TBMMnin görevlerini kısmen yapmasını engellemeye teşebbüs

Kürşat Bumin

Tamamı 3+6= 9 etti. Yani yeni Meclis 550-9= 541 milletvekili ile açılacak ve çalışacak. Bu tablo "Türkiye Büyük Millet Meclisinin görevlerini kısmen yapmasını engellemeye teşebbüs" gibi bir duruma işaret etmiyor mu? Aslına bakacak olursanız söz konusu iş "teşebbüs" olmaktan çoktan çıkıp gerçekleşmiş bile. (Anayasa Mahkemesi umulmadık bir hamle ile araya girmeye çalışmaz ise.)

Biliyorsunuz, şu sıralar adı sıkça geçen TCK'nın 311. maddesi şöyle bir şey: "Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Büyük Millet meclisini ortadan kaldırmaya veya Türkiye Büyük Millet Meclisinin görevlerini kısmen veya tamamen yapmasını engellemeye teşebbüs edenler ağırlaştırılmış hapis cezasıyla cezalandırılırlar."

İstanbul ve Diyarbakır'da faaliyet gösteren "özel yetkili mahkemeler" tutuklu milletvekillerinin tahliye taleplerini reddetti. Bu durumda TBMM'nin görevlerini yapması "kısmen" engellenmiş oldu. "Özel yetkili mahkemeler"in bu "engellenmeye" yol açan kararları tabii ki TCK 312'ye girmiyor. Çünkü bu maddede tarif edilen suça girebilmesi için engelleme "cebir ve şiddet kullanarak" (vardır aralarında bir "nüans" herhalde!) gerçekleştirilmiş olmalı.

Ancak bu bugüne kadar karşılaşılmamış "engelleme"nin işin içinde "cebir ve şiddet" olmasa da çok ciddi biçimde sorgulanması gerekmiyor mu? Önümüzdeki tabloda Yargı kuvveti mazbatalarını almış olan milletvekillerini "cebren" cezaevlerinde tutarak TBMM'nin görevlerini "kısmen" yapmasını engellemiş olmuyor mu? Bu durumda "kuvvetler ayrımı" ilkesinin Anayasa'nın "Başlangıç" bölümünde belirtilen "medeni bir işbölümü" çerçevesinin dışına çıktığı apaçık değil mi? Üstelik, 12 Eylül'de halkoyuna sunulan anayasa değişikliğine ilişkin kanunun kabulü ile Anayasa'nın 84. maddesinden son olarak Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk'un başını yakan "Anayasa Mahkemesinin kakarında partinin kapatılmasına eylem ve sözleri ile sebebiyet verdiği belirtilen milletvekilinin üyeliği (...) kapatma kararının Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına tebliğ edildiği tarihte düşer" hükmünün çıkarıldığı, yani "parlamentonun bütünlüğü" ilkesinin nihayet farkına varıldığı bir dönemden yeni geçilmişken... "Siyaset"e değerini ve işlevini kazandırmaya yönelik bu adımdan sonra Yargı'nın hem de "özel yetkili mahkemeler" eliyle 9 eksikli bir TBMM oluşturmaya yönelmesi, "kararlar siyasi değil hukuki" gibi bir klişe aracılığıyla "anlayışla" karşılanacak bir gelişme midir?

Hepimiz biliyoruz ki, TBMM'nin görevlerini "kısmen" yapmasını engelleyen söz konusu mahkeme kararları gerekçelerini "Terörle Mücadele Yasası" (TMY) ve bu yasanın Anayasa'ya karşılığını bulan "ruh"ta bulmaktadır. Bu kararların "ileri demokrasi" olarak nitelenen bir yönetim şeklinde yeri olmaması gereken "özel yetkili" ağır ceza mahkemelerinden çıktığını da biliyoruz. TMY ve Anayasa'da bu yasa çizgisinde yer alan suç tariflerinin ne derece "müphem" bir tarzda kaleme alındığını "özel yetkili"lerden çıkan kararlara bakarak anlayabiliriz. Bunu söylerken –tabii ki- söz konusu mahkemelerin savcı ve yargıçlarının kişisel değerlendirmelerinden söz etmiyorum. Ortada öyle bir Anayasa ve yasa var ki, bir "özel yetkili" mahkemenin (Balbay ve Haberal'ın tahliye taleplerini reddederken) kararına şu gerekçeyi yazdırabiliyor:

" Emsal Yargıtay kararları dikkate alındığında, yasama dokunulmazlığının sınırı çizilmiş, sanıkların milletvekili seçilmiş olmasının seçimden önce açılmış Anayasa'nın 14. maddesine öngörülen davalar açısından tek başına yargılamanın durdurulmasına neden olmadığı, tam aksine yargılamanın devam etmesinin gerektiği görülmüştür. Anayasa'nın 14. maddesi kapsamında bir suç işlediği ileri sürülen milletvekili Anayasa'nın 83/2. maddesinde belirtilen tanımın mefhumu muhalifinden de anlaşılacağı üzere, Meclisin kararı olmadan tutulabilir, sorguya çekilebilir, tutuklanabilir ve yargılanabilir."

Doğru, Anayasa'nın değiştirilesi 83. Maddesinden yukarıdaki sonuç çıkarılabilir. Ancak "mefhumu muhalifi"ni filan araya sokup maddenin özsuyunu çıkarmaya karar vermişseniz eğer. 83. Madde madem ki milletvekilleri için Meclis kararı olmadıkça "tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz" dedikten sonra "Ağır cezayı gerektiren suçüstü hali ve siçimden önce soruşturmasına başlanılmış olmak kaydiyla Anayasanın 14üncü maddesindeki durumlar bu hükmün dışındadır" diyor, bu durumda mahkeme heyeti –gecikmeden- "mefhumu muhalifi"nden hareketle tahliyeleri istenen iki milletvekilinin Meclis kararına gerek duymadan "tutukluluklarının devamına" karar veriyor. Oysa kararda da söylendiği gibi sanıklar "tutuklanabilir ve yargılanabilir" durumda iseler siyaseti, halk iradesini, demokrasiyi bilen bir Yargı'nın "yargı yetisi"ne uygun kararının "yargılanabilir" seçeneğini işaretlemesi gerekmez miydi?

YENİ ŞAFAK