Taziye Geleneği ve Emine Erdoğan

ASLI ATEŞ KAYA

Taziye geleneği Kürtlerde çok meşakkatli, külfetli ama çok da önemsenen bir gelenektir. Tıpkı düğünlerde olduğu gibi kazanlarda yemekler pişirilir, taziye ziyaretine gelen hiç kimse yemeden gönderilmez, öyle ki, ikramda ısrar burada bile devrede olur. Taziye evi bu konuda çok hassas davranır yani. Yapılan bu masraflar yakınlar tarafından bir şekilde telafi edilir. Bunda da tıpkı düğünlerde olduğu gibi toplumsal yardımlaşma ön plandadır. Yardımlaşma ruhu ile hareket edip, ölü evine maddi yardımda bulunulur. Yapılan yardım, para olabileceği gibi, herhangi bir nevi yiyecek de olabilir. Türkiye'nin batısında ölü evinde hiç yemek pişirilmediğini gördüğümde şaşırmış, ama oradaki yardımlaşma geleneğinin farklı bir boyutunu hissetmiştim. Gelenler güzel bir yardımlaşma örneği sergileyerek, yaptıkları yemekleri beraberlerinde getiriyorlardı. 

Uludere katliamında kaymakama saldırının olması bu gelenekle örtüşmemişti ama hükümetin olay yerine müdahale etmede gecikmesi ile de ilintili bir durumdu. Nihayetinde de görüldüğü gibi, hükümetin tavrı insani olmamış, devletin soğuk yüzü bize gösterilmiştir. Aslolanın taziye mesajını ulaştırmak da olsa, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın ölü yakınlarına değil de, 'evinden hiç ölü çıkmayan' birine bu dilekleri sunması, hükümet yetkililerinden duyduğumuz 'asker üsluplu' demeçler, özrün hala bile dile getirilememesi ölü yakınlarını üzmüş, çabucak dile getirilen tazminat kelimesi ise suçluluk psikolojisinin dışa vurumu olarak hissedilmişti. Tazminat kelimesinin dillere bu kadar 'pelesenk' edilmesi bu hükümete yakışmamış, 'açılım' politikalarına bir yumruk indirmiştir.

Yaşanan bu ruh hali, insanların 'istem dışı', kontrol edilemeyen duygu ve davranışlarının oluşmasına yol açar.

Kürtler, taziye evine öleni duydukları anda, yakından tanımıyorsa dahi hemen gider, başka bir güne havale etmez. Bunu çok acele ederek yapar hem de. Zira ölenin yakınlarının, acılarıyla başbaşa bırakılmasına gönlü razı gelmez, kanayan yaralarına merhem olmaya çalışılır. Mezhebi kaygılarla 'ceset' acil şekilde defnedilir, uzaktan gelebilecek yakınlar dahi beklenilmez. 

Kürtler taziyelerine her kim gelirse gelsin, aynı saygıyı gösterir ve aynı duruşu sergiler, düşman bile olsa! Olgun tavır göstermek için çaba sarfetmeleri, olanları unuttukları için değil, evlerine gelene söz söylemeye haklarının olmadığını bildikleri içindir.

Samimi bir havanın hissedilmesi için yapılan demeçlerin, bu samimiyete de paralel olması gerekir. Gücü elinde bulunduranların düşüncelerindeki ikilemi her ağızlarını açtıklarında topluma enjekte etmeleri, tabandakileri rahatlatmaz, tam tersi 'ötekileştirme'ye hız verir. Temiz niyetlerle meseleyi anlamaya çalışanlara örneklik teşkil edilecek yerde, duygularına kin, nefret ve ayrışma tohumlarını katmak, bununla beslemek, insanoğluna yakışmayan, savaş çığırtkanlığını yapanların ekmeğine yağ süren bir tutumun içinde debelenmektir. Tabanda öyle temiz niyetliler var ki, tıpkı Gönen'li Hatice gibi: "Türkiye'de sadece Türkçe konuşulur zannediyordum, gerçekten bilmiyordum başkalarının varlığını" diyerek, ne kadar hassaslaşmamız gerektiğini öğretiyordu adeta. Kabullendiği, benimsediği ve yeni öğrendiği bir halk hakkında da, sağlıklı bir zihinsel beslenmeye de muhtaç olduğunu, itiraf etmiş oluyordu bizlere. Bunların anlaşılması, acı ve hakikatlerimizle yüzleşilmesi için her iki halkı birbirine yaklaştırıcı unsurların devreye girmesi gerekir. Bunda hiç kuşkusuz hükümet yetkililerinin her attığı adımın önemi büyüktür.

Bu çerçevede Başbakan'ın eşi sıfatıyla, Uludere'de hayatını kaybedenlerin ailelerine taziye ziyaretinde bulunan Emine Erdoğan'ın, ailelere başsağlığı için bölgeye gitmesi, gecikmeli de olsa önemli. Bir kadın merhametiyle meseleye yaklaşmanın katkı sunacağına inancım sonsuz. Ailelerle samimi bir ortamı paylaşması, onları dinlemesi, gözyaşı dökmesi ve yaslarına ortak olması 'başkalaştırma/ötekileştirme' havasının dağıldığı bir alana sürükledi bizleri. Ağlattığımız annelerin yüreğine değmek demekti bu.  Acıyı yüreğinde hissetmenin kanıtıydı aynı zamanda. Kalbi parçalanmış kadınlarımızın kalp kırıklıklarını gidermeye yetmese de vesile olabilirdi. Annelerin dillerinden dökülenlerin karşılık bulması, bu samimiyetin de kanıtı olacaktır.

Anneler sabır ve tahammülün simgesi. Bir anne olarak, canı yandığında başucunda olduğun, sarıp sarmaladığın evladının, poşetler içinde kucağına verilmesi kadar korkunç olabilecek başka bir durum düşünemiyorum. Burada 'beterin beteri' kelimelerinin karşılığı var mı, bilemiyorum? Acısında yandığın, teselli ettiğin, merak edip yolunu gözlediğin, yanında olmasa da küçük kelimelerle varlığını uzaklarda bile hissettirdiğin, emek verdiğin, her şeyden sakındığın çocuğunun cansız bedenini kimin yok ettiğini bilmeye hakkının olması gerekir. Bu hak saygıyı barındırır. 'Öfkenin dili' olmadan çözüm üretmenin,  anneleri anlamaktan geçtiğini bilmek kadar, Uludere'de öldürülenlerin katillerinin ortaya çıkarılması için de, yine bu dili öfkeyle beslemeden sonuca ulaşılabilineceğini anlamak zor olmasa gerek.

Bu nedenle önemli olan bu ziyaretin sadece söylemde kalmaması, Emine Erdoğan'ın anneleri kucakladığı gibi anne şefkatini ve merhametini, meseleyi takipte de göstermesidir. Her ne kadar meselenin boyutunun/varlığının, boyları aştığını bilsek de...