Geçenlerde bir okurum kapatma davasıyla ilgili bir mektup yazmış, Ak Parti'ye "Aman gerginlik çıkarma, savunma hakkını kullan, başka bir şey de yapma" diye telkinde bulunanlarla ilgili bir benzetme yapmış. Tüyler ürpertici bir benzetme:
"Er Ryan'ı Kurtarmak filminin beni en çok etkileyen sahnesi nedir, biliyor musunuz" diyor; sonra o sahneyi hatırlatıyor okurum; "Hani bombalanmış bir binada Amerikalı bir askerin bir Alman askerini öldürüş sahnesi vardır; bıçağı Alman'ın karnına gömülmüşken neredeyse şefkatli bir ses tonuyla şuna benzer şeyler söyler kulağına: "Hadi direnmeyi bırak, kendini serbest bırak, göreceksin daha kolay olacak; zaten bu boktan hayatta yaşanmaya değer ne var ki..."
Şu anda Ak Partililer dahil, siyasetin içinde olan herkesin ortak tahmini Anayasa Mahkemesi'nin kararının kapatma yönünde olacağı. Bu durumdayken Ak Parti'ye yalnızca hukuki savunmayla sınırlı bir mücadele tarzı önerenler filmdeki Amerikalı askere çok benziyor gerçekten de. "Direnmeyi bırak, göreceksin daha kolay olacak; zaten bu boktan sistemde siyaset yapmanın ne anlamı var ki..."
Dikkat ediyorum, kapatmanın sonuçları daha çok, hatta sadece Ak Parti ya da Erdoğan açısından konuşuluyor. Parti kapatılırsa, yenisi nasıl, ne zaman kurulur; yeni parti 2009 Mart'ındaki yerel seçimlere yetişebilir mi; savunma için ek süre istenirse yeni parti için kalan zaman yeter mi, yetmez mi... Erdoğan'ın yasaklılığı delmesinin yolları yöntemleri nelerdir? Başbakanı bağımsız milletvekili sıfatıyla tekrar parlamentoya sokmanın en iyi yolu hangisidir; Parlamento'daki sandalye sayısının yüzde 5'ini boşaltmak mı daha kolaydır; yoksa bir seçim bölgesinin milletvekillerinin tamamen boşaltılması mı? Bugün sadece Ak Parti camiasında değil, bütün siyaset çevrelerinde dönüp dolaşan konular bunlar...
Eğer mesele sadece, Ak Parti'lilerin ya da Erdoğan'ın geleceği olsaydı, açıkçası benim de içimden "Boşverin Allahaşkına, bu kaçıncı yasaklanışınız; bu kaçıncı kuşatma, kaçıncı barikat; size de yazık; gidin evinize ayaklarınızı uzatıp oturun biraz; torunlarınızla oynayın, ya da danışmanlık yapın; eğer hareketi çok seviyorsanız şehir şehir ülke ülke dolaşın" demek gelirdi. Ama yaşanan olay bu mudur? Şimdiye kadar defalarca yaşanan yok yere parti kapatma olaylarına yeni bir halka daha eklenmesi midir yalnızca yaşadığımız şey?
Yoksa, bundan çok daha öte; Türkiye'de son 7-8 yıldır yaşanan transformasyonu durdurma ve geri döndürme hamlesi midir? Demokrasinin derinleşmesi yolunda atılan adımların geri püskürtülmesi ve yeni bir otoriterleşme sürecinin başlangıcı mıdır? Besbelli ki, karşımızda basit bir parti kapatma davası yok; karşımızda hepimize umut veren bir dönemi kapatma davası var. Ak Parti'nin kapatılması teşebbüsü, son yıllarda güç kaybeden bürokratik iktidarın kaybettiği gücü geri almak için giriştiği en pervasız hamledir. Hamlenin görünen hedefi Ak Parti'yi ya yok etmek ya da yok etme tehdidiyle ehlileştirmek, teslim almaktır. Ama eğer başarırlarsa yok edilen ya da teslim alınan sadece Ak Parti değil, son yılların bütün kazanımları olacaktır. Kendilerini Cumhuriyetin yegane ve ebedi sahibi gören kesimler bu operasyonla, Türkiye'de dokunulmaz devlet politikalarını değiştirmeye kimsenin gücünün yetmeyeceğini dosta düşmana göstermek istiyorlar. Bu, bütün topluma karşı bir meydan okumadır.
Öyleyle cevabı da toplumun bütün demokratik güçleri tarafından topyekun bir şekilde verilmelidir. Evet, hükümetin ve Ak Parti'nin bu meydan okuma karşısında bocaladığı, zaman zaman sindiği, bazen kaş yapayım derken göz çıkardığı, kendi içindeki uzlaşma eğilimlerinin arttığı, köklü bir demokrasi geleneğine sahip olamamaktan gelen vahim hatalar yaptığı doğrudur. Bütün bu zaafları ortaya döküp Ak Parti'yi eleştirmek ve hatta asıl sorumlu göstermek de kolaydır. Zor olan ise, rejimin karşı karşıya olduğu tehlikeyi göğüsleme görevinin tek başına Ak Parti'nin taşıyamayacağı kadar ağır olduğunu görmek ve bu tarihi saldırının püskürtülmesinde sorumluluk almaktır.
Bugün gazetesi