Refah Partisi, 1984’teki mahalli seçimlerde Şanlıurfa ve Van’ın belediye başkanlıklarını kazanmıştı. 1989’da Kahramanmaraş, Konya ve Sivas belediyeleri de Refah Partisi’ne geçti. Bu illerin Refah Partili belediye başkanları İbrahim Halil Çelik (Şanlıurfa), Fethullah Erbaş (Van), Ali Sezal (Kahramanmaraş), Halil Ürün (Konya) ve Temel Karamollaoğlu (Sivas), bizim ‘Muhteşem Beşli’mizdi. Hizmet aşkları, cevvaliyetleri, çalışkanlıkları, ama her şeyden evvel adil düzenin mahalli ölçeklerdeki numunelerini ortaya koyuşları ile öne çıkarak kısa zamanda dillere destan oldular. Yıllar sonra AK Parti’yi doğuracak olan Refah Partisi’nin yükselişinde onların estirdiği rüzgârın büyük payı vardı.
Bir Milli Görüşçü ve bilahare AK Partili olarak kendimi daima borçlu hissettiğim ‘Muhteşem Beşli’den Temel Karamollaoğlu’nun Saadet Partisi Genel Başkanlığına seçildiğini öğreneli beri, “Hayırlı olsun, Allah utandırmasın” demek, ayrıca da SP’de bir söylem ve üslup değişikliği ihtimalinin doğup doğmadığını yoklamak için kendisini ziyaret etmek niyetindeydim, fakat bir türlü nasip olmuyordu. Geçenlerde sevgili dostum -Milli Gazete Genel Yayın Yönetmeni- Mustafa Kurdaş telefon açıp “Genel Başkanımız bir grup gazeteci-yazar ile bir araya gelip sohbet etmek istiyor, sen de davetlisin” deyince memnuniyetle kabul ettim. “Başka kimler geliyor?” diye de sormadım.
Evvelki gün İstanbul’da bir otelde gerçekleşen toplantıda Karamollaoğlu ülkemizin iç ve dış siyasetine dair mülahazalarını sıralayıp “Siz ne diyorsunuz?” diye sordu. Misafirlerden bazıları kendi görüşlerini beyan ettiler veya SP liderine sorular yönelttiler (Ben de söz alıp SP’nin Suriye konusundaki tavrını eleştirdim), bazıları ise hiç konuşmadan dinlemekle yetindiler. Sonra Temel Bey hepimize teşekkür edip toplantıyı bitirdi ve dağılıp evlerimize gittik. Hepsi bu.
Toplantıda çekilip Twitter’da paylaşılan bir fotoğrafa istinaden, ‘Hakan Albayrak ve Nevzat Çiçek falanca mendebur gazeteciyle beraber Saadetçilerin dümen suyuna girdi, Erdoğan ve AK Parti düşmanlarıyla iş tutuyorlar, anayasa değişikliğine HAYIR kampanyasına katılıyorlar’ tezviratında bulunan arkadaşlar bilsinler ki, yukarıda dediğimden başka bir şey olsaydı bunu hiç çekinmeden açıklardım. Yok işte. Ne o bahsettikleri gazeteciyi tanıyorum, ne SP’ye intisap ettim, ne de HAYIR kampanyasına katılmaya niyetim var.
Temel Karamollaoğlu’na da haksızlık ediyorlar. Erdoğan ve AK Parti’ye düşmanlık filan etmiyor bu ağabeyimiz. O toplantıda Erdoğan ve AK Parti’den bahsederken hep “Aynı kökten geldiğimiz…” ifadesini kullandı ve incitici sözler sarf etmekten ısrarla kaçındı. Fevkalade zarif davrandı, incelik gösterdi. Öyle ki, anayasa değişikliği referandumu konusunda HAYIR’ı telaffuz etmekten bile geri durdu, “Evet demiyoruz” şeklinde konuşmayı tercih ettiklerini söyledi. Şu cümlesi, SP’de bir üslup değişikliği politikasının işareti olsa gerek: “Fikirlerimizi ifade ederken keskin cümleler kurmamaya gayret ediyoruz. ‘Karşıyız’ yerine ‘taraftar değiliz’ diyoruz mesela.”
Karamollaoğlu liderliğindeki SP, başkanlık sistemine prensipte karşı değil. Mevcut anayasa değişikliği paketindeki bazı hususlarla alakalı endişeleri var ve Karamollaoğlu bunları herkesten evvel –özel bir görüşmede- bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan’la paylaşmış. ‘Şöyle olsa daha iyi olur, biz de destekleriz’ demiş. Böyle düşmanlık mı olur?
***
4 Mart 2016’da Müstakil Gazete’de “Erdoğan ve AK Parti taraftarı olmakla beraber, bizim cenahta bir iktidar alternatifi potansiyelinin oluşmasını isterdik” diye yazmıştım. “Oluşmazsa, iktidarın yozlaşmasının önüne geçilemez. İktidar sahipleri, yaptıkları yanlışları düzeltme ihtiyacını ya hiç hissetmezler veya bunda aceleye gerek duymazlar” demiştim. “Gerektiğinde Hazret-i Ömer’i (radıyallahu anh) düzeltmek için kınında bekletilen kılıç misali bir potansiyel”den, “caydırıcı bir unsur”dan bahsetmiştim. “Maksat muhalefet değil ıslahat olacak. Gaye iktidarı devirmek değil yola getirmek veya yolda tutmak olacak. Bunun imkânlarının tükendiği yerde ise , yeni parti, yeterince itimat telkin edebilmişse şayet, ister istemez AK Parti’nin yerini alacaktır” diye fikir yürütmüştüm…
Yazının devamında Saadet Partisi’ne getirmiştim sözü:
“Saadet Partisi göremez mi o işi? Görebilirdi belki. Makul, adil, hakkaniyetli bir ‘muhalefet’ sergileyerek, iktidarı eleştirirken onun yaptığı güzel işleri takdir etmekten de geri durmayarak maşeri vicdanı tatmin etseydi öyle büyük bir potansiyel oluşturabilirdi ki, emin olun, yüzde 1’lik oy oranıyla bile iktidar üzerinde müsbet tesirde bulunabilirdi... Ne yazık ki Saadet Partisi böyle bir tarz-ı siyaseti benimsemedi. İktidara duyduğu garezin peşine takılarak Gülencilerden Kemalistlere, Hamaney ve Esed’den Putin’e kadar Türkiye’nin aleyhinde bulunan herkesle yoldaşlık etmeyi yakıştırdı kendine.”
Temel Karamollaoğlu’nun genel başkanlığında bu tablonun -veya algının- değişmesini, Saadet Partisi’nin makul, adil, hakkaniyetli bir muhalefet partisi olarak tebarüz etmesini dilerim. Değişmezse bir şey kaybetmeyiz, ama değişirse çok şey kazanabiliriz. Hayırlısı inşaallah.
Karar