemberinin içine düşmemizin en önemli etmeni olan ve ahirette de kurtuluşumuza vesile olması mümkün olmayan yanlış salih amel anlayışını gündemleştirmek.

Bu yanlış salih amel anlayışıdır ki, halkımızın ekseriyeti hiç tanımadığı, hatta günahkar ve dinsizlerin ve hatta hatta din düşmanlarının cenazesine sevap beklentisiyle katılmasına vesile olurken; Mısır ve Suriye mazlumlarının ğıyabi cenaze namazından kaçarcasına uzaklaşmasına vesile olmaktadır.

Samimiyet Kurtuluş İçin Yeterli Değil

Halkımız İslam iddiasında samimidir amma, bozuk iman ve salih amel anlayışı, bu samimiyetinin heba edilmesine, dünyada şu anda ümmetin yaşadığı ateş çemberine girmesine, ahirette ise cennetten mahrum olmasına vesile olmaktadır.

Bu nedenle, sadece sosyal ve siyasal meselelere odaklanmakla halkımızın dünyevi ve uhrevi ıslahını sağlamamız asla mümkün değildir. Bunlarla beraber ve eşgüdümlü olarak, şirkten arındırılmış net temiz bir iman, hayatın her alanına ve anına yansıyan salih (düzgün) amel anlayışını ısrarla işlemeli; sıcak gündemin harareti ve şimdi sırası değil gerekçesiyle bu konuları gündemleştirmekten kaçınmamalıyız.

İçinde bulunduğumuz ateş çemberinden çıkmamız ve ahirette ateşe düşmememizin tek yolu, halk dindarlığını hak dindarlığına tebdil edebilmemizdir. Bu konuda Diyanet teşkilatı hem yetersizdir, yeterli birikime sahip olan mensupları da resmi bir kurumu temsil etmeleri nedeniyle sırtlarında yumurta küfesi olduğundan Faruk Hoca gibi temkinli hareket etmek durumundadırlar. Lakin bizim sırtımızda yumurta küfesi yok ve hikmetli olmak kaydıyla bu gerçekleri gündemleştirmek öncelikle bizlere düşer.