Tek Parti Diktatörlüğü ve İslami Muhalefet

Özgür-der 2011-2012 aylık seminer dizisinin ilkini gerçekleştirdi. Cumhuriyet Dönemi Politikaları ve İslamcılık Tartışmaları üst başlığı ile hazırlanan programda, Tek Parti Diktatörlüğü ve İslami Muhalefet başlığı konuşuldu.

 Panelde oturum başkanlığını Rıdvan Kaya üstlenirken konuşmacı olarak Murat Aydoğdu ve Hamza Türkmen sunumlarını yaptılar.

Rıdvan Kaya,  panelin üst başlığının açımlamasını yaparak konuşmasına başladı. Cumhuriyet ile beraber kırılmaya uğrayan toplumsal yapının dönemin politikalarından ve baskılarından ne denli etkilendiğinin, verilen tepkilerin ve zaafların değerlendirilmesinin günümüz açısından önemini arz etti. Eleştiri üslubumuzu dönemin şartlarına uygun olarak düzenlememizin önemine dikkat çeken Kaya, kemalizmin sert ve totoliter tutumuna karşı tepkilerin cılızlığının nedenini irdelerken dönemin yeterlilikleri içerisinde düşünmemiz gerektiğine vurgu yaptı. Kaya, giriş konuşmasından sonra sözü, sunumunu yapmak üzere Murat Aydoğdu’ya verdi.

Dönemi yorumlama çabasına girmeden evvel doğru tarihsel sürecin bilinmesinin önemini dile getiren Murat Aydoğdu süreci anlatarak konuşmasına başladı. Cumhuriyet dönemini ve tutumlarını saltanat ve hilafetin ilgasından hemen sonrası olarak yorumlamamızın bizi kısır bir döndü içine sürükleyebileceğini söyleyen Aydoğdu, Cumhuriyeti, zaten batı literatürü içinde olan son dönem Osmanlı’nın jakoben hali olarak yorumladı. Konuşmacı, cumhuriyetin tek parti dönem yapılanmasını üç aşama ile; kurumsal yapı, sosyal yapı ve bireysel yaşama olarak sıraladı. İlk dönem toplumsal ve bireysel yapıya daha uygun olan İslam söylemini içinde barındıran kurumsal yapının ittihat ve terakki’den sonra bu söylemi tamamen ve açıkça terk ettiğinin altını çizdi. Aydoğdu dini seküler forma sokan süreci anlatırken özellikle iki izlek üzerinde durdu: 1920’ de egemenlik otoritesini sarsacak tüm organların tasfiyesi için oluşturulan hıyanet-i vataniye kanunu ve bu tasfiyeyi pekiştirecek 1928 tarihli dinde reform komisyonunun sistemin işleyiş düzeni.

Cumhuriyet’in karşı tutumlarını legal, daha kurumsal, ve illegal,daha reformcu, olarak iki başlık ile irdeleyen Aydoğdu, yatay düzlemdeki muhalefeti de legal ve illegal olarak açımladı.Konuşmacı ayrıca doğru bir toplumsal muhalefet yapısında bu iki damarın da olmasının sağlıklı olacağını söyledi. Yatay legal hareketler kurumsal açısından zayıf fakat toplumsal yoğunluğu olan hareketlerdi diyen konuşmacı, tek parti döneminde uygulanan şiddet pareleline karşı tepki veren ve çok partili yaşama geçişteki sistem içi muhalefetin İslam temelli olmadığının altını çizdi. Muhalefetinde baskı politikalarına karşı daha liberal söylemi olan 2. Kanatın yanı sıra yine sistem içinde damar oluşturmaya çalışan fakat toplumsal teşkilat yapısı olmadığı için söylemleri cılız kalan kesimlerin de olduğunu kaydetti.

Aydoğdu, tek parti dönemindeki yatay hareket ve muhalefetin büyük bölümünün Nakşibendi geleneğinden geldiğini belirtti. Nakşibendi’nin bu dönemdeki hareketliliğinin önemli olduğunu söyleyen Aydoğdu tasavvuf geleneği içinde öze dönüş ruhuna sahip, pasiflikten sıyrılıp sosyal hayat içinde aktif rol üstlenilmesi gerekliliğinin savunulmasının ileri bir aşama olduğuna dikkat çekti. Toplumda yetkinliğe ulaşmamış bir İslami yapının var olduğu gerçekliğini göz ardı etmeden kendini İslam’a nisbet eden, duyarlılığı olan tüm devinimleri direniş olarak görmenin önemli olduğunu tahlil etti.  Aydoğdu sunumunu sonlandırdıktan sonra sözü Hamza Türkmen’e verdi.

Hamza Türkmen, Aydoğdu’nun detaylandırdığı tarihsel sürece ek olarak cumhuriyetin kuruluşundaki Osmanlı toplumunun ve devletinin birikim itibari ile yüzünü batıya dönmüş bu değişimde kendini yenileyecek güdüme sahip olmadığını söyleyerek konuşmasına başladı. Potansiyel eksikliğine karşın Jön Türkler ve entelektüel kesimin İslami kavramların içini boşaltması ve bozması çözülmeyi hızlandırmıştır.  Osmanlı sosyal tabanının Anadolu’da toplanmış olması resmi ideolojinin baskıları ve politikalarının bu potansiyelin daha rahat kullanılmasına sebep olmuştur. Türkmen, belli bir coğrafyada toplanan bu bakiyeyi üç ana başlıkla açıkladı:

-Laikler, batıcılar ve milliyetçiler

- Batılı devletlerin himayesine sığınanlar

- Dindar ve İslami duyarlılığı olan kesimler

Türkmen, İslami duyarlılığı olan kesimin kitle bakımında güçlü olduğunu fakat örgütlü olmadıkları için dağınık kaldıklarını söyledi. Bu kesim kendi içinde ıslahatçı-şeriatçi- tahkikçi ve gelenkçi-taklitçi-mezhepçi kitleler barındırıyordu. Özellikle ilk kesimin yoğun olduğu yer olarak Sebilürreşad örneğini veren konuşmacı, yine bu kesimin de dünya genelinde yeni uyanışa geçen ulusçu bir damar taşımasının tartışılabileceğinin tahlilini yaptı. Dönemin İslamcıları bilgi anlamında güçlü isimlerdi diyen Türkmen, yatırımın ilmiye sınıfına yapılmasının önemini belirttikten sonra bu ilmiye sınıfının da koşullar gereği belli noktalarda dağınık bir birikime sahip olduğunu belirtti. Öze dönüş yaklaşımı içinde olan kişilerden bahsederken Babanzade Ahmet Naim ismini zikretti. Ayrıca Aydoğdu’nun da dikkat çektiği Nakşiliğin mevcut tarikatlardan farklı olduğunu söyleyen konuşmacı bu hareketin islamın esaslarını ahkama göre uygulanmasına dönük hassasiyeti olduğunu ifade etti.

İslami kitlenin içinde bulunduğu eksiklik ve çatışmalarına yönelik Mehmet Akif Ersoy şiirinden örnek veren Türkmen, bunun yanı sıra dönemin jakoben politikalarına dair hemen hemen tüm dökümanların gizli tutulduğunu yapılanların bazı hatıratlarda kendini ele vermesinin açı bir gerçek olduğunu ve bu alanda çalışmaların yapılmasına izin verilmediği gerçekliğine dikkat  çekti. Türkmen konuşmasını tek parti dönemi diktatörlüğü sürecinde dikkat çeken birkaç noktayı açıklayarak sürdürdü. Mustafa Kemal’in Bandırma vapuru ile Samsun’a gidişi ve İngiliz ordusunun karşılaması,  İstanbul Pera Palas Otelinde İngiliz gazeteci, siyasetçilerle birlikte kalması gibi umdelere dikkat  çeken Türkmen, Teşkilat-ı Esasiye kanunun içinde önce “Türkiye Cumhuriyeti’nin dini İslamdır” yazıyorken Lozan görüşmelerinden sonra anayasanın neden tamamen laik bir yüze büründüğü sorusunu sordu. Türkmen, sürecin devamını anlatırken öne çıkan diğer başlıklar:  Konjektüre uygun olması gereken bir yönetim biçimi için tek parti diktatörlüğünden çok partili seçimlere geçerken meclis seçim bürosunun  yine Mustafa Kemal ve Müdafaa-ı Hukuk yöneticilerinden oluşması; başkomutanlığa bağlı İstiklal Mahkemelerinin keyfiliği; Ali Çetinkaya (Kel Ali)’ nın Ankara mahkemesinde 2470 kişiyi, Cellat Kara Ali’nin Tanin gazetesine verdiği röportajda 6128 kişi astığını söylemesi.

Konuşmacı sunumunun devamında, tüm bu anlattıklarının özeti olarak sunulabilecek bir anekdotu okudu: “1945 yazı başlarına, yani İkinci Dünya Harbi'nin garp demokrasileri tarafından kazanılmasına kadar geçen devri yaşamış olanlarımız hatırlar ki, o devirde Türkiye'de hükümet adamlarının icraatını tenkit etmek, hususiyle din hürriyeti ve laiklik gibi tekelleşmiş mevzuları ele almak adeta intihar etmek demekti."  Ali Fuad Başgil, Din ve Laiklik,sf.19

İlk dönem İslamcılık algısı ve direnişi bu sindirme operasyonlarından dolayı pasif ve içine kapanan bir tarzı seçmiştir diyen Türkmen, zaaflı bir din anlayışına sahip olunsa ve mağlıbiyetler yaşansa da dindar çevrenin önemli bir kısmının işgale ve batılılaşmaya tavır aldığını, belirtti. Türkmen, bu alt yapıyı da göz önünde tutarak dönemin dindar kitlelerinin onaylamayacağımız kimliksel zaaf ve yanlışlarını karalamaya değil, uygun tarz ve üsluplarla ıslah etmeye ve böyle tanımlamaya çalışmalı, günümüzde de bu zemini düşünerek resmi ideolojiyi ve vesayet sistemini eleştirmeye, geriletmeye çalışmalıyız diyerek sözlerini tamamladı.

Konuşmacıların sunumlarından sonra program gelen soruların cevaplanması ile devam etti. Rıdvan Kaya, söylenenlere ek olarak Türkiyeli Müslümanların tarihi irdelerken ya geçmişte yoğun ve efsanevi bir direnişin verildiğini fakat bu direnişin ezildiği gibi abartılı bir yorum yapıldığını ya da yoğun bir muhalefetin olmadığı kanaatinde bulunulduğunu söyledi. Konuşulanlar düzleminde çıkan sonucun zaten derin bir İslami hareket ve direniş ayağı olmayan bu coğrafyada T.C hükümetinin diktatöryel baskıları sonucu pasifize edilmiş bir halk olduğunun unutulmaması gerektiğine dikkat çekti.

Sorular kısmında öne çıkan soruları irdeleyecek olursak, Şeyh Said İsyanı’nın nereye oturtulacağı sorusuna Murat Aydoğdu tarafından gelen cevap; Dönem içinde ciddi ve onurlu bir direnişti fakat yatay dokusu güçlü olmadığından ve baskıların sertliğinden dolayı bu direniş güçlenemedi.

Hamza Türkmen, kendisine gelen, “bu kıyımları yapan askerlerin kim olduğu” sorusuna; Mustafa Kemal’in Sivas’ta arkasına aldığı kişiler, çetelerden oluşan silahlı birlikler, Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti üyeleri, diyerek cevap verdi.

Panelin sonunda Rıdvan Kaya paneller dizisinin bir sonraki başlığını bayram nedeni ile normal tarihinden 1 hafta sonra olacağı duyurusunu yaparak ve İslami yaşamımızı engelleyecek tüm unsurlara karşı dik ve diri bir İslami bilincin var olması duasını yaparak paneli sonlandırdı.

Haber: Büşra Bulut

Fotoğraflar: Gökhan Ergöçün

 

Bir Sonraki Panel Konusu ve Tarihi :

Şapka, Türkçe Ezan, Kur-an Yasağı vb. Dayatmalara Karşı Tepkilerin Anlamı

Kenan Alpay-Murat Özer

16 Kasım 2011- Çarşamba Saat: 20.00

Etkinlik-Eylem Haberleri

Bursa’da Suriye devrimi ve Gazze konuşuldu
"Sürünün İçinde Dijital Dünyaya Bakışlar"
Başakşehir’den Gazze direnişine bin selam!
Adana Özgür-Der’de “Emperyalizm ve Siyonizm İlişkisi” konferansı düzenlendi
Özgür-Der Gençliği “İslami Perspektiften Psikoloji” kitabını değerlendirdi