Tehlikenin farkında olmak!

Abdurrahman Dilipak

Düşünüyorum da, Beyaz Türklerin, akıllarını zail eden öfkelerinin asıl sebebi, olsa olsa, kendi yaptıklarını düşünüp, bir gün karşısında oldukları insanlar, ya aynı şeyi kendilerine yaparsa diye korkuyorlar..

Ama korku çare ve çözüm değil.. Böyle davrandıkça tehlike daha da artıyor. Çünkü korkuları kendilerini daha saldırgan yapıyor..

Aslında içine sürüklendikleri psikolojiyi anlıyorum.. Daha dün yeni apartmanlarına taşınan adamın bir sürü çocuğu var. Sürekli misafir geliyor.. Hepsi de çocuklu. Evde kalan yaşlı kişiler var. Dede-nine.. Hanım araba kullanıyor. İşi yok, bütün gün çocukları ile ve misafirliğe, sağa sola gidiyor, ama daha kaliteli bir arabaya biniyor..

Daha mutlular..

Dayanılmaz bir şey bu.. İçki içmiyorlar.. Lüks bir hayatları yok.. Daha çok okuyorlar. Adam sık sık yurt dışına gidiyor..

Geçen gün Maslak’ta bir cami derneğinde gençlerle sohbetim var. Çoğu İTÜ’den.

Akşam namazında camideydik.. Cemaatin durumunu sordum.. Genç bir cami imamı var, o da İlahiyatta master yapıyor..

Caminin henüz minaresi yok.

Çevresi tamamen büyük holdinglerin idare merkezleri ile dolu. Minare yapılsa bile gökdelenler arasında kaybolacak.

Cemaat durumunu soruyorum. 40-50 kişi. Çoğu öğrenci, bir kısmı da o merkezlere iş için gelip-gidenlerden. O gökdelenlerden hemen hemen hiç kimse gelmiyor, bir Amerikan şirketinin Müslüman yabancı müdürü ve birkaç kişi daha, o kadar. Holdingler, yönetici ve çalışanlarından hiçbirinin camiye yardımı da yok.

Soruyorum: “Gökdelenlerde mescid filan vardır herhalde”. Yokmuş.. Adeta “namaz kılmanın yasak olduğu” bir bölge. Yazılı ve açık bir yasak yok ama, fiili durum böyle.. Onlarca gökdelen ve onbinlerce insanın yaşadığı bir yerde, bölgenin tek camisinde cemaat sayısı 50-60 kişiden ibaret..

Mahalle baskısını, korkuyu görüyor musunuz?.

İkna odaları filan fayda vermedi. Yarın baskıların kalkmasını bırakın, hafiflerse ne olacak?. Birkaç günde, camiler dolar taşar..

Herkes biliyor ki, böyle bir yerde düzenli namaz kılacak yüzlerce, ara-sıra kılan binlerce insan vardır..

Hani her şey yolunda olsa, belki bazıları o kadar titizlik göstermeyebilirler namazına ama, bu baskı altında, bedenler namazdan, camiden uzaklaştırılsa da, ruhlar yaklaşıyor..

Bastırılmış, sindirilmiş inanan bir kitle var. İşte bu bastırma ve sindirme işi yapanları korkutan da bu, işi gevşetirlerse, bir patlama şeklinde bütün kazanımlarını bir anda kaybetmek istemiyorlar. Dahası, geçmişin hesabının sorulmasından korkuyorlar..

Onları anlamak gerek.

Ama şunu görmüyorlar. Bu günden toplumdaki mutabakat % 70’i buldu.. Böyle giderse, bu yüzde 80’i geçecek.. Yasakçılar, yaptıkları işi eşlerine, çocuklarına, kardeşlerine bile anlatamayacaklar.. Hatta onlar da karşı tarafa geçecek..

Anlıyorum onları, suçluluk psikolojisi korku ile birleşince saldırgan bir ruh haline bürünüyorlar..

Kıskançlık histerisine kapılmış gibiler.

Malum media ve bir kısım örgütlerin kışkırtması ile ipnotik bir etki altındalar..

Örtünme ve namaz konusu, bastırılmış bir yay gibi.. İlk fırsatta bu patlayacak ve ama daha sonra tabii dengesine geri dönecek. Bu baskı hali ne kadar sürerse, patlama o kadar şiddetli olacak.. Ve sonuçta bir gün olacak olan olacak..

Yasak çare değil.. Kaçtıklarını sandıkları şeye doğru koşuyorlar..

Kaç gündür bu konuları konuşup yazıyorum. Bir de başımıza şu parti kapatma belası çıktı.. Bir savcı, bir iddianame yazdı, bin gün bunu tartışmak mümkün.. Her paragrafı ayrı bir alem.. İddianamenin Ergenekon tarafından hazırlanıp hazırlanmadığı bile tartışılıyor. Bir de kalkmış Hukuk fakültesi dekanları eleştirileri tartışıyorlar. Peki bir zamanlar, devletin, anayasa ve yasaların varlık ve meşruiyet sebebi olan temel hakları ayaklar altına alınırken, yargıya brifing verilirken, devletin temsil makamı olan Cumhurbaşkanı, Parlamento iradesi baskı altına alınırken nerdeydiniz? Şimdi mi aklınız başınıza geldi?

Bakıyorum, bir günlük yazıdan iki günlük yazı çıkmış. Aradan bölüp paralel bir başlıkla bir gün sonra aynı konuya devam etmek zorunda kalıyoruz..

Bir yandan çete tartışmaları, öte yandan yargının saygınlığı konusu..

Yargının saygınlığına evet de, parlamentonun saygınlığı, milli iradenin saygınlığı, iktidarın saygınlığı nerede?. Hangi yargının saygınlığı, milli irade, parlamento ve iktidarın saygınlığından daha fazla olabilir?. Peki ya bir yargı mensubu çıkıp yargıyı istismar ederek bu değerleri tehdit ediyorsa..

Hani hakimiyet, kayıtsız ve şartsız millete aitti?.

Hani yargı, millet adına karar veriyordu?

Sahi bu milleti millet yapan, milletin alamet-i farikası olan değerler nelerdi?

Hilafetin, mana ve mefhum olarak Büyük Millet Meclisi’nin şahs-ı manevisi içinde mündemiç olduğunu söyleyen yasa yürürlükten kaldırıldı da haberimiz mi yok yoksa?.

Bu Meclis nasıl bir gündemle açılmıştı? Hani Nisan ayına giriyoruz! Savcı bey bu konuyu araştırsa hele bir..

Asıl tehlike, çözümü tehdit olarak algılayan zihinlerin ürettiği tehlikedir.. Ve bu tehlike keskin sirke misali kendi küpüne zarar vermeye başlamıştır.

Selam ve dua ile.

 

Vakit gazetesi