Tebliğ Sorumluluğumuz ve Ailemiz

MUHLİS KILIÇ

Davet tebliğ çalışmaları içerisinde yer alan kardeşlerin/ağabeylerin çoğu zaman yakındıkları konulardan biridir; kendi aileleriyle ilgilenememe zaafımız. Dışarıda, insanlara ulaşacağız diye uğraşa uğraşa neredeyse, evlerimizde, dizlerimizin dibinde olanları unutacak duruma geldik. Unutma demeyelim de, bir çeşit ihmal etme durumu diyebiliriz. Vaktimizi, enerjimizi hep dışa dönük çalışma ve çabalarımız için harcadık. Kimimiz bir ilden diğer ile konferanslara giderken, bazımız da sunacağımız derslerimizden kafalarımızı kaldıramadık bir türlü. Konferanslar vermek, dersler sunmak elbette yapmamız gereken şeylerdi ancak bunu yaparken kurmamız gereken dengeleri kurmada sıkıntı yaşadık çoğu zaman.

Davetin tebliğin içten dışa, en yakınımızdan başlayarak, yerine getirilmesi gereken bir ibadet olduğunu bildiğimiz halde; dışarıdan başlayıp ya hiç içeri gelemedik ya da dışarıya gösterdiğimiz ilgi alakayı içe yansıtamadık.

Bahsettiğimiz sorunun başlangıç noktası elbette ki çocuğumuzun/kardeşlerimizin küçük yaşlarına rastlar. Ancak bizler, bu sorunu ancak yakınımızda olanların büyümeleriyle farketmeye başladık. Daha küçük yaşlardayken çocuğumuzun/kardeşimizin sohbetlerin yapıldığı mekanlara gelme isteklerini geri çevirdiğimizden, büyüdüklerinde sanki öç alır gibi bizim sohbet davetlerimizi, ellerinin tersiyle itmeye başladı gençler. Daha küçük yaşlardayken bizimle gezip dolaşma isteklerini kabul etmediğimizden; büyüdüklerinde bütün çabalarımıza rağmen bizimle vakit geçirmek istemediler. Bu konuda Hz. Ali’nin şu sözünü dikkate almamız gerektiğini düşünüyorum. "Çocuklarınızla yedi yaşına kadar oynayın, onbeş yaşına kadar onlarla arkadaş olun, onbeş yaşından sonra ise istişare edin."  Rivayet edilen bu söz aslında bir çok noktada bizlere yol göstericidir. Özellikle onbeş yaşına kadar onlarla arkadaş olun kısmının önemi ortadır. Bu dönemde, çocuğumuzun/kardeşimizin onbeş yaşından sonra kendisiyle istişare edilebilecek bir zeminin hazırlanması gerekir. Bu anlamda onlara kendilerini ifade edebilecekleri fırsatlar sunmak gerekir. Bir sıkıntıları, dertleri olduğunda, yakınları olarak, onları her zaman dinleyebileceğimizi onlara hissettirmemiz gerekir. Bunu yaparken ilgilendiğimiz diğer insanların arasına, kendi yakınlarımızı katarak yapmamızın faydalarını bizzat yaşadığımı söyleyebilirim. Çünkü bu durum, sizin yakınlarınızla iletişim kurup, onlarla arkadaş olmanıza yardımcı olacaktır. Yani çocuğunuz/kardeşinizle tek başına yapmayı planladığınız bir şeyi, onun arkadaşlarını da içine katarak yapmanız daha doğru olacaktır. Tabi ki burada bazen yaş farkının fazla olması, kuşakların değişmesi durumu söz konusu olabiliyor. Bu durumda yapılacak şey, gençlerimizin psikolojilerini doğru bir şekilde okuyup anlamaya çalışmak, kullanılabilecek araçların doğru tespiti olmalıdır. Bazen de, özellikle ergenlik döneminde, bütün çabalarımıza rağmen yakınlarımızla bir türlü iletişim kuramayabiliyoruz. Ergenlik döneminin geçici bir dönem ve bu dönemin en az zararla atlatılması gereken bir dönem olduğu bilinmelidir. Bu dönemde yaşanan sıkıntıların geçiciliği göz önünde bulundurulmalı, gençlerin bu dönemde incitilmemesine dikkat edilmelidir. Onlara, kendi fikirlerine önem verildiği hissettirilmelidir. Sözün özü biraz sabredilmelidir.

Şimdi bu duruma bir ağabeyimizin şu sözleri üzerinden çözüm bulmaya çalışalım.

‘’Arkadaş ben cematte belki yirmi tane gençle ilgileniyorum, benim üç tane çocuğum var; çocuklarımla ilgilenen yok. Ben yetişemiyorum, çocuğumla iletişim kurmada zorlanıyorum. Onları koruyamama düşüncesi beni endişelendiriyor.’’

Bir babanın çocukları için endişelenmesi, bir yardım çığlığı bu. Bu durumda, çocuklarımız/kardeşlerimizle ilgilenebilecek birileriyle ilgilenmek yapabileceğimiz şeylerdendir. Yukarıda da bahsettiğimiz üzere, özellikle bu dönemin daha az zararla atlatılabilmesi için; yakınlarımızla ilgilenmelerini, etrafımızdaki kardeşlerimizden isteyebilmeliyiz. Bunun için yakınlarımızla ilgilenmesini istediğimiz kardeşimizden maddi/manevi desteklerimizi esirgememeliyiz. Onunla oturup neler yapılabileceğini istişare edebilmeliyiz. Hem bu durumda bir taşla iki kuş vurmuş olacağız.

Yazımızı peygamber efendimizin şu hatırlatması ile nihayete erdirelim:

“Hepiniz çobansınız. Hepiniz güttüğünüz sürüden sorumlusunuz. Âmir memurlarının çobanıdır. Erkek ailesinin çobanıdır. Kadın da evinin ve çocuğunun çobanıdır. Netice itibariyle hepiniz çobansınız ve hepiniz idâre ettiklerinizden sorumlusunuz.”