Tebliğin Hükmü

MUHLİS KILIÇ

Peygamberlerin gönderiliş amacına baktığımızda, gönderiliş amaçlarının, Allah’ın dinini insanlara tebliğ etmek ve insanları Allah’a kul olmaya davet etmek olduğunu görürüz. Bu bağlamda Kur’an’da kendilerinden bahsedilen peygamberlerin hemen hemen hepsinin kavimlerini, Allah’tan başka ilah olmadığına iman etmeye davet ettiklerini  öğreniyoruz. Bu peygamberlerin zamanı, Allah’a davet etmeye ayarlanmıştı. Onlar en zor anlarında dahi, muhataplarına Allah’ı hatırlatmaya çalışırlardı. Onların  en önemli görevi davetti. Onlar insanları, kula kulluktan vazgeçirip, Allah’a kul olmaya çağırmakla emrolunmuşlardı.

"Ey elçi, Rabbinden sana indirileni duyur. Eğer bunu yapmazsan, O'nun elçiliğini yapmamış olursun.’’ (Mâide 67) ayetinde peygamberlerin Allah’tan indireleni insanlara duyurmakla sorumlu tutulduklarını görüyoruz.

 Yine, ‘’Bu (peygamberlerin gönderilmesi), Allah’ın, halkları habersizken ülkeleri haksız yere helâk etmeyeceği içindir.’’ (Enam 131) ayetinden de  bir topluluğun ancak Allah’ın dininin tebliğ edilmesi sonrasında sorumlu tutulacağını öğreniyoruz. Yani bir topluluğun sorumlu tutulabilmesi için kendilerine İslam’ın tebliğ edilmesi gerekir. ‘’Müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdik ki, peygamberlerden sonra insanların Allah’a karşı bir bahaneleri olmasın. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.’’ (Nisa 165) ayetinde  de bu gerçek vurgulanmaktadır.

Peygamberlerle beraber yaşayan müslümanların da öğrendiklerini, etraflarında bulunan insanlara tebliğ ettiklerini görüyoruz. Bu gerçek Yusuf suresinde, Hz. Muhammed (a.s)’ın diliyle şu şekilde belirtilmiştir: ‘’De ki: İşte bu benim yolumdur. Ben ve bana uyanlar bilerek Allah’a çağırırız. Allah’ın şanı yücedir. Ben, Allah’a ortak koşanlardan değilim.” (Yusuf 108) Bu ayette peygamber efendimiz (a.s) ile birlikte kendisine uyanların da insanları, Allah’a çağırdıklarını öğreniyoruz.

‘’Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fakat o, Allah´ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.’’ (Ahzab 40) ayetinde Hz. Muhammed (a.s)’dan sonra peygamber gelmeyeceği vurgulanmıştır. Bugün tebliğ ve davet sorumluluğu peygambere uyanların omuzlarındadır. Zira kurtuluşa ermenin yolu da, ‘’İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.’’ (Ali imran 104) ayetinde belirtildiği şekliyle ancak, hayra çağırmak, iyiliği emredip kötülükten menetmekle mümkündür.

Tebliğ ile ilgili yazılan kitaplara bakıldığında tebliğin farz olduğu konusunda bir fikir birliğinin olduğu görülür. Tebliğin farz olmakla beraber farzlardan, farz-ı kifaye olduğu anlayışı genel anlamda kabul gören anlayıştır. Bu anlayış sahabe ve tabiin döneminde icma halini almıştır. İslam alimlerinin de belirttiği gibi; İslam topluluklarının yolunda, sağında ve solunda fırsat kollayan, başlarına bir takım çoraplar örmeye çalışan hedeflerine varma yolunda şehevi duygular ve nefsin heva ve heves ateşleriyle önlerini tıkayan kimse yok iken, İslama davet farz-ı kifaye idi. Ancak bugün müslümanların dört bir yandan saldırı ve zulüm altında olduğu, insanların dinlerini gerçek anlamda bilemedikleri, dinin en temel ilkelerinden haberlerinin olmadığı bir ortamda davet sorumluluğunun müslümanım diyen herkesin üzerine farz-ı ayn olduğu unutulmamalıdır. Bu bağlamda kendisine müslümanım diyen, kalbine imanın yerleştiği herkes, gücü nispetinde davet ve tebliğ sorumluluğunu yerine getirmeye çalışmalıdır. Zaten İslam bir kalbe yerleşti mi, onun durması düşünülemez. Haksızlıklara, kötülüklere eğriliklere karşı harekete geçirir insanı.1 Bu anlamda bir kardeşimizin babasıyla yaşadığı durum, konumuzu özetleyecek mahiyette. Arkadaşımız konuyu  şu şekilde anlatıyor:

‘’Ailesiyle bu şekilde diyaloglar yaşayanlarımızın fazla olduğu bir dönemde yaşadığımızı düşünüyorum. Bir keresinde yine birileri babamın kafasını bulandırmış olacaklar ki; babam gelip bana şunları söyledi: Oğlum ben sana Kur’an okuma, namaz kılma demiyorum. Bunları benim de yaptığımı sen de görüyorsun. Ancak bunları evinde yapmanı istiyorum, öyle dışarıda milletin çocuğuyla uğraşıp, onlara bir şeyler anlatıp beni milletle karşı karşıya getirmeni istemiyorum. Evinde otur, yaşayacaksan dinini evinde yaşa. Okuyacaksan Kur’an’ı evinde oku. Bende babama şunları söyledim: Baba o okumamda sıkıntı görmediğin Kur’an diyor ki; ‘’Kalk ve uyar.’’ Bir insanın Kur’an okuyup, evinde durması olacak şey değil. Kur’an’ı okuyup, ona iman eden kimse, bildiklerini haykırır insanlara. Onları Allah’ın dinine davet eder...’’

Yazımızı peygamber efendimizin şu müjdesiyle nihayete erdirelim.

"Allah’a yemin ederim ki, senin sayende Allah’ın bir tek kişiye hidayet vermesi senin için, kırmızı develerin olmasından daha hayırlıdır.” (Buhari, Müslim)

 

Dipnot:

1- Kayan, Ramazan, Nebevi Bir Eylem Davet, İstanbul, Çıra, 2017