Temel çelişki

Ahmet Altan

Benim gençliğimde solcuların en önemli tartışması “temel çelişkinin” ne olduğu üzerineydi.
Aslında bu tartışmanın bütün toplumu kapsayacak biçimde yaygınlaşmaması bence Türkiye için ciddi bir eksiklik oldu.
Toplum çok önemli bir bakış açısından yoksun kaldı.
O zamanlarda solcular en belirgin biçimde iki değişik “temel çelişki” anlayışı etrafında kümelenmişlerdi.
Ana soru şuydu:
“Temel çelişki işçi sınıfı ile burjuva sınıfı arasında mıdır yoksa emperyalizmle milli güçler arasında mı?”
Bugün, sınıfların, dünyanın, teknolojinin geçirdiği değişimleri kabul etmekte ve algılamakta zorluk çeken solcuların bir kısmı yeryüzünde de Türkiye’de “temel çelişkiyi” hâlâ bu iki çatışmadan birinde bulma eğiliminde tartışmalarını sürdürürler.
Teknolojinin ilerleyerek robotları keşfedip “insan gücünü” fabrikalardan çıkarması “işçi sınıfını” da pratikte yok olma sürecine soktu.
Bu çok önemli bir adımdı.
İnsanın, daha mükemmele doğru gelişerek, “bedeniyle” değil “aklıyla ve yaratıcılığıyla” üreteceği bir döneme geçmesi tarihî bir dönüşümdü.
Ama bazı solcular, tarifleri itibariyle geleceğe dönük ve ilerici olmak zorundayken bunun aksine “geçmişe âşık” olup, tarihî gerçekler sonucunda kaybolan bir sınıfın “kayboluşuna” ağıt yakmayı bir “solculuk” anlayışı olarak sürdürürler.
Siyasetin içinde “folklorik” bir renk olarak kalmaktan zevk alırlar.
Kimseye de bir zararları yoktur, kendi aralarında tartışıp, kendileri gibi düşünmeyenlerin “gerici” olduğunu sanma hazzını bir tür zihinsel uyuşturucu gibi kullanırlar.
“Emperyalizmle milli güçler arasındaki” çatışmayı “temel çelişki olarak” görenlerin önemli bir kısmı ise solculuğu iyice “yerelleştirip” faşizme doğru kaydı.
“Emperyalist” denilen gelişmiş Batı ülkelerinin artık “gelişmemiş ülkelerin” doğal kaynaklarını “sömürüp” onları “fakir” bırakmasının mümkün olmadığını göremediler.
Bilgisayarlar, optikler, lazerler üreten bir teknolojiye sahip olan ülkeler, “sömürüp fakirleştirmeye” uğraştıklarında, kendi mallarını, laptoplarını, ipodlarını, robotlarını satacak “pazarları” yok ederler.
Bunun için de o “pazarları” geliştirmek zorundadırlar.
O yüzden, gelişmiş dünya, gelişmemiş olanlara “siz de gelişin” diyor.
“Siz de gelişin, zenginleşin, ürettiğimiz malları alabilecek düzeye gelin.”
Benim çocukluğumda “toplu iğne bile üretemiyoruz” diye yakınan bir ülkenin bugün dünyaya araba, televizyon, buzdolabı ihraç edebilecek düzeye gelmesi bu değişimin sonucudur.
Eski “emperyalistlerin” bugün Türkiye’ye “daha fazla demokrasi olsun ülkenizde, insan haklarına riayet edin, eğitime, sağlığa önem verin” diye baskı yapmasının ana nedenlerinden biri “gelişmiş” ülkelere olan ihtiyaçlarındandır.
Bu değişim, “eski emperyalistleri” Türkiye’de “demokrasi isteyen” güçlere dönüştürürken, Türkiye’deki eski solcuların önemli bir kısmı da “gelişmiş ülkelere” karşı çıkma adına onların önerdiği “demokrasiye” de karşı çıktılar.
“Milli güç” olarak “orduyu” benimsediler.
“Darbe savunucusu” solcularla, “demokrasi isteyen emperyalistler” gibi mizahi bir sonuç çıktı ortaya.
Ama bu Türk usulü siyasal mizahın hayata yansıması “sol” görünüşlü darbeci faşistlerin bir bölümünün Ergenekon türü çetelerin içinde yer almasına yol açtı.
Artık benim gençliğimde tartışılan “temel çelişkilerin” hiç biri hayatın içinde yer almıyor.
Almıyor ama bu, hayatımızda “temel çelişki” yok anlamına gelmiyor.
Hayatın her alanında çeşitli güçler arasında “çelişkiler” sürüyor.
İşçi sınıfı yok olmaya doğru gidiyor ama “işçiler” henüz tümden hayattan çekilmediler, hâlâ işçiler var ve işçilerle patronları arasında bir çelişki bulunuyor.
Kürtlerle devlet arasındaki çelişki kanlı bir çatışma halinde varlığını her gün hissettiriyor.
Anadolu zenginleriyle İstanbul zenginleri arasında da “iktidar paylaşımına” dayanan bir çelişki var.
Köylülerle kentliler arasında bir çelişki varlığını sürdürüyor.
Siyasette muhafazakârlarla laikler arasında çelişki en şiddetli biçimiyle kendini gösteriyor.
Değişimden yana demokrat ilericilerle, değişimi “emperyalizmle” bir tutan ulusalcılar arasında tam anlamıyla bir çelişki yaşanıyor.
Yeryüzünde “globalizmden” yana olanlar, “ulus devletten” yana olanların çelişkisi yer alıyor.
Her yerde, her alanda çelişkiler yaşanıyor anlayacağınız.
Ve, bugünde aynı soruyla karşı karşıyayız.
“Temel çelişki” ne?
Yani bunca çelişkili ilişki arasında, değiştirmek ve düzeltmek için hangi “çelişkiye” öncelik tanımalı ve o çelişkiyi gidermek için mücadele etmeliyiz?
Bizim zihinsel mücadelemizin “omurgasını” hangi çelişki oluşturacak?
CHP-AKP çelişkisini hayatın merkezine yerleştiren insanlar da var bu ülkede.
Muhafazakâr-laik çelişkisini en temel çelişki olarak görenler de var.
Globalizm-ulus devlet çatışmasını ana unsur olarak değerlendirenler de var.
Neyin temel çelişki olduğu konusunda vereceğimiz karar, bizi, varlığımızı, kimliğimizi, mücadelemizi belirliyor.
Doğrusunu isterseniz ben Türkiye’de “temel çelişkinin” ordu-toplum çelişkisi olduğuna inanıyorum.
Türkiye, orduyu siyasetin içinden çıkarıp kışlasına geri gönderemezse toplumunu geliştiremeyecek, gelişmiş dünyanın bir parçası olamayacak.
Bugün yargının çalışmasını, siyasetin gelişmesini, demokrasinin kökleşmesini, Türkiye’nin dünyanın saygıdeğer bir parçası olmasını, her ırktan, her dinden vatandaşın bu ülkede eşit muamele görmesini engelleyen güç ne yazık ki ordu.
Ben temel çelişki olarak bunu görüyorum.
Siz neyi temel çelişki görüyorsunuz?
Buna vereceğiniz cevap, dediğim gibi, kimliğinizi ve varlığınızı belirleyecek.

TARAF