Tek Patronlu İki Farklı PDY

HAMZA TÜRKMEN

 

[PKK ve FETÖ İltisaklı Belediyelerde Dönüşüm Beklentisi -2]

Hizmet Hareketi/FETÖ ve HDP/PKK Belediyeleri!

Her ikisi de hizmet iddialarına rağmen hizmet yerine kesin aidiyet isteyen kimlik ve güç eksenli iki farklı Paralel Devlet Yapılanması haline geldi. Ve tarihi süreçlerinin son dönemlerinde birisi Pensilvanya üzerinden, diğeri Kandil ve Rojova üzerinden ABD’nin derin güçleriyle iltisaklı bir pozisyon içine girdi.

Bu arada Kemalist, Türkçü, Sosyalist, Kürtçü, Gizli Gülenist, Esed’çi olan 2008 Cumhuriyet Mitingleri’nin tüm bileşenleri, ABD’de ve AB’de senaryosu kurulan “Diktatör Erdoğan” piyesinin Türkiye figüranlığını üstlendiler.

[El-Kaide ve DAİŞ mahreçli mücadele metodu kitaplarında ise “Diktatör” olarak hedeflenen kişi paralel bir bsikolojiyle “Tağut” olarak hedefe konuluyordu.]

2013 Gezi Olayları ile başlayan ve Batılı medya tarafından fiili olarak desteklenen bu iki farklı örgütün Erdoğan Misyonu karşıtı ve ümmet maslahatı düşmanı şer dayanışmasının bir ucu 2014 Mahalli ve 7 Haziran ile 1 Kasım 2015 Genel Seçimleri’nde ortaya çıktı. Diğer ucu 15 Temmuz’dan sonra PKK/PYD hareketi üzerinden Batılı sahipleriyle birlikte tekrar “Diktatör Erdoğan” ortak söylemiyle belirginleşti.

[DAİŞ’in Türkiye’ye uzanan ajitatif hitabı da aynı paraleldeydi.]

2014 Mahalli ve 7 Haziran ile 1 Kasım 2015 Genel Seçimleri’ndeki FETÖ-PKK dayanışması somut olarak Bölge’deki tüm polis ve askeri lojmanlardaki seçim sandıklarında ortaya çıkmıştı. Bu lojmanlarda bilindiği kadarıyla PKK’li ve HDP’li hiçbir aile oturmamasına rağmen, sandıklar açıldığında HDP’ye çıkan oylar genellikle %50’nin üzerindeydi. Bu oran Bölge’deki askeri garnizonlardaki subayların ve Emniyet’teki görevlilerin yarıdan fazlasının FETÖ’cü olduğuna işaret ediyordu ve 15 Temmuz’dan sonra da bu gerçeklik somut olarak açığa çıktı.

İdeolojik olarak birbirine zıt olan bu örgütleri Erdoğan iktidarına karşı mobilize eden en önemli karine, iki örgütün de CIA, MOSSAD, hatta ABD’nin kurmay subaylarıyla irtibatlı olmalarıdır. Birisi uluslarası ilişkiler ağı icazetini ve istihbarat alet edevatını ABD ve İsrail’den temin ederken; diğeri ağır silahlarını açıktan ve doğrudan ABD-AB güçlerinden alıyor; ayrıca siyasi arenada da himaye ediliyorlar.

Türkiye’de Barış ve Çözüm Süreci’ni tamamen sabote eden Hendek Siyaseti oldu. Hendek Siyaseti, Erdoğan İktidarı’nı düşürmek veya kadük hale getirmek için adeta 15 Temmuz Darbe Girişimi’nin bir ön hazırlığı idi.

Kaldı ki 6-8 Ekim 2014 olaylarında somut olarak Bölge’deki Polis ve Ordu içindeki FETÖ bağlantılı aktörler, PKK-YPG katliamcılarına ön açmışlar, etkin müdahaleleri engellemişlerdi.

Cizre’de askeri birliğe 100 metre uzaklıktaki HÜDAPAR’lıların evlerine hafif ve ağır silahlarla PKK-YPG teröristleri tarafından binlerce kurşun sıkılırken, askeri birlik komutanı “Barış süreci var kışladan dışarıya çıkamayız” mesajını verebiliyordu. Şimdi o general FETÖ’den tutuklu.

Yine Şemdinli’de korucuların bir vadide sıkıştırdığı PKK suikast timini imha etmek için bölgedeki tugaydan mükerreren yardım istendiğinde, en sonunda tugay komutanı general “bırakınız gitsinler, barış süreci var” diyebiliyordu. Bu Tuğgeneral dahil Hakkari’nin bir nevi PKK’nin ana üssü haline gelmesine bilerek ve Hükümet’e de yanlış bilgi vererek imkan sağlayan Hakkari genelindeki askeri birliklerin başındaki 6 general de 15 Temmuz’dan sonra FETÖ Soruşturması kapsamında tutuklandılar.

Bu tarz idari, yargısal, istihbari, askeri ve mali alanlarda Bölge’deki FETÖ-PKK işbirliğine verilecek örnekler, bundan böyle 15 Temmuz sorgulama tutanakları ve mahkeme kararları ile daha net bir şekilde somutluk kazanacaktır.

Dünkü yazımızda bölge halkının huzuru, güvenliği, özgürlüğü ve imkanlı hale gelmesi için elzem olan Barış ve Çözüm Süreci’nin nasıl dış güçlerin teşviki ve tahriki ile battal hale gelmiş olduğunu belirtmiştik. Ayrıca bu süreci sabote eden iki paralel ihanet yapılanmasının piyonlaşmasına işaretlerde bulunmuştuk. (Tıklayın: PKK ve FETÖ İltisaklı Belediyelerde Dönüşüm Beklentisi -1)

Ancak Barış ve Çözüm Süreci’nin sabote edildiği ve Hendek Siyaseti’ne hizmet verildiği en önemli mekanlar 2014 Yerel Seçimleri’nde HDP/BDP’nin kazandığı 102 Belediye oldu. Bu belediyelerde halkın su, yol, yeşil alan, temizlik ve çöp hizmetleri yerine PKK’lilere veya PKK taraftarlarına yaranacak işler yapıldı. Hizmet yerine kimlik siyaseti seçildi. Gençler belediye gezisi bahanesi ile beyinlerinin yıkandığı kamp tipi gezilere götürüldü, daha sonra da Kandil’e gönderildi. Devletten Bölge belediyelerine ayrılan para abartılı bir şekilde hizmet ödemeleri başlığı ile PKK yandaşı taşeron işçilere verildi. Abartılı sayılarda hizmete alınan işçilere verilen ortalama aylık 6.300 lirayı bulurken, belediyelerin bütçesinin ancak %10’u hizmet için ayrılıyordu. İşçilere verilen maaşlar da sonradan ellerinden alınıp örgüte yollanıyordu.

PKK’nin yüksek oy aldığı il ve ilçelerde başlattığı veya başlatmak istediği Hendek Siyaseti de büyük ölçüde HDP belediyelerinin iş makinaları ve kepçelerinin kullanılmasıyla yürütüldü; bombalama işlemleri, bomba malzemesi ve silah ikmali de yine belediyelerin araçlarıyla gerçekleştiriliyordu.

HDP/BDP’li belediye başkanları PKK’li ölüler için anma törenleri düzenliyor, taziye çadırları açarak adeta PKK’li katillerin ve PKK taktiklerinin açıkça ve Bölge halkını korkutarak propagandası yapılıyordu. Örneğin 7 Haziran 2016’da Vezneciler patlamasını canice gerçekleştiren PKK’li teröristin cenaze töreni ile bizzat Diyarbakır Belediye Başkanlığı ilgilenmişti.

Ancak belediyelerin Erdoğan iktidarına ve toplumsal barışa karşı işledikleri bu tür cürümler sadece HDP belediyelerine ait değil. 102 HDP belediyesinden 24’ünün bu cürümlere bilfiil olarak katıldıkları ispatlanmış.

HDP dışında AK Parti’li Konya-Ilgın, Giresun-Çamoluk, Erzurum-Aşkale ve MHP’li Adana-Pozatlı Belediyeleri de PDY’den. Kayyum atanan belediyelerden 24’ü PKK’li 4’ü FETÖ’den. Dolayısıyla sadece görevden alınıp kayyum atanan belediyelerin hepsi HDP’li değil. Diğerleri de AK Parti ve MHP içinde takiyye yapan FETÖ bağlantılı. Zaten iki kanadın da bağlantı  uçları ABD’ye, AB’ye varıyor. Ortak hedefleri toplum dayanışmasının ve ümmet birliğinin bozulması, halka-ümmete önaçan Erdoğan Misyonu’nun tasfiyesi.

HDP’nin kayyum atanan il belediyeleri Batman ve Hakkari. Silvan, Sur, Suruç, Dargeçit, Gerçüş, Diyadin, Cizre, Erçiş gibi ilçe belediyeleri de diğerleri. Ama hem PKK/PDY ile hem FETÖ/PDY ile ilgili belediyelerin sayıları önümüzdeki günlerde soruşturmaların akibetine göre daha da artabilir.

Görevden almaların hukuki dayanağı ise 15 Temmuz Darbe Girişimi ardından Anayasa’nın 120. Maddesi’ne dayanarak MGK ve Bakanlar Kurulu onayı ile alınan Olağanüstü Hal (OHAL) kararı ve Meclis çoğunluğunun temsilen katıldığı 5 milyonluk 7 Ağustos tarihli Yenikapı’daki “15 Temmuz Demokrasi ve Şehidler Mitingi”dir. OHAL bağlamında da 1 Eylül günü 674 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK). Bu kararnameye göre “Belediye ve bağlı idari imkanlarının terör ve şiddet olaylarına dolaylı ya da doğrudan destek sağlamak amacıyla yararlanıldığının valilik tarafından belirlenmesi durumunda, terör ve şiddet olaylarına destek olmak amacıyla kullanılan belediye ve bağlı idari taşınırlarına mahallin en büyük mülki idare amiri tarafından el konulacak”tır.

Kaldı ki HDP/BDP Belediyelerine yönelik gelecek yasama yılında gündemde ilk olarak ele alınacak olan “Torba Tasarısı” içine “belediyelere gerekli hallerde kayyum atanması” başlığının da eklendiği 13 Temmuz 2016 tarihli gazetelerde açıklanmıştı.

Gülenistlerin AK Parti ve MHP belediyelerinde mevzi kazanıp FETÖ direktifleriyle çalışmaları tamamen yalan ve takiyye ile gerçekleşmişti.

PKK’ye iltisaklı HDP belediyelerinin varlığı ise güç ve silahlı propaganda ile sağlanmıştır.

Bölgedeki yaygın ama çağı cevaplayamayan; taklitçi,mezhepçi dini tutumla kaderciliği aşamayan dini aidiyetler gençliği kuşatamamıştır. Buna karşılık Batılı paradigmaya/moderniteye dayanan PKK, kullandığı ajitatif dil ile gençliği büyük ölçüde dejenere etmiş, fıtri ve İslami aidiyetlerinden kopartabilmiştir.

Mezhepçi/gelenekçi dini anlayışları Gülen’in batini ve mehdici söylemi imkânlı gelecek vaadi ile nasıl etkilemişse; mezhepçi ve batini tasavvufa meyilli Bölge’nin geniş dindar kesimin laik okullarda moderniteyle yüzleşen gençlerini de 19. yüzyıldan kalma sosyalist jargonun ve ulusalcılığın dehri ve müşrik tezleriyle de PKK sahte özgürlük vaadleriyle etkilemiştir.

Sorun Bölge’deki gelenekçi/mezhepçi Müslümanların sahipsizliği ve rehbersizliğidir. Bölge Müslümanlarına rehberlik yapabilecek ıslah kadroları maalesef ki Cumhuriyet kurulurken Kemalist kadrolar ve İstiklal Mahkemeleri tarafından tasfiye edilmiştir.

1980’lerden itibaren Bölge’de dindar kesime rehberlik yapacak üniversite merkezli bir İslami-tevhidi uyanış süreci yakalansa da, bu süreç de büyük ölçüde devrimci ve iktidar merkezli “aceleci” davranışlarla hem kendi içinde hem temsiliyet açısından heder olmuştur.

Ancak tevhidi uyanış sürecinin kendini yenileyen aktörlerinin çabaları; ayrıca Erdoğan Misyonu ile Bölge’de yaygınlaşan İmam Hatip Okulları’nın güçlenmesi ve dindar gençliğin önünün açılması ile de fıtri ve İslami uyanış süreci yeniden imkânlı hale gelmiştir.

İslam’a saygılı dindar Bölge halkı PKK’nin ve HDP’nin yabancılaştırıcı fonksiyonunu; ABD, AB ve küresel emperyalizm ile işbirlikçiliğini; PKK’nin hafyatik baronluğu için Kürt sorununu istismar ettiğini somut olarak kavramaya başladıkça, gençler arasındaki dindarlaşma ve İslami kimlikle özgünleşme ve özgürleşme potansiyeli daha da güçlenecektir.

Ayrıca fıtri aidiyetleri ötelenmiş, gelecek ufukları çaresizliğe itilmiş ve PKK tarafından baskılanmış olarak HDP’ye oy atan kitlelere -ki çoğunluğu hâlâ dindardır-, Mevcut Devlet’in tüm zaaflarına ve cahili temellerine rağmen rağmen Eski Derin Devlet olmadığı ve Hükümet uygulamalarındaki tedrici iyileştirme sürecinin tutarlılığı ve Kürt sorununun kökünü oluşturan ırkçı resmi ideolojinin ve Kemalist dayatmaların güç oranında tedrici şekilde tasfiye edileceği mevzuu inandırıcı ve uygulamalı olarak anlatılabilmelidir. Güç oranında ve tedrici olarak zulüm üreten resmi ideolojinin eritilmeye ve ceberut/otonomik TSK yapısının normalleştirilmeye çalışıldığı bu kitlelere ikna olacakları bir şekilde uygulamalı olarak gösterilirse, dönüşümün yönü ve rengi de değişecektir.

Örneğin PKK’nin yuvalandığı Ağrı Diyadin Belediyesi HDP’den alınıp kayyuma verilince, yeni heyet hemen belediyenin Kürtçe yazılı tabelasını kaldırmıştır. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu hemen bu icraata müdahale etmiş, yetkilileri eleştirmiş ve “Kürtçe bizim dilimizdir” çıkışıyla hemen tabelanın geri asılmasını istemiştir. Yeni kayyumlar da bu 24 Belediye’de hem halka adam gibi hizmet vermeliler; hem de ırkçı toplumdan değil, Türkiye toplumundan yana bir dille Türkiye toplumsal sosyolojisiyle barışık bir tutum içinde olmalıdırlar.

Zaten son anketler Diyarbakır, Batman gibi HDP’nin oylarının %70’leri bulduğu illerde Hendek Krizi ve PKK cürümleri karşısında Hükümet’in güvenlikçe ve hizmet eksenli politikaları sonucunda HDP’yi destekleyen oyların %40’lar seviyesine düştüğünü gösteriyor.

%70’lerden %40’lara. Ama aradaki %30-35’lik kitlenin yeni ideolojik rengi ne olacaktır?

Bu kitle yeni seçimlerde oy atar mı atmaz mı; daha adil, fıtri hatta İslami bir eksene bu oylar yönelir mi yönelmez mi sorularının cevabı bölgedeki İslami STK’ların çabaları kadar; Hükümet politikalarının kuşatıcılığı ve bu hizmetlerin yanında Bölge’nin, Türkiye’nin ve tüm ümmet coğrafyasının ortak değerlerini kucaklayıcı tutarlı tavırlarıyla da alakalıdır.

Yönetimi kayyumlara geçen belediyelerin belirginleşen hizmetleri zaten yoktu. Şimdi bu belediyeleri halka hizmet temelli ve PKK’nin yol açtığı ırkçı, pagan ve Batılı dejenere kültür yerine, Bölge’nin fıtri ve İslami değerleriyle barışık kültürel çeşitliliklerini sergileyebilmek önemlidir.

Bu hizmetlerin yanında bölgenin fıkhını bilmek, ortak harcı oluşturan ama örselenen fıtri ve İslami aidiyetlerin önünü yeniden açmak kalbi ve fiziki dönüşümün olmazsa olmazıdır.