Merve Şebnem Oruç / Yeni Şafak
Galli alternatif rock grubu Manic Street Preachers (MSP) 1998'de çıkardığı “If you tolerate this, your children will be next-Eğer buna müsamaha gösterirsen, sıradaki senin çocukların olacaktır” adlı single'ını İspanya İç Savaşı'ndan ilhamla yazmıştı. Galler'den kalkıp Franco rejimine karşı savaşan Cumhuriyetçilere destek vermek için Enternasyonel Tugayları'na (Brigadas Internacionales) katılan gençlerin idealizmini anlatan şarkının adı, zamanın Cumhuriyetçi posterlerinden birinde geçen ifadeden alıntıydı. Nasyonalist savaş uçaklarının altında ölü bir çocuğun resmedildiği posterin altında, “Eğer buna müsamaha gösterirsen sıradaki senin çocukların olacaktır” yazıyordu.
Öyle de oldu, 2. Dünya Savaşı Francisco Franco, Benito Mussolini, Adolf Hitler ve benzerleri durdurulmadığı için çıktı; milyonlarca çocuk öldü.
Şarkının sözlerinde geçen “If I can shoot rabbits/then I can shoot fascists-Tavşanlara ateş edebiliyorsam/Faşistlere de edebilirim” cümlesini, Franco'ya karşı savaşmak için Enternasyonel Tugayı'na katılan bir genç, neden Galler'den kalkıp İspanya'ya savaşmaya gittiğini abisine anlatırken kurmuştu. 1930'larda savaş karşıtı pasifistler ölen çocuklara baka baka radikalleşti, ölmemek için öldürmek rasyonelleşti. Arap Baharı'nın başlangıcında ve Suriye Devrimi'nin başında sadece birer aktivist olan gençlerin bugünün 'cihadist'lerine dönüşmesi gibi.
Kendi kendine radikalleşmenin en hızlı hali, zaten sosyal medya ve mobil internet çağında yaşanabilirdi. Elinizdeki küçük ekranda durmaksızın öldürülmüş çocuklara, parçalanmış minik bedenlere, “yaşamasına izin verilseydi onun da bir hayatı olacaktı, büyüyecekti, evlenecekti, yaşlanacaktı, torunlarını sevecekti” dediğiniz minicik bebeklerin kömürleşmiş vücutlarına bakarak bir şey yapma ihtiyacı duymak, başka hiçbir etkene ihtiyaç duymadan radikalleşme sebebi olsa gerek. 1936'da İspanya İç Savaşı'nda bir posterin yaptığı etkinin yüz bin katını bugün sosyal medya üzerinden yaşayan insanların kutuplaşmasını, radikalleşmesini, kendi kendine bir şey yapmak zorunda hissetmesini ve sonunda aşırıya kaçmasını engelleyecek ne var ki önümüzde alternatif olarak? Birleşmiş Milletler'in, koca koca devletlerin, uluslararası kuruluşların hiçbir şey yapmayarak izlediği ve bazılarının katkı sunduğu vahşete karşı sorumluluk duygusuyla radikalleşmek ya da hiçbir şey yapmayıp kendini suçlu hissetmek arasında yaşanan bunalıma girmenin yeni hali değil mi 'Kahramanlık Sendromu'? Dün 2. Dünya Savaşı öncesi dünyayı etkileyen şey, bugün çarpan etkisiyle bizleri vurmuyor mu?
Entelektüellerin başucu kitaplarından 'Bin Dokuz Yüz Seksen Dört' ve 'Hayvan Çiftliği'nin yazarı George Orwell da İspanya İç Savaşı'na kayıtsız kalamayanlardandı. Franco'ya karşı çarpışan gönüllülere katılarak İspanya'ya giden Orwell, gördüklerini ve yaşadıklarını “Homage to Catalonia-Katalonya'ya Selam” kitabına aktarmıştı. Cephede bir keskin nişancının attığı kurşunla gırtlağından vurulan, ölümden kıl payı kurtulan Orwell, İspanya'da devrimin ihanete uğramasından fazlasıyla etkilenmişti. Bugünün entelektüellerinin Türkiye'yi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı yermek için sürekli alıntı yaptığı o meşhur iki kitap, sadece dünün Esad'ı, Maliki'si, Putin'i olan Stalin'i, Franco'yu, Hitler'i yermiyordu, aslında İspanya'da yaşananların izlerini taşıyor, bir devrimin trajedisini ve despotluğa yol veren aptallıkları, umursamazlıkları ve gizli ajandaları da taşlıyordu.
Ünlü İngiliz punk grubu The Clash'in 1979 tarihli 'London calling-Londra çağırıyor' adlı albümündeki 'Spanish Bombs-İspanyol Bombaları' adlı şarkısı da yine Franco rejiminin vahşetine, iç savaşın kahraman Cumhuriyetçilerine atfen idi. İspanyol Kübist ressam Pablo Picasso'nun meşhur Guernica tablosu, yine Franco rejimine destek için İspanya'ya gelen Alman Nazi ve İtalyan Faşist güçlerinin de katkısıyla bombalanan Bask kenti Guernica'yı resmetmekteydi.
Savaş sonrası sanat yapıtlarına ve iş işten geçtikten sonra yakılan entelektüel ağıtlara binlerce kez konu olan dünün Avrupası'nın 2. Dünya Savaşı öncesi içinde olduğu dönem, bugünün Orta Doğusuna o kadar çok benzemekte ki. Suriye İç Savaşı tüm iç ve dış nitelikleriyle İspanya İç Savaşı'nın daha uzun süren bir versiyonunu o kadar çok anımsatmakta ki. Ölen çocuk fotoğraflarına bakıp hiçbir şey yapmıyoruz ya, korkarım ki, şarkıda söylediği gibi sıradakiler başka çocuklar olacak, bizim çocuklarımız olacak. Delilleri gözlerimizin önünde değil mi? Yıllardır söylediğimiz gibi, büyüyen kaos durdurulmayıp sadece izlendiğinde sıra önce bize gelmedi mi? Bizden sonra da Avrupa'yı vuracağı belli olmuyor mu? Bu hafta sonu Beşiktaş'ta gencecik delikanlılarımızı, filinta gibi yiğitlerimizi bizden alan terör, Suriye'de körüklenen terörün bir sonucu, bir uzantısı değil mi?
Entelektüeller yıllar sonra şarkılarını yapıp filmlerini çekip kitaplarını yazıp tablolarını çizip Suriye'yi yad edecek ama aylardır Halep'te olduğu gibi ebediyete gidenler ve terör nedeniyle verdiğimiz şehitler bir daha geri dönemeyecek. Ve fakat Halep'i kaybediyoruz ya, tecavüzle, çocuklara işkenceyle, ardı arkası kesilmeyen bombalarla dayatılan demografi değişikliklerine, modern zamanların 'Kavimler Göçü'ne mecburen teslim oluyoruz ya, korkarım bu insani yardımlar yaklaşan tehlikenin önüne geçemeyecek. O gün savaş uçakları, bombalar, 'kimsin, nesin' ayırmayacak. ABD Başkanı Roosevelt'in “İspanya İç Savaşı politikamız büyük bir hataydı” diyecek birileri çıktığında ise, milyonlarca insan çoktan ölmüş olacak.
Kalemimde mürekkep kalmadı Suriye yazmaktan; dua etmekle radikalleşmek arasında bir yerde bu satırları kaleme aldığım gecenin vakti telefonumdaki Halep görüntülerine bakarken mırıldanıyorum ben de: Şarkıda söylediği gibi, “Tavşanlara ateş edebiliyorsam, Baasçılara da ateş edebilirim.” George Orwell'ı çekip İspanya'ya götüren gerçeklerin Suriye'de fazlası var eksiği yokken beni alıkoyan ne?