Muhlis Kılıç, Müslümanların tebliğ ve davet konusunda yaşadıkları zaafları analiz etmiş:
İnsanın yaratılışının temel gayesi ayette belirtildiği şekliyle Allah’a kulluk etmektir. Kulluğun gereği Allah’ın varlığını birliğini ve O’ndan başka ilah olmadığını kavramak, hayatı O’nun belirlediği bir şekilde yaşamaktır. İşte bu noktada tebliğ ve davet sorumluluğu, bütün müslümanlar üzerine farz kılınmıştır. Kurtuluşun reçetesi diyebileceğimiz Asr suresinde, insanın kurtuluşu için iman edip salih ameller işlemekle beraber, hakkı ve sabrı tavsiye etmesinin de gerekli olduğu vurgulanmıştır. Bu anlamda davet müslümanın ertelenemez bir sorumluluğudur. Özellikle ifsadın, zulmün hiçbir dönemde bu kadar yaygın olmadığı gerçeğini de göz önünde bulundurduğumuzda, müslümanlar olarak yeryüzünün adaletle, merhametle, barışla yeniden inşası için elimizden gelen çabayı göstermemiz gerekmektedir. Davet çalışmalarında farkında olarak veya olamayarak bazı zaaflara düşebilmekteyiz. Bu yazımızda tebliğ ve davet konusunda tespit edebildiğimiz zaaflarımızı belirlemeye ve bu konularda çözüm önerileri sunmaya çalışacağız.
1- Davetin/tebliğin yeterince ve doğru bir şekilde anlaşılmaması, gerekliliğinin tam olarak kavranamaması: Müslümanlar olarak bizler davetle yükümlü olduğumuzun bilincinde olamıyabiliyoruz. Bu anlamda içine düşülen en büyük yanlış, her koyunun kendi bacağından asılacağı düşüncesidir. Bir diğer yanlış ise; kişinin bu devirde yapabileceği en güzel şeyin kendi imanını kurtarmak olduğu ve diğer insanların kendisini çok fazla ilgilendirmediği düşüncesidir. Bizler şunu bilmeliyiz ki; Rabbimiz bizleri yeryüzünün halifeleri kılarak, yeryüzünün imarıyla sorumlu tutmuştur. Son peygamber Hz. Muhammed (sav)’den sonra peygamberlerin müjdeleyici, uyarıcı ve şahit olma görevlerini devralacak kişiler bizler olmalıyız. Bu bilinçle kuşanıp, sorumluluğumuzun farkında olmak bizlerin kulluk görevidir.
2- Davet/tebliğ çalışmalarını yapabilmek için her şeyi biliyor olma gerekliliğinin hissedilmesi. Bu bağlamda kişinin kendisini yetersiz görmesi: Kişi insanlara anlatacağı şeyler konusunda elbette bilgi sahibi olmalıdır ve her geçen gün daha donanımlı olmak için elinden gelen çabayı göstermelidir. Ancak sizde takdir edersiniz ki, insanın bilgisi her ne kadar sınırlı olsa da, o sınırlara yaklaşmak bile epeyce zordur. Çünkü her geçen gün kişi yeni şeyler öğrenmektedir. Bu bağlamda kişinin insanları İslam’a davet etmesi için her şeyi bilecek zamanın gelmesini beklemesi doğru değildir. Herkes bildiği kadarını anlatmakla sorumludur. Bu konuda sahabelerin çok güzel örneklikleri vardır.
3- Davet/tebliğin sadece sözle yapılacak bir eylem olmadığını söyleyerek, davetin bu yönünün değersizleştirilmesi: Davet elbette hem sözle, hem de kişinin yaşantısı ile yerine getireceği bir sorumluluğudur. Ancak burada dikkat etmemiz gereken durum, davette kişilerin sözlerinden çok yaptıklarının etkili olduğunu söyleyerek, davetin sözlü olan kısmını atlamamak olmalıdır. Çünkü etrafımızda yaptığımız şeyleri anlamayan veya yanlış anlayan bir çok insan vardır ki, bu yanlışlıkları ancak sözlerimizle düzeltebilir, insanların bilgi eksikliklerini bu şekilde giderebiliriz.
4- Davet edenin anlatacağı konularda tam olarak net olamaması. Kişinin anlatacağı hayat nizamının, en güzel hayat nizamı olduğunu bildiği halde bunun ezikliğini yaşaması. Gerçekleri ortamlarda söyleyememesi, yani karşı taraftan gelebilecek tepkileri göze alamaması: Davetçinin en temelde kendisini bu dünyada da ahirette de mutlu edecek yegane hayat tarzının İslam olduğuna inanması gerekir. İzzetin, şerefin İslam’da olduğunu bilerek hareket etmesi gerekir. Bu anlamda kınayıcıların kınamasından korkmadan hareket etmek de ayetin gereğidir.
5- Davet ve tebliğ ile ilgili kitapların okunması sonucu, davetin çeşitli aşamalarının olduğunu öğrenmesi ve bunları motamot uygulama isteği: Davette aşamalar elbette vardır, ancak davet ettiğimiz kişiler farklı farklı insanlar olduğu için herkese aynı şekilde yaklaşmaya çalışmak, hikmeti yakalayamamıza sebep olabilmektedir. Bu yüzden kişilere özel yaklaşımlar belirlemek, işimizi daha da kolaylaşatıracaktır.
6- Bu çağda kişinin yapabileceği tek şeyin kendisini kurtarma düşüncesi olduğuna inanılması.
7- Gündemde var olan olayların zamanımızı çok alması: Bu durum da çoğumuzun düştüğü hatalardandır. Öyle ki gündemlerimizi okuduğumuz haberler, karşılaştığımız durumlar belirlemekte, kendi gündemlerimiz neredeyse oluşturulamamaktadır. Müslüman şahsiyet, etrafında meydana gelen güncel meseleleri elbette araştırmalı, yeri geldiğinde konuşmalıdır da ancak bu durum bizim asıl işimizi yapmaktan alıkoymamalıdır.
8- Farklı kişilere ulaşma noktasında yaşanan sorunların aşılamaması. Bir çeşit içine kapanma durumu: Davet toplumun tamamına yapılması gereken bir sorumluluktur, ancak çoğu zaman bu konuda sıkıntılar yaşayabilmekteyiz. Mevcut olanın korunması, nitelikli hale getirilmesi azımsanmayacak bir durum olmakla beraber, davetçi mesajı sürekli yeni kişilere ulaştırmanın gayreti içerisinde olmalıdır.
9- Davet edilecek insanların değişmeyeceğinin düşünülmesi: Bu konuda kişinin kendi durumunu gözden geçirmesi yeterli olacaktır diye düşünüyorum.
10- Tebliğe çok hızlı bir şekilde başlayıp, tebliğin aniden bitirilmesi: Yolculuk esnasında karşılaştığımız bir kişi ile mahallede beraber yaşadığımız insanlara yaklaşımımız aynı olmamalıdır. Yolculuk esnasında karşılaştığımız kişiye birden, bir çok meseleyi anlatabiliriz. Çünkü büyük ihtimalle bir daha onunla karşılaşmayacağızdır. Ancak kendisiyle dört sene aynı sınıfta okuyacağımız birine, bir şeyleri anlatmanın uygun zamanını kollamalıyız. Söz gelimi kişinin durumuna göre yeni tanıştığımız birini ilk haftadan sohbet grubumuza davet edeceğimiz gibi, uzun süredir tanıştığımız birine bu teklifi götürmenin uygun zamanını kollamalıyız.
11- İnsanları çağırabileceğimiz şeylerin önceliğini tutturamayışımız, İhtilaflı meselelerden başlamamız: Peygamberler her konuda olduğu gibi, davet ile ilgili konularda da bizlere örnek olmuşlardır. Bu anlamda tevhid, risalet ve ahiret konularından başlamak davetimizi kolaylaştıracaktır.
12- Okumayışımız. Bu anlamda kişinin davet/tebliğ bilincinin diri tutulamaması: Üniversite yıllarında veya İslam’la ilk tanıştığımız yıllardaki heyecanımızın şimdilerde kalmadığından çoğumuz yakınır dururuz. Üniversiteyi bitirdikten sonra öğrencilikte olmayan sorumluluklarımızın başladığı bir gerçek, ancak bu durum davet/tebliğ sorumluluğumuzu ertelememizi gerektirecek bir duruma dönüşmemelidir. Bu anlamda takip ettiğimiz kitapların yanısıra, katılmaya çalışacağımız bir sohbet grubumuzun olması da elzemdir.
13- Mevcut kitlenin ötekileştirilmesi sorunu: Yaşadığımız toplumun müslüman bir toplum olduğunu unutup, Kuran’ın müşriklere yönelttiği bir çok ayeti direkt yaşadığımız toplumdaki insanlara yöneltmemiz.
14- Bugün doğrunun da yanlışın da insanlar tarafından biliniyor olduğu düşüncesi: Bu söylem çok yabancısı olmadığınız bir söylemdir diye düşünüyorum. Ancak en temel sorumluluğumuz olan namazı bile bilmeyip, evli olan insanların varlığı bu konuda yanlış düşündüğümüzün en güzel kanıtıdır. Kaldı ki insanlar iman ettikleri Rablerini bile, gereği gibi tanımıyorlar. Bu anlamda insanlara anlatmaktan bıkmadan, usanmadan çalışmalarımızı devam ettirebilmeliyiz.
15- Biz biziz, bizi bilen bilir mantığı. Davetçinin insanlara gitmeyip insanların kendi ayağına gelmelerini beklemesi: Evinde veya derneğinde oturup insanların kendisine gelip İslam hakkında bir şeyler sormasını beklemek beyhude bir çaba olacaktır. Davetçiyse eğer ismimiz insanların bize gelmesini beklememeli, aksine bizim onlara gitmemiz gereklidir.
16- İbadetler noktasında çok gevşek davranmamız, Kur’an’ın bizi amele teşvik etmesine rağmen, bizim sürekli düşünsel netlik üzerinde yoğunlaşmamız: Bizim çevremizde çok fazla karşılaştığımız bir durum. Ne yazık ki gençlerimiz belki kendilerini çok fazla ilgilendirmeyen konuları konuşmaktan namazları kaçırır oldular. Kur’an’dan en çok bahseden bizler, Kur’an’ı okumaz olduk. Namazlarımız sanki üzerimizden atılması gereken bir yük haline geldi. Bu konuda her davetçinin peygamber (a.s)’ı takip etmesi ve ibadet bilincini kuşanması gerekmektedir.
17- Üslup sorunu
18- İnsanlara karşı merhametli olamayışımız.
19- Zaman zaman hidayetin Allah tarafından verildiğini unutmamız: Uzun süre kendisiyle ilgilendiğimiz kişide bir değişim olmadığında pes edebiliyoruz. Değişim dediğimiz şey zor bir süreçtir. Bizlerin yapması gereken şey, yolda olmaktır. Başarı veya kazanmanın anlamları üzerinde tekrar düşünmemiz ve hidayetin Allah tarafından verildiğini bilmemiz gerekiyor.
Hamd alemlerin rabbi olan Allah’a mahsustur.