Teknolojiyi "zaruret miktarı" kullanmak...

Fatma Barbarosoğlu, teknoloji kullanımı üzerinden İslam fıkhındaki "zaruret miktarı" bahsini inceliyor.

Fatma Barbarosoğlu / Yeni Şafak

Zaruret miktarı bahsine masal sosyolojisi üzerinden giriş denemesi

Aşağıda okuyacağınız metin, telefon konuşmama tanık olan L.’nin sorularına ve onlara verdiğim cevaplara dayanıyor.

Yeni Şafak İnternet servisi için Ersin Çelik Beyefendi’den şöyle bir mesaj gelmişti: “Yeni Şafak’ta yayınlanan köşe yazılarının seslendirilmesinde yapay zekâ destekli teknolojiye geçiyoruz... Önceliğimiz, yazıları yazarlarımızın kendi sesinden yayımlamak olacak...”

Bunun üzerine Ersin Bey’den düşünmek için iki gün mühlet istedim. Mühletin sonunda teknolojiyi zaruret miktarı kullanmaya dikkat ettiğimi, yazılarımın benim sesim olmadan seslendirilebileceğini söyledim.

Cevap vermeden önce birkaç arkadaşımla istişare ettiğim için o arkadaşlardan biri nihai kararımı verip vermediğimi sordu telefon konuşmamız esnasında. Onunla konuşurken konu yine zaruret miktarına geldi dayandı. Telefon konuşmasını dış mekânda yaptığım için İlahiyat mezunu, halen sosyoloji ikinci sınıf öğrencisi olan L., yanıma gelip oturabilir miyim diyerek izin istedi; bendenize sorular sordu. Onun sorduğu soruları ve benim ona verdiğim cevapları eve geldikten sonra kaleme alıp dikkatinize sunmayı uygun gördüm. Buyurun:

“Konuşmanıza kulak misafiri oldum. Teknolojiyi zaruret miktarı kullanmak dediniz ya... Anlayamadım.”

“Her zaman kavramakta zorlandığımız kelimeler, kavramlar vardır. Ama aynı kelimeyi idrak etmekte zorlanmamızın sebebi hayatın her anında aynı değildir. Hâlden hâle geçerken kelimelerimiz, kavramlarımız ve onlara yüklediğimiz anlamlar da değişime uğrar. Siz teknoloji ile fıkha ait bir kavram olarak kabul ettiğiniz ‘zaruret miktarı’nı aynı cümle içinde kullanmamı yadırgadınız muhtemelen...”

“Sizin zaruret miktarından anladığınız ile benim anlayamadığım... Yani şunu sormak istiyorum: Kelimeler, kavramlar nesilden nesile değişime uğrar mı?”

“Değişime uğradığını düşünüyorum. Ama bu konuda sizi yönlendireceğim bir kitap ya da makaleden haberdar değilim. Kendimden örnek verebilirim, çok erken yaşlardan itibaren hayatıma ‘zaruret miktarı’ karıştı. Geçmeyen hastalığım için pek de makbul olmayan yöntemi önerenler ‘Ne olacak canım, zaruret miktarı işte!’ diyordu mesela. Zaruretin hem kişiden kişiye hem de kişinin farklı zamanlardaki hâllerine göre değişen bir şey olması ve bu değişen şeylerin ne zaman nefsanî bir zeminden ne zaman zaruret bahsinden temellendirileceği konusunda daima bir mihmandar aradım. Zaruret bahsi beni daima şaşırttı.”

“İlk ne zaman şaşırmıştınız?”

“Galiba bir masalda Hızır ile karşılaşınca.”  

“Masalı hatırlıyor musunuz?”

“Hatırlıyorum, çünkü hayatımın değişik dönemlerinde bu masal bir şekilde karşıma çıktı. En son birkaç hafta önce Pertev Naili Boratav’ın Az Gittik Uz Gittik kitabında görünce tekrar okudum. O okuma geçmişin sisli bahçelerinde gömülü olan o anı hatırlattı.”

“Masalda zaruret meselesi mi işleniyor?”

“Masallar için o tema işleniyor, bu tema işleniyor demek çok doğru değil. Sözlü kültürde masal, anlatıcının maharetinden ve hayata bakışından muhakkak payını alır. Aynı masalı dinlediğimiz halde günün tabiri ile söyleyecek olursak her birimiz onu başka etiketlerle zihnimize kaydederiz. Ben zaruret bahsi için kaydetmişim. Bir başkası, kişinin kararlarında soya çekim bahsini öne çıkarabilir.”

“Masalı çok merak ettim...”

“İyi bir masal anlatıcısı değilim ama kabaca özetleyeyim: Bir gün padişah kendisine Hızır’ı bulup getirene ne isterse vereceğini vadeden bir tellal bağırtmış.

Fakirhanesinde açlığın sınırında yaşayan bir adam... Bakın ilk hata. Ne dedim ben? Açlığın sınırında yaşayan adam. Ne oldu? Sosyolojik bir kavram kullandım ve masalın dokusuna zarar verdim. Mesleki deformasyon deyip devam edeyim...”

(Genç kız kahkahalarla gülüyor.)

“ ‘Hanım,’ demiş karısına yoksul adam, ‘Ben padişaha gidip Hızır’ı bulacağımı söyleyeceğim. Ancak bir şartım var diyeceğim. Kırk gün boyunca eve yiyecek taşıyacağım. Kırk gün taşıyacağım yiyecek size ömür boyu yeter.’ Karısı etme tutma dediyse de adam düşmüş yola.

(Kırk gün taşınan yiyeceğin ömür boyu yetmesi meselesini günümüz şartları açısından değerlendirmek çok ilginç olur...)

Yoksul adam saraya varıp padişaha arz etmiş. ‘Kırk gün sayenizde evime yiyecek taşıdıktan sonra Hızır’ı bulup size göstereceğim.’ Kırk günün sonunda Padişah adama soruyor ‘Hızır’ı buldun mu?’

‘Bulamadım. Bulacağım da yoktu ya. Ben onu zaruret dolayısıyla söyledimdi.’

Padişah adamın cevabına çok öfkeleniyor. Vezirlerine soruyor: ‘Padişah huzurunda yalan söyleyen bu kendini bilmeze ne ceza verelim?’

Birinci vezir: 

‘Padişahım bunun etini parça parça edip kasap dükkânlarındaki çengellere asalım.’

O sırada yoksul adamın yanında bir çocuk peyda olur ve bağırır:

‘Külli şey’in ilâ aslıhi’

İkinci vezir:

‘Derisini yüzelim, içine saman doldurup gösterelim, âleme ibret olsun.’

Çocuk yine bağırır:

‘Külli şey’in ilâ aslıhi’

Sıra üçüncü vezire gelir:

‘Padişahım bu fakir bir adam. Zaruret yüzünden böyle davranmış. Sizin şanınıza yakışan onu affetmenizdir.’

Çocuk yine bağırır:

‘Külli şey’in ilâ aslıhî’

Padişah çocuğa karşı celallenir:

“Sen de kimsin! Üç vezirimin fikrini sordum; her defasında Külli şey’in ilâ aslıhî dedin. Bunun manası nedir?”

Çocuk, yaşından umulmayacak bir olgunlukla anlatır: ‘Birinci veziriniz kasaptı, tavsiyesi cibilliyetini gösterdi. İkinci vezirinizin babası derici idi. O da aslını gösterdi. Üçüncü vezirinizin babası vezir idi. O da aslını gösterdi. Ben de bu fakir adamı utandırmamak için buraya geldim. Vezir istersen işte vezir, Hızır istersen işte Hızır.’ deyip kaybolur.” 

“Bu masalı niye anlattığınızı anlamadım!”

Masalı anlatmamı siz talep etmiştiniz demek ayıp olacağı için... “Anlatamamışım demek ki...” dedim.

Estağfurullah demesini beklemeyecek kadar çok şey öğrendim bu hayattan.

Genç kız “Peki onca yıl yaşadıktan sonra (üç otuzu bulmadık ama iki otuzu bulduk genç kız haklı) zaruret meselesi zihninizde berraklığa kavuştu mu?” diye sordu.

“Hayır. İnsan hayata belli sorularla başlıyor, sonra o soruları aşama aşama geliştirmeye ya da tüketmeye/üretmeye devam ediyor.”

“Yani!?”

Kabalık gönlümü çok yoruyor diyemeyeceğim için, desem de muhatabım kendine pay çıkarmayacağı için “Yani şimdi en çok zamanı zaruret miktarı yaşamanın mümkün olup olmadığını düşünüyorum. Muhteva ve niyet, zaruret bahsinin herkes için aynı sınırda başlayıp bitmesini engelliyor.”

Yorum Analiz Haberleri

Camiler Ermeni, Rum ve Yahudilere de satılmış
Sosyal medyanın aptallaştırdığı insan modeli
Dünyevileşme ve yalnızlık
Cuma hutbelerindeki prangalar kırılsın
Batı destekli spor projeleri neye hizmet ediyor?