İsrail, saldırının üçüncü aşamasından kısa bir süre sonra tek yanlı olarak ateşkes ilan etti. Bunun elbette ki zorlayıcı sebepleri vardı. Baştan itibaren, söylediğimiz gibi İsrail üzerinde bir zaman, ikincisi de zayiat baskısı vardı. Bu zaman darlığının nedenleri arasında Obama'nın taç giyme merasimi veya yemin töreni ile İsrail'de 10 Şubat'ta yapılacak seçimler vardı. Başbakan Erdoğan'ın hatırlattığı gibi bu saldırının nedenlerinden birisi de hükümet ortağı Kadima ve İşçi Partisi’nin seçimlerde Netanyahu'ya üstünlük kurma arayışıydı. Lakin bu tehlikeli bir kumar ve macera idi. Kantarın topuzu kaçırılabilir ve saldırı siyasi olarak geriye tepebilirdi. Bunun neticesinde Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olunabilirdi. Bu açıdan, fazla risk almak ve yüklenmekten kaçındılar. Bunun için Hamas'a zarar verilmesi ve bu bağlamda Kassam füzelerinin durdurulması ile İsrail tarafının zayiatlarının sınırlı tutulması belirlenen hedefler arasındaydı. İşte İsrail tarafından zayiatların mahdut ve sınırlı kalması için Gazze'yi işgali göze alamadılar. Sokak ve göğüs göğüse çarpışmalarda verecekleri asker zayiatı seçim dengelerini altüst edebilir ve kamuoyunu Olmert hükümetinin aleyhine çevirebilirdi. İşte bu nedenle saldırının bu aşamada tek yanlı olarak durdurulduğu ilan edildi. Ayrıca İsrail, Katar'ın ilişkilerini dondurması gibi noktalarda diplomatik kayıplar verdi. Bununla da kalmadı, dünya kamuoyu da aleyhine geçti. Diplomatik aşamaya geçildi ve bu aşamada Mısır'ın rolü yeniden öne çıkmaya başladı. İsrail ateşkes noktasında Bush hükümetini etkisi altına aldığı ve ateşkes tasarısı noktasında Bush yönetimini çekimser bıraktığı gibi şimdi de savaşın diplomatik aşamasında Mısır'ı kullanmak istiyor. Burada hem İsrail yörüngesinden çıkmayan Mısır'ın diplomatik olarak ödüllendirilmesi var hem de kullanılması. Tek yanlı ateşkes ilanında İsrail yönetiminin Mısır'ın teklifini kabul ettiğini açıklaması manidardı. Böylece Mısır ateşkesi sağlayan ve bu yönde İsrail'i etkileyen taraf gösterildi ve İsrail itibarını kaybeden Mısır'a kaybettiği itibarın bir kısmını geri alabilmesi için arka çıktı. Kısaca ona rol verdi.
Böylece Arap zirvelerini boykot eden Mısır süreci Şerm el Şeyh'e yönlendirmiş oldu. Tek yanlı ateşkesin bir anlamı da İsrail'in Hamas'ı muhatap kabul etmemesidir. Lakin Gazze'de ateşkes için ikinci tarafa ihtiyaç vardır ve bu bağlamda Hamas'ın rolü ortaya çıkıyor. İşte bu bağlamda karşı eksene ve kutba yakın ve Hamas'la da ilişikleri olan bir aracıya ihtiyaç var. Burada da Türkiye'nin rolü öne çıkıyor. Burada biraz soluk alıp süreci baştan beri göz önüne alarak Türkiye'nin krizdeki rolünü değerlendirmek gerekiyor. Türkiye baştan beri 'public policy' denilen halk diplomasisini iyi yürüttü. Bunda şüphe yok. Lakin siyasi duruşları dinamik olmakla birlikte zikzak içindeydi. Ilımlı Arap ülkeleri denilen ülkelerin nabzını yokladı ve buradan bir şey çıkmadı. BM ayağını denemek istedi ama onun da önü İsrail tarafından tıkalıydı. Zaten BM Genel Sekreteri'nin bulunduğu bir ortamda BM kurumları vuruldu. Bu arada Suriye ile de temaslar oldu. Başbakan'ın İsrail hususundaki üslubu inişli çıkışlıydı ve çok tutarlı olduğunu söylemek mümkün değil. Birincisi, İsrail'e karşı sert açıklamalarında bile hissi davranmadığında ve konuşmadığında ısrar ediyordu. Buna lüzum yoktu. Subjektif olarak hissi olmak tabii hakkıdır. Lakin objektif şartlar da göz önüne alınarak siyaseten daha gerçekçi davranılabilir. Dolayısıyla kişisel bazda hissi davranmanın ve hatta bunu siyasete yansıtmanın hiçbir mahzuru yok. Kırım halkı Gazze halkı gibi boğazlanırken dönemin padişahı Üçüncü Mustafa facia haberlerini duyunca buna yüreği dayanamamış ve olayın tesiriyle vefat etmişti. Dolayısıyla siyasetçinin kalbinin taş olması gerekmiyor. Bu hissi olmama meselesi tartışılması gereken bir meseledir.
Yine aynı bağlamda İsrail'le diplomatik ilişkileri kesmeye çağıranlara kızan ve çift koldan bunları cevaplayan başbakan ve dışişleri bakanı 'bekara karı boşamak kolaydır' mealinde sözler sarf etmişlerdir. Can Dündar'ın hatırlattığı gibi geçmişte aynı çağrıları başbakan da yapmıştı. Yine bu üslup açısından hatalı bir değerlendirmedir ve İsrail'in ilişkileri istismarına zemin hazırlamaktadır. Hem ilişkileri kesmek bekara karı boşamak gibidir diyeceksiniz hem de İsrail'in BM'ye alınmamasını isteyeceksiniz. Bu, Türk politikasını aciz konumda göstermektir. Hatırlara Tzipi Livni'nin 'kamuoyu baskıları nedeniyle böyle yapıyor' şeklindeki sözlerini getirir. Herhalde ima edildiği gibi İsrail'le diplomatik nikahımız varsa da bu nikah Katolik nikahı değildir. Kaldı ki, Katolik ülkelerden Venezuela lideri Chavez ve Bolivya Lideri Morales bu siyasi Katolik nikahı iptal etmişler ve İsrail'i boşamışlardır. Bunun siyasi bedeli olabilir. Lakin Türkiye de geçici olsa da 1969 yılında Mescid-i Aksa'nın yakılması girişiminden sonra İsrail'deki büyükelçisini geri çekmiştir. Keza 1980 yılında Doğu Kudüs İsrail'in ebedi başkenti ilan edilince Kenan Evren döneminde ilişkilerimiz ikinci veya üçüncü katiplik seviyesine indirilmiş, ancak 1988 yılında Özal döneminde yeniden eski seviyesine kavuşmuştur. Şerm el Şeyh sürecine gelecek olursak; Hamas Sözcüsü Sami Ebu Zühri Türkiye'nin yaklaşımını yanlı değil daha dengeli olarak tanımlamıştır. Mısır'a göre daha dengelidir. Lakin tek yanlı ateşkes sürecinde bu dengeli yaklaşım daha ziyade Mısır'ın siyasi rolünün gölgesine girebilir. Mısır'ın yörüngesine girebilir. Bu süreçte Mısır'ın yardımcısı pozisyonuna düşmeyelim. Bir televizyon konuşmasında da ifade ettiğim gibi Türkiye'nin tezleri net olmalıdır, aksi takdirde iyi niyet girişimleri birilerine malzeme olabilir ve Türkiye de ikmal üssü haline gelebilir. Ateşkesin ikinci ayağı için bu ülkelerin Türkiye'ye ihtiyacı olabilir. Bazen iyi niyet yetmiyor, bu durumda kötü niyetlere alet olmamak gerekir. Bu itibarla Ortadoğu'da Türkiye'nin rolü öne çıkarken bizim de süreçten alacağımız dersler var ve bu dersler ışığında yanlışlarımızı en aza indirmeliyiz.
VAKİT