İkna Odası insanların bedenleri üzerine odaklanmış, mahrem, kutsal, şahsi, özel hiçbir kriteri kabul etmeyen, ruhları heba etmek uğruna bedenleri şekillendirmeyi hedefleyen bir baskı dönemi uygulaması olarak toplama kampı gerçeğini yansıtmaktadır.
NESLİHAN AKBULUT ARIKAN / Sosyolog-Yazar
İkna Odası, 28 Şubat darbe sürecinin dilimize bıraktığı bir kavram. İkna kelimesinin naifliği ise bu uygulamanın içerdiği şiddeti görünmez kılacak nitelikte. Ancak kavramın muhtevası ve uygulamaya dair tanıklıklar ikna odalarında uygulanan şiddeti ortaya koyuyor. 28 Şubat sürecinde sistematik olarak başlatılan başörtüsü yasakları çeşitli kademelerde şiddet olayları ile uygulamaya kondu.
Bu süreç yasağın uygulandığı alanlardan olan üniversitelerde öncelikle başörtülü öğrencilere öğrenci kimlik kartları verilmemesi ile başladı, sonrasında ise kampüslerin giriş kapılarına konuşlandırılan polis gücü ile başörtülü öğrencilerin okula girişi cebren engellendi. Okul önlerinde fiziksel şiddete maruz kalan öğrencileri sonraki aşama olarak kayıt döneminde ‘İkna Odaları’ adı altında psikolojik bir şiddet uygulaması bekliyordu. Kayıt sırasındaki başörtülü öğrenciler diğer öğrencilerden ayrılıp özel görüşmelere alınırlardı. Bu görüşmelerin içeriği okul yönetimlerinin ideolojik yapılanması ölçüsünde farklılık arz ediyor ancak ortak olarak baskı, psikolojik şiddet ve tehdit içeriyordu.
Bedene tahakküm
‘İkna Odası’ uygulaması her ne kadar 28 Şubat döneminin en koyu yaşandığı kurum olan İstanbul Üniversitesi üzerinden tartışılsa da bizzat tanıkların ağzından biliyoruz ki o tarihlerde bütün bir ülke ve özellikle bu ülkenin eğitim kurumları birer ikna odasına dönüşmüştü. Üniversitelerde, liselerde kayıtlar sırasında başörtülü gençler tamamen hukuk dışı bir uygulama olarak diğer öğrencilerden ayrılıyorlar, bazen tek tek bazen de üç-beş kişi birden bir odaya alınıp teklif ile başlayan, sorgu ve tehditlerle devam eden diyaloglara muhatap bırakılıyorlardı.
Genellikle bu odalarda kendilerinden başörtüsü yasağına uyacaklarına dair beyanları içeren kağıtlara imza atmaları isteniyor, aksi halde kayıtları yapılmıyordu. Böylece daha kuruma ilk adımlarında damgalanan gençler psikolojik yönden de yıpratılmaya maruz bırakılıyorlardı. 15-22 yaş arasındaki gençler bu turlarda kendilerinden yaşça çok büyük ve otoriteyi temsil eden kişiler tarafından eğitim hayatlarının bitirilmesiyle, ailelerinin vereceği tepkilerle, geleceklerinin ellerinden alınması gibi sözlerle korkutuluyorlardı. Karşılığında ise en mahrem alanlarına girilerek başlarına örttükleri, örtülerini çıkartmaları yani orada şahit olanlar ve olacaklar önünde soyunmaları isteniyordu.
Bu uygulamaya ister ikna, ister sohbet diyelim, burada açıkça bir şiddet söz konusuydu. Başörtüsü yasağına maruz kalmış kadınlar uğradıkları şiddet ve baskı sonucunda başlarını açıp okullarına devam etseler de, başlarındaki örtüyü muhafaza edip öğrencilik haklarını kaybetseler de ciddi psikolojik sorunlar yaşadılar. Bir ikna odası mağdurunun bu alanda yayınlanan “Psikolojik Bir İşkence Metodu Olarak İkna Odaları” isimli çalışmada yer alan sözleri nasıl bir baskıya maruz kaldığını açıklar niteliktedir: “O dönemden bugüne kalan izler, şakaklarımda kapatamadığım beyazlamış saçlarımda gizli.”
Bir anda saçın beyazlaması vakası toplumsal hafızamızda Yeşilçam filmlerindeki abartılı yorumla yer alsa da ağır ruhsal çöküntü sonrası görülen tıbbi bir vakadır. Böyle tecrübelerin aktarılması bize uygulamanın ağır muhtevası ile ilgili fikir vermektedir. Ayrıca bugüne kadar yapılan tüm araştırmalarda ve tanıklıklarda yer aldığı üzere bu odalara alınan kişilerin odalardan ağlayarak, hatta baygın şekilde çıkarılması içeride gerçekleşen diyalogun salt bir ikna ve tavsiye konuşması olmadığını anlatmaktadır. Daha hayatlarının başında en mahrem ve kutsal saydıkları bir pratik ile gelecekleri arasına sıkıştırılan ve bunlardan birini seçmesi istenen gençler baskıya ancak bu şekilde tepki verebilmektedirler. İkna odasından başını açarak çıkan kadınları kazanç hanesine yazan, onların uğradıkları bu derin yıpranma ve çöküntü halini ise yok sayan zamanın İstanbul Üniversitesi rektörü Kemal Alemdaroğlu ise konuk olduğu televizyon programında bu gençlerden “başlarını açtırdığımız kızlar” diye bahsetmektedir.
Gerçeğin ifşası niteliğindeki bu tanımlama adeta işkencecinin işkence mağduru üzerindeki edimlerini açıklayan bir ifade şeklidir. İkna Odaları kurumsal yapısı ve uygulama şekli ile bir toplama kampı örneği oluşturmaktadır. Toplama kampı gerçeğinde insanlar salt bir beden olarak değerlendirilir. Bedenleri üzerindeki tasarruf ise o kampı idare eden iktidarın elindedir. Beden üzerinde yapılmak istenen uygulama yapılır. Toplama kampı gerçeğinde olduğu gibi İkna Odaları da toplumun bir kesimine, başörtülü kadınlara yönelmiş bir uygulamadır. İkna Odası insanların bedenleri üzerine odaklanmış, mahrem, kutsal, şahsi, özel hiçbir kriteri kabul etmeyen, ruhları heba etmek uğruna bedenleri şekillendirmeyi hedefleyen bir baskı dönemi uygulaması olarak toplama kampı gerçeğini yansıtmaktadır. Toplama kamplarında olduğu gibi ikna odası uygulamalarında da kanun askıya alınmış, hukuka muhalif bu uygulama resmi bir prosedür gibi işletilmiştir..
Nur Serter’in ikna kayıtları
İkna odalarının nasıl yerler olduğuna dair 2010 yılına kadar öğrenci ifadeleri dışında bir bilgi ya da kanıt mevcut değildi. Ta ki 2010 yılında TBMM genel kurulunda ikna odası uygulamasının kurucusu olarak tanınan ve o gün CHP milletvekili olan Nur Serter’in “ikna odası diye bir uygulama olmamıştır” şeklindeki beyanına karşı ikna odası mağdurlarının yine Meclis çatısı altında bir basın açıklaması düzenlemesine kadar. O açıklama sırasında mağdur öğrenciler ikna odasında kendilerine imzalamak üzere verilen belgeleri getirmiş, yaşadıklarını bir defa da Meclis’te anlatmışlardı. Böylece giderek etkisini kaybeden 28 Şubat süreci ile birlikte o sürecin sembollerinden biri haline gelmiş bu uygulama da daha çok tartışılmaya başlandı.
Nihayet uygulama sırasında İstanbul Üniversitesi rektörü olan Serter bir röportajda bu odalardaki görüşmelerde kamera kaydı alındığını, açılacak herhangi bir davaya karşı kendini korumak üzere bu kayıtları elinde tuttuğunu ifade etti. Bu ifade yıllardır mağdur öğrenciler için somut bir delil anlamına geliyordu ve röportajın ardından bahsi geçen kayıtlara ulaşılmasını talep eden davalar açıldı. Bugün bu davalar halen CHP milletvekili olan Nur Serter’in dokunulmazlığına gelip dayanmış durumda. Serter bugün o röportajda “kendisini koruyacak delil” olarak sakladığını iddia ettiği görüntüleri açılmış olan mahkemelere teslim etmek yerine imha edeceği beyanında bulunuyor. Kendi iddialarına göre o ‘ikna’ odalarında şefkatli sohbetler gerçekleştirmiş, başları zorla örttürülen öğrencilerin teşekkürlerine mazhar olmuştu. İçeriğini bu şekilde açıkladığı görüntüleri mahkemelere teslim etmek yerine imha edeceğini bildirmesi bu iddiaların da altını boşaltır niteliktedir.
Hükümet yetkilileri geçtiğimiz 28 Şubat’ta da daha önceki yıllarda olduğu üzere “1000 yıl süreceği söylenen 28 Şubat süreci bitmiştir” açıklamaları yaptılar. Belki hükümette bugün yer alan isimler nezdinde, ticari faaliyetlerine özgürce devam eden dindar kimliğe sahip iş adamları nezdinde ve çoğunlukla erkekler nezdinde 28 Şubat sürecinin bittiğini iddia etmek mümkün. Ancak o sürecin hedefinde yer alan başörtülü kadınlar bugün hala belirli kurumlarda hükümetin etkisiyle yaratılmış esneklik ve ‘müsamaha’ dışında birey olarak kazanılmış bir hakka sahip değiller. İkna Odası başörtülü kadınların benliklerinin, dini duygularının ve mahremiyetlerinin hoyratça çiğnendiği bir uygulama olarak önümüzde dururken, bu konuda müspet olarak sonuca ulaşmış hiçbir mahkeme kararı ya da hukuki bir tespit mevcut değil. Bu uygulamayı başlatanlar tarafından varlığı teyit edilen kanıtlar imha tehlikesi ile karşı karşıya. Tüm bu hak ihlalleri halen oldukları yerde dururken 28 Şubat sürecinin bittiğini iddia etmek zordur. 28 Şubat’ın kara sembollerinden biri olan İkna Odası ve bu uygulama ile mağdur edilen kadınlar gecikmiş bir adalet arayışı içinde üzerlerine düşeni yaptılar. Bu mağduriyeti 12 yıl sonra dahi mahkemelere taşıdılar. Şimdi tek eksik, delilleri imha edilmekten kurtarmaktır.
STAR