ABD Genelkurmay Başkanı General Martin Dempsey'in başkanlığında Washington'da toplanan 22 koalisyon ülkesinin askeri liderleri IŞİD'e karşı girişilen askeri mücadelenin yetersiz olduğu konusunda ittifak etmişler. ABD Savunma Bakanlığı Pentagon yetkilisi Washington’daki zirveye katılan 22 ülke arasında derin bir konsensüs olduğuna dikkat çekmiş. Fakat aynı yetkili Suriye ve Irak başta olmak üzere bölgedeki zorlukların kökeninde etnik ve dini gerilim, dışlayıcı yönetim, hoşgörüsüzlük ve ekonomik mahrumiyetlerin yattığını da eklemiş.
Askeri işgal veya askeri saldırılar çözüm üretseydi on binlerce askerle, yüz binlerse ton bombayla 12 yıldır işgal altında ezdikleri, yakıp kavurdukları Afganistan’dan bir model ülke üretirlerdi. Afganistan, Irak ve Filistin’in yanı sıra Suriye’yi de yangın yerine çeviren küresel sistem ‘despotizmin’ adını ‘dışlayıcı yönetim’ olarak kodlamış ama asli ve öncelikli mücadelesini mahrumiyetler içerisindeki kitlelerin örgütlü isyanına tahsis etmekten de hiç tereddüt etmiyor. IŞİD’i bitirmek üzere toplanan zirveler askeri saldırılar, askeri saldırıları takip eden zirveler birbirini takip ediyor ancak sonuç yayılan yangın, büyüyen kan gölü ve derinleşen acı olarak yine bizim hanemize yazılıyor.
Provokasyonun Kronolojisi
Sanki mevcut sorunlar yetmezmiş gibi, PKK-PYD cephesinin Suriye başta olmak bölgedeki krizlerin üstüne tüy dikmek istercesine dayattığı Kanton Devletler çözümsüzlüğü derinleştirmekten başka hangi işe yarayacak acaba? Öteden beri silahla dayatmayı, provokasyonla şantaj yapmayı ve her an masayı devirip gitme söylemini adet edinmiş PKK-HDP cenahının şimdi aynı davranış kalıbını Kobani meselesi üzerinden tırmandırmasında şaşılacak bir şey yok. Şaşılacak bir şey yok desek de diğer taraftan bu şantaj-tehdit ve dayatmalarla yol alma imkânının sıfıra yakın olduğunu da akıldan hiç çıkarmamak lazım.
Esed rejimiyle anlaşmalı bir şekilde PKK-PYD tarafından ilan edilen Kobani Kanton Devleti’nin bekası adına Türkiye’den ağır silah ve(ya) silah geçişi için koridor açılması yolundaki ısrarlı hatta tehditkâr talep son krizin sebebiydi. PKK medyası ve paralelinde hareket eden sol-Kemalist ve liberal aktörler Rojava Devrimi’nin BM nezdinde de tanınmasına ramak kaldığını ve Türkiye’nin gecikmesinin ağır bedelleri olacağını çoktan işlemeye başlamışlardı bile.
40 insanın ölümüne, yüzlercesinin yaralanmasına ve binlerle ifade edilen yakıp yıkmalı gerilim ve saldırı atmosferi nasıl ortaya çıktı? Bu sebeple Kobani meselesi üzerinden Türkiye’de oluşturulmak istenen yakıp yıkmalı ve kanlı provokasyonun nasıl bir kronolojik seyir takip ettiğini hatırlamakta fayda var. İlk adım İmralı’dan geldiğinde tarih 5 Ekim’i gösteriyordu. Abdullah Öcalan’a bir bayram ziyareti gerçekleştiren kardeş Mehmet Öcalan çok gergin ve bir o kadar da tehditkâr ifadelerle ‘önderlik’in Kobani mesajını şu karışık cümlelerle kamuoyuna deklare etti.
"Kobani’deki insanlarımız direnecekler. IŞİD’in olduğu yerde ve Kürtlerin yaşadığı bölgede nerede bir IŞİD varsa bunlara karşı sonuna kadar direneceğiz. IŞİD’i destekleyen devletler, hükümetler, insanlar. Bugün IŞİD’i destekleyenlere yarın IŞİD onlara da büyük sorun olacaktır. Demokratik ülkelerde eğer kim bu IŞİD’i destekliyorsa o en büyük zararı bu ülkeye veriyor da." İşte bu cümleler epeyce zamandır hazırlanan psikolojik savaş argümanlarının üzerine şehirlerin yakılıp yıkılması için işaret fişeği sayıldı. İlaveten bu görüşmede Çözüm Sürecine dair yine ve yeni bir tarih daha verildi Hükümete: 15 Ekim.
Tükürük Füzesinin Yanında Tomahawk Neymiş?
Kürt sorunun çözümü, barış sürecinin devamı için ileri sürülen şartlara bir yenisi daha eklenmiş oldu: Rojava. BDP-KCK kadrolarının meydanlara ateş salmaya başlaması tam da bu zaman denk gelmektedir. Ki Öcalan’ı takiben HDP MYK’sı yaptığı yazılı açıklama ile bombanın pimi çekip sokaklara atılmış oldu.
HDP tarafından söylenen şuydu: “Kobani'ye destek vermemek, destek vermek isteyenleri de engellemekle 'Çözüm sürecini' tehlikeye itiyorsunuz.” Belki anlaşılmamıştır diyerek ardına şöyle bir tehdit de ekleniyordu: “Kobani ve Rojava direnişi ile dayanışmamızı Türkiye'nin her yerine birlikte taşıyalım. Etkinlikler, sokak eylemleri, mitingler, toplantılar düzenlemek için ortaklaşalım.”
Mantıksızlık silsilesi çeşitlenerek devam ederken aslında HDP-PKK, AK Parti Hükümetini IŞİD’ten, IŞİD’i de AK Parti Hükümeti’nden ayrı görmediğini beyan ediyordu. Şu söylem tırmandırılan şiddetin sebebini de ortaya koyuyordu: “IŞİD, Türkiye'nin de içsel sorunu olma yönünde gelişme gösteriyor, Türkiye'de de örgütleniyor. Bu konuda suskun kalarak tehlikenin önüne geçilemez. IŞİD'in Türkiye'deki yapılanmalarını dağıtın.”
Şiddet sarmalının çıkmaza girdiği ve her zamanki gibi geri adım atmak gerektiğinde, yalan ve inkâr, suçlama ve iftira en üst düzeyde devreye sokularak işin içinden sıyrılmaya çalışılıyordu. Sonra gelsin yalandan efelenmeler ve meydan okumalar: 'IŞİD'e karşı savaşmak isteyen On binler var, onları orada tükürükle boğarız, kapıları açın' dedik!
Demirtaş, Esed rejimi ve İran’ın varil bombalarıyla, ABD ve müttefiklerinin Tomahawk füzeleriyle başaramadığını PKK-HDP’nin tükürükle başaracağını iddia etmekte. Oysaki Demirtaş ve ittifak ettiği kesimlerin en büyük yanılgısı barışı ve özyönetimi silahların ve şantajların gölgesinde kurabileceğini sanmak. Şiddete, provokasyona, despotik düzenlere ve emperyalist ilişkilere bu kadar yanaşık düzen durulmasının asıl sebebi de bu karanlık sanılar değil mi zaten?