Tecavüzün yerle bir ettiği sosyolojiye dair gerçek bir suç hikayesi!

Netflix yapımı Unbelievable gerçek bir hikâyeden yola çıkarak tecavüzün toplumda nasıl karşılandığını inceliyor.

Abdurrahman Güner /  HAKSÖZ HABER

Tecavüz karşısında toplumsal tavır alış üzerine gerçek bir suç hikâyesi

Cinsel saldırı vakaları tüm dünyada yükselişte. Sözle veya fiili olarak gerçekleştirilen saldırıların en büyük mağdurları ise kadınlar. Bu konu üzerine düşünmek oldukça handikaplı bir takım tartışmaların içine çekilmek anlamına geliyor.

Kadınların yaşadıkları sorunları cinsiyet merkezli değerlendirenlerle sorunu görmezden gelen klasikleşmiş bakış açısı arasında sıkışmış durumdayız. Cinsiyetin ideolojikleşmesi tabiri caizse silah gibi kullanılması anlamına geliyor. Bu bağlamda kadınların yaşadıkları mağduriyetleri konuşurken hâkim söylemin belirleyiciliğinden kurtulmak imkânsız hale gelebiliyor.

Tüm bu tartışmaları bir yana koyarak cinsel saldırganlığın üst noktasını oluşturan tecavüz davaları hakkına çekilmiş bir yapıma odaklanmak istiyoruz. Unbelievable isimli mini TV dizisi bir suç hikâyesine dayanıyor. Amerika’da yaşanan bir dizi seri tecavüz vakası etrafındaki hukuki, psikolojik gelişmeler ve toplumun bu duruma karşı gösterdiği tepkiler mercek altına alınıyor.

En etkileyici kısım ise tüm bunların gerçek olaylardan yola çıkılarak inşa edilmiş olması. 2016 senesinde Pulitzer ödülü alan “An Unbelievable Story of Rape” isimli çalışma ve bu çalışmanın 2018 senesinde kitaplaştırılması filmin kalkış noktasını oluşturuyor.

Stacy Galbraith (Karen Duvall) ve Edna Hendershot (Grace Rasmussen) isimli iki kadın dedektifin başlattıkları kapsamlı soruşturma sonucunda çözülen seri tecavüz vakaları Unbelievable isimli mini TV dizisiyle tüm dünyayla paylaşılmış oldu. Peki, Unbelievable (Akıl Almaz ya da İnanılmaz) dizisinin olayı nedir?

Tecavüz pornosuna dönüştürmeden gerçek bir suç hikâyesi nasıl ‘inanılmaz’ bir şekilde anlatılır?

Ara başlık olarak seçtiğimiz cümle dizinin senaristi ve yönetmenlerinden Susannah Grant ile yapılan bir röportajdan alınma. Yapımı özetlemek adına oldukça işlevsel olan bu cümle dizinin en başarılı olduğu noktalardan birisini yakalıyor.

Sinema-film sektörünün kadınlık üzerine inşa ettiği ve inşa etmeye devam ettiği algı büyük oranda cinsellik üzerine kurulu çıplaklık imgeleriyle dolu. Yıllardır devam eden bu çarpık bakış açısı cinselliğin ekonomi-finans için oldukça elverişli bir şey olduğunun keşfedilmesiyle başladı. Bir film iyi senaryo ve güçlü bir ekibe sahipse izleyiciyi kendisine çekecektir. Aynı filme bir de oluşturulan güzellik algısına uygun bir oyuncunun müstehcen sahnelerini eklerseniz milyonlar kazanırsınız…

Kadınlar bu bağlam üzerinden araçsallaştırılır. Sinemadaki kadın gücünü kişiliğinden veya her insanda olması gerektiği gibi ahlaki konumundan almaz bedeninden alır. Beden gittikçe gözümüze sokulan bir imge olarak içgüdülere hitap eden bir silah gibi kullanılır. İlerleyen dönemde “kadın” izleyiciler için erkek bedeni de benzer şekilde araçsallaştırılmıştır. Özet olarak sinema-film sektörü kadınlık algısının oluşmasında oldukça etkilidir. Bu noktadan hareketle kadınların maruz kaldıkları aşağılık şeylerin (tecavüz gibi) sorumluları arasında pekâlâ bu sektör de zikredilebilir.

İnsan ilişkileri ahlaki bir zeminden kopartılıp çıkarın veya gücün (iktidar) merkezine doğru itildikçe her şeyin özü bir miktar bozulmaya maruz kaldı. Tecavüz geçmişte de vardı ancak kimse dolaylı yoldan bile olsa tecavüzü imkânlı hale getirebilecek şeyleri savunamaz, normalleştiremezdi. Bedenin panayır gibi sergilenmesi insanların onları medeni kılan örtülerden sıyrılarak kişiliklerinden ziyade bedenleriyle tanınır hale gelmeleri cinsel saldırganlıkların en önemli sebepleri arasında şüphesiz!

Sinemanın ise bu anlamda çok büyük günahı var. İşte Unbelievable daha fazla izlenmek adına sinemanın bu iğrenç alışkanlığına dâhil olmuyor. Belki bu sebepten Netflix yapımları içinde underrated (önemsenmemiş) bir konuma sahip olduğu söylenebilir. Sex Education isimli saçma sapan bir dizi milyonlar izlenirken her yönüyle başarılı bir yapım olan Unbelievable görmezden geliniyor!

Kadın VS Erkek çözüm mü?

Unbelievable’ı bir proje olarak tasarlayan Susannah Grant verdiği röportajda dizinin bilinçli bir feminist proje olup olmadığı sorusuna “Hayır” şeklinde cevap veriyor ve ekliyor: Feminist bir proje olarak düşünmedim. Öyle bir eser yazmak için çalışmadım. İyi bir şeyler yapmak ve yazmak için çabaladım.1

Unbelievable dizisi incelememizin başında zikrettiğimiz hakim söylemin tuzaklarından kaçmaya çalışan bir yapım. Meseleyi iyi kadın kötü erkek veyahut tam tersi kısır bir bağlamdan kopartarak daha tartışılabilir ve üzerinden konuşulabilir bir zemine çekiyor. Belki de filmimizin cinsellik konusundaki dikkatinden sonra ikinci önemli hususu burası oluşturuyor. Dizinin açılış sekansında her şeyden önce beliren “Cinsel şiddet tasviri içerir. Dikkatli olunması önerilir.” şeklindeki uyarı dahi ne yapılmak istenildiği hakkında fikir veriyor. Normal şartlarda bu tarz bir cümle anlatım açısından sinema dili için kurmacayı belgesele yaklaştırması riskinden dolayı oldukça kullanışsız olarak değerlendirilecektir.

Unbelievable toplumsal bakış açısındaki sakatlıkları başarılı bir şekilde ortaya koyarken kadınların maruz kaldıkları iğrenç suçları ideolojik bir düzlemden ele alan sathi bir çalışma olmanın ötesinde başarılı bir yapım. İşini doğru yapan sorumluluk sahibi polislerle alışılagelmiş kalıplar üzerinden mesleki ve ahlaki sorumluluklarını yerine getirmekten aciz polisleri gözler önüne sererken bir soru atılıyor ortaya: Erkek polisler hukuku çiğnerken bunu hangi saikle yapıyorlar? Erkek oldukları için mi yoksa sorumsuz oldukları için mi? Dizinin bu noktada basit genellemeleri aşan bir dili yakaladığını söylemek mümkün.

Dizinin merkezindeki hikâyelerden aynı zamanda açılış teması olan Maria Adler, tecavüze uğradıktan sonra yaşadığı şeyi sosyal çevresine anlatmakta güçlük çekiyor. Daha 16 yaşında olan Adler’in polis sorgusunda ilk görüşmesi sorunsuz yaşanırken işin rengi koruyucu annelik yapan karakterin olaya dâhil olması ile değişiyor. Kendisi de tecavüz mağduru olan kadının taciz-tecavüze maruz kalan kişinin Maria gibi tepkiler vermemesi gerektiği konusunda polisi uyarması Adler için ilerleyen süreçte bir krizin başlamasına sebep oluyor. Mağdurlar bir başka mağdurun mağduriyetini artırıyor kısaca!

Bu noktada erkeğinden kadınına kadar bütün bir toplum tecavüz hadisesi karşısında ne yapacağını bilemez halde hareket ediyor. Bir insanın hayatını tamamen değiştiren bu iğrenç suç toplumu da yapısal olarak çürütüyor bir arada olmak hissini işlevsiz hale getiriyor!

Seri tecavüz vakalarının çözülmesinde etkin role sahip olan aslında ilk işaret fişeğini yakan Detektif Karen Duvall karakterinin Tanrı inancına sahip, kilise mensubu bir Hıristiyan olarak güçlü bir kimliğe sahip olması da Unbelievable’ı farklı konuma yerleştiren hususlar arasında geliyor.

Seri vakaların çözümünde birlikte çalışmak durumunda kaldıkları ortağı Detektif Grace Rasmussen ise tam tersi bir kişiliğe sahip karakter olarak perdeye yansıtılıyor. İki karakterin olaylara yaklaşım tarzındaki kırılmalar inançlı ve inançsız insan tipleri hakkında önemli ipuçları veriyor. Duvall daha pozitif ve umut yüklü bir insan olarak diyaloğa açık bir karakter şeklinde karşımıza çıkarken Rasmussen öfkeli, depresif tavırlarıyla bireyselliği ön planda olan bir imaj çiziyor.

Diziden çok fazla "spoiler" vermeden aktarmaya çalıştığımız kadarıyla Unbelievable isimli yapımın benzerleri içerisinde izlenebilir ve farklı bir konuma sahip olduğu pekâlâ söylenebilir. Alışılmış Netflix bayağılığından oldukça uzak kendi gerçekliği içinde ‘nezih’ olarak ifade edilebilecek olan Unbelievable izleyicisine kendi durduğu yeri sorgulama imkânı sunan ve her geçen gün artan kadınlara yönelik taciz-tecavüz vakalarına dikkat çeken başarılı bir mini dizi olarak ilgiyi hak ediyor!

 

[1] Grant’in devamında kendisini feminist olarak tanımladığını belirtmek isteriz.

https://www.vulture.com/2019/09/unbelievable-netflix-susannah-grant.html

Yorum Analiz Haberleri

Sosyal medyanın aptallaştırdığı insan modeli
Dünyevileşme ve yalnızlık
Cuma hutbelerindeki prangalar kırılsın
Batı destekli spor projeleri neye hizmet ediyor?
Kemalizm’e has bu Laiklik Fransa’da bile yok!