Tayyip diktatör olacak öyle mi?

Ahmet Taşgetiren

"Evet-Hayır" propagandası hemen tamamıyla "Tayyip aldı başını gidiyor" teması üzerine oturuyor.

"-Referandumda 'Evet' alırsa onu kimse tutamaz!"

"-Hayır" verin ki, Tayyip'in ayakları yere bassın!"

İki ana söylem bu.

Buna;

"-Her yeri ele geçirdiler, bir tek yargı kaldı, bu anayasa değişikliği ile onu da ele geçirirlerse, Tayyip'i dizginleyecek kimse kalmaz" söylemi ilave ediliyor.

Bunun en etkili olduğu kesim, öncelikle zaten içinde "Tayyip muhalifliği" bulunanlardan oluşuyor.

Ama bu temanın, Türkiye'de olan bitenden yeterince haberi bulunmayan merkez medya tüketicilerini de etkilediği muhakkak. Merkez medya da zaten, "Muktedir ve iktidarını gittikçe artıran Tayyip" imajıyla, bu kaygıları besleyecek yeterli malzemeyi devreye sokuyor.

Buna, yer yer Tayyip Erdoğan'ın, kendi üslubundan ve iş tutma tarzından kaynaklanan bazı tavırlarla katkıda bulunduğu da söylenebilir.

Ama acaba gerçekten Tayyip Erdoğan, korkulan şeyi yani "tek adam yönetimi"ni ya da "AK Parti totalitarizmi"ni gerçekleştirme yolunda mı?

Bunun tahliline geçmeden önce, Türkiye gerçekliği üzerine birkaç şey söylemek lazım.

Bir kere, Türkiye'de "sandıktan çıkan iktidar"ı bir türlü iktidar yapmayan oligarşik bir yapının bulunduğu, bunun yakın zamana kadar "asker iradesi" ile beslendiği ama onun hemen yanında, yargı bürokrasisinin görünür-görünmez iktidarının bulunduğu bir gerçek. Şu da bir gerçek ki, bu askeri-yargısal kudretin ideolojik muhtevası, CHP çizgisinin uzantısı ve bu CHP'ye, halktan alamadığı gizli bir iktidar sunuyor.

Bu sebeple Türkiye'nin demokratikleşmesi, ister istemez, askeri irade ve yargı bürokrasisindeki gizli CHP damarını sökmeye yönelik oluyor ve böyle bir girişim, bir yandan askeri kanattaki, diğer yandan yargı alanındaki odaklaşmanın tepkisine ama bunun hemen yanında da, CHP'nin çetin muhalefetine maruz kalıyor. Bu çetin muhalefetin medya, yer yer sermaye, yer yer akademik camia ayağının bulunduğu da bir Türkiye gerçeği. Yıllar içinde, CHP zihniyetinin, devlette, medyada, iş aleminde akrabalıklar oluşturduğu düşünülürse, ortaya nasıl bir "direniş cephesi"nin çıkacağı ve bu "direniş cephesi"nin, "Devleti ele geçirmiştik, şimdi halk iradesi devlete yansıyor" demeyeceği, "Kaleler düşüyor" söylemine sarılarak, bir mağduriyet cephesi görünümü kazanmak isteyeceği açıktır. Demokrat Parti, Adalet Partisi, Anavatan Partisi dönemlerinden beri yaşanan budur ve şimdi bu direniş cephesi, AK Parti'de temsil edilen halk iradesine karşı devreye girmektedir. CHP'nin şu anda, böyle bir direnişi organize etmeye çalıştığının da altını çizelim.

Bunu belirttikten sonra, "Tayyip'in diktatör olması" ihtimaline bakalım.

Önce şunu söyleyelim:

Bu Tayyip, Anayasa görüşmeleri sırasında, parti kapatılması ile ilgili maddeyi, referanduma götürebilecek ölçüde bile Meclis'ten geçirememiştir. Kendi partisi içinden verilen fireler sebebiyle. Demek ki, Tayyip Erdoğan, bazen partisine bile hakim olamamaktadır. Yani parti içinde, kendi partilerinin kapatılma riskini ıskalayan ve bu noktada "lider"i boşta bırakan bir irade odaklaşması olabilmektedir.

İki: Halk oylaması sürecinde Tayyip Erdoğan, oruç ağız, kürsü kürsü dolaşmış ve derdini halka anlatmaya çaba sarf etmiştir. Yani o da bilmektedir ki, verilen hiçbir oy, otomatik değildir. Kimse Tayyip'e, oylarını ipotek etmiş değildir ve Tayyip de hiç kimsenin oylarına ipotek koyacak güçte değildir.

Üç: Türkiye'de farklı siyasi eğilimlere sahip medya dünyası var ve halk oylaması sürecinde Tayyip Erdoğan, hemen davet edildiği tüm TV kanallarına çıkmaktadır. Karşısına geçen medya mensuplarının eline, iktidar tarafından soru tutuşturulduğunu iddia etmek, tüm bu medya mensuplarını "kullanılabilir, güdümlenebilir" bulmak anlamına gelir ki, bu utanç verici bir iddia olur. Tayyip Erdoğan'a, "Oturduğunuz villanın muslukları altından mı" diye sorulabildiği bir özgür ülkede yaşıyoruz; daha ne olacak?

Dört: Herkes biliyor ki, halk oylamasından, diyelim 8 ay sonra bir genel seçim vardır ve sandık, partileri düşürmeye ve kaldırmaya muktedirdir. Seçimler, Tayyip'in kontrolünde yapılmamaktadır. Sandıktan çıkacak iradeyi kimsenin peşin olarak belirleme imkânı yoktur. "Tayyip'in diktatörleşmesi"nden endişe edenler, ister teker teker, ister birleşik cepheler oluşturarak seçimlerde Tayyip'i alaşağı edebilirler. 8 ay sonra halkın huzuruna çıkacak olan bir siyasetçinin despotlaşması mümkün mü? Yani, bu halk mazoşist mi ki, kendisine baskı uygulayacak bir adamı bir kere daha, bir kere daha iktidarda tutsun?

Burada soru şu:

Yoksa bu iddiayı öne süren siyasi-gayrı siyasi çevreler, kendi çizgilerinin asla halktan onay alamayacağı gibi bir peşin kanaate mi sahipler?

"-CHP asla iktidar olamaz. MHP asla iktidar olamaz. BDP asla iktidar olamaz. Gene Tayyip gelecek. Bu halk, gene Tayyip'e iktidar verecek."

Öyle mi?

O zaman ne yapmalı, Tayyip'i mi tasfiye etmeli, yoksa bu halkı mı?

İşte Türkiye siyasetinin bamteli bu.

Bir çevre, çok partili hayata geçildikten beri, halk iradesinin CHP'yi iktidar yapmamasından şikayetçidir ve o söylediğimiz askeri-yargısal vesayet buradan kaynaklanıyor.

Bu vesayetin ortadan kalkmasına yönelik hazımsızlık ancak karşıt diktatörleşme iddialarıyla tolere edilebiliyor.

Bir odağın bu politikası oldukça aşina bir politika. Ben de diyorum ki:

Türkiye hele bir sistemin damarlarında akan "Tek parti ideolojik diktası"ndan kurtulsun, Tayyip'i veya bir başkasını değiştirmek kolay.

Herkes biliyor ki, Rusya'da bile düzen değişti, Türkiye hâlâ sistemin damarlarında tek parti ideolojisinin aktığı bir ülke. Türkiye asıl onu değiştirebilirse, gerçekten demokratikleşme sürecine girecek. 

BUGÜN