Zeynep OKUDUCU, bayanlara yönelik olarak sunduğu seminerde "Bir yaşam tarzı olarak Takva '' adlı konuyu işledi.
Zeynep OKUDUCU'nun sunduğu konunun özeti:
'Takvâ' kelimesinin aslı 'veka' fiilidir. Bu fiilin masdarı olan 'vikaye, tevkıye, vikae' kelimeleri, sözlükte; bir şeyi korumak, himâye etmek, zarar verecek şeylerden çekinmek, bir şeyi başka bir şeyle, bir tehlikeye karşı korumaya almak demektir.
Bu bir anlamda zararlı şey ile kendi arasına bir engel koymaktır.
"Yarım hurma ile de olsa, sadaka vererek, kendinizi cehennemden koruyunuz (ittika ediniz)." Hadisinde bu anlamda kullanılmıştır (Müslim, Zekât 20, hadis no: 1016, 2/703; Nesâî, Zekât 63, 5/56; İbn Mâce, Zekât 28, hadis no: 1843, 1/591).
'takvâ', 'ittika'nın ismidir ve sözlük anlamı olarak, kuvvetli himâyeye girmek, korunmak, kendini koruma altına almak demektir.
'Müttekî' ise, ittika eden, takvâ sahibi kimse demektir.
Kur'an gelmeden önce Arapça'da takvâ kelimesi, insan ve hayvan gibi bir canlı varlığın kendini, dışarıdan gelebilecek bir zarara karşı savunması anlamına gelmekte idi.
Kur'ân-ı Kerim, bütün diğer kavramlar gibi 'takvâ' kavramını da sözlük anlamını temel alarak zenginleştirdi, ona yepyeni bir anlam kazandırdı. Üstelik aşağıda geleceği gibi, Kur'an'ın anlattığı 'takvâ' olayı, basit bir savunma, sıradan bir korku, kolay bir nefis koruması değil, iman ve amelle desteklenen bir aksiyon şeklindedir.
Kur'an 'takvâ ve ittika' kelimelerini sözlü anlamına yakın mânâlarda da kullanmaktadır. Birkaç âyette bunun örneklerini görebiliriz:
"... Kim nefsinin bencil tutkularından 'ittika ederse-korunursa'; işte onlar, kurtuluş bulanlardır." (64/Teğâbün, 16 ve 59/Haşr, 9)
"Artık Allah da, onları böyle bir günün şerrinden korumuş ve onlara parıltılı bir aydınlık ve sevinç vermiştir." (76/İnsan, 11)
"Kâfirler için hazırlanmış cehennem ateşinden ittika edin (korunun)." (3/Âl-i İmrân, 131; 2/Bakara, 24
Kur'an'da Korkuyu İfade Eden Diğer Kelimeler
'Takvâ' kelimesinin anlamında 'korku, korkmak' unsuru da vardır. Ancak bunu yalnızca korku veya korkmak diye anlamak, başka bir dile yalnızca korku diye çevirmek çok yetersiz kalmaktadır. Kur'an'da korkuyu değişik boyutlarıyla anlatan 'havf', 'hazer', 'haşyet', 'rehbet', 'vecel' gibi kelimeler de kullanılmıştır. Bu kelimelerin her biri bir korku olayını değişik boyutlarıyla anlatmaktadırlar.
'Takvâ' tek başına bir korku olayı olmadığı gibi, korku unsurundan da tamamen uzak değildir. Bu bakımdan takvâ kelimesi bazen, korku ve ürperti anlamında 'havf ve haşyet' kelimelerinin yerine kullanılmaktadır. Bu bir anlamda takvânın bir sonucu olarak Allah'tan havf ve haşyet duymak (korkmak) demektir.
Şu âyette 'haşyet' ve 'ittika' beraber kullanılmaktadır:
"Kim Allah'a ve Rasûlüne itaat eder, Allah'tan korkarsa (haşyet duyarsa) ve O'ndan ittika ederse (korunursa); işte kurtuluşa erenler onlardır." (24/Nûr, 52)
İnsandaki Korku Hissi
İnsan psikolojisinde korku ve ümit duyguları beraber vardır. İnsan, bazı şeyler karşısında âciz (yetersiz) kaldığını bilir, ondan korkar ve sığınılacak bir kucak arar. Bu korku ve ümit çizgisi, onun çalışmalarına ve hayatına yön verir. Bu duygular onu hayata bağlar.
İnsandaki korku hissi iyi yönlendirilmezse veya asıl korkulması gereken makam olan Allah'tan hakkıyla korkulmazsa; insanın hayatındaki denge bozulduğu gibi, bir sürü sahte otoritenin önünde boyun eğmek zorunda kalır. İnsan tarih boyunca böylesine lüzumsuz korkular yüzünden sayısız tanrı bulmuştur. Doğa güçlerinden korkmuş, ateşi, gökleri, karanlıkları; Firavunlardan ve diktatörlerden korkmuş, onları; açlıktan korkmuş, ekmek ve maaş verenleri; yalnızlık ve sahipsizlikten korkmuş, putları veya başka şeyleri ilâh edinmiştir. Bu lüzumsuz korkular yüzünden insanoğlu, sığınılacak kucaklar aramış, ancak çoğu zaman sığındığı kucaklar kendisi için tehlikeli ve zararlı olmuştur.
Kur'an, insan yaratılışındaki korku ve ümit duygularını yine fıtrata (yaratılışa) en uygun bir biçimde değerlendiriyor. Bu duyguları kulluk faâliyeti çerçevesinde, insana en faydalı bir şekilde yönlendiriyor. Asıl korkulması gereken makamı gösteriyor.
'Takvâ', korku duygusunu da içerisine alan bir çekinmenin, bir korunmanın ve bir saygının ahlâk ve ibâdet olarak gösterilmesidir. İslâm, insandaki bu korku ve ümit duygusunu işleterek, bu duyguların övülen bir sıfat haline gelmesini sağlıyor. Kur'an, insandaki sıradan korku ve sığınma hissini geliştirerek, kişinin mânevî olarak yücelmesinin yolunu açıyordur.
En geniş ve kapsamlı koruma Allah'ın korumasıdır. Allah'ın 'rahmet' sıfatı bütün yaratılmışları korur. Ancak insan, kendi isteği ile, kendine zarar veren şeylerden Allah'ın korumasını ister, ya da işlediği fiillerin kötü karşılığı hakkında Allah'tan korkar. Buradaki koruma isteği daha çok, yapılan amellerin sonuçlarından dolayı duyulan bir korkudur.
'Takvâ'; insanın kendisini Allah'ın koruması altına koyarak âhirette zarar ve acı verecek şeylerden sakınması, ya da günahlardan uzak durması ve iyiliklere sarılmasıdır.
Kur'an, ısrarlı bir şekilde 'Allah' fikrini, yani O'na âit ulûhiyyeti (ilâhlığı) gündeme getirir. Zaten insan için en önemli olay, yaratılışın sebebi, Yaratıcının varlığı ve yaratılan insanın bu Yaratıcı karşısındaki durumudur. İnsan, öncelikli olarak kendini var edeni tanımak ve O'nun râzı olacağı bir hayatı öncelikli olarak kendini var edeni tanımak ve O'nun râzı olacağı bir hayatı yaşamaktan sorumludur. Hayatın ve ni'metlerin sahibi olan Allah (cc), en sonunda bütün insanları ölümle beraber kendisine döndürüyor. Bu bakımdan insan başıboş değildir ve hayatının hesabını vermek üzere ölecektir. Kur'an, âlemlerin Rabbi Allah'ı bütün sıfatlarıyla, O'na âit en üstün yücelik ve makamlar ile tanıtıyor. Sonra da insanın bu yücelik karşısında kendine çeki düzen vermesini, kendini iyi amellerle korumaya almasını tavsiye ediyor.
İnsan, her halde kendinden yüce gördüğü ve bir makam sahibi kimselerin gözü önünde kötü ve çirkin iş yapmaktan çekinir. Bu çirkin işleri daha çok gizli yapmayı tercih eder. Allah'a kuvvetli bir imanla bağlanan kimse, O'nun her yerde kendisini gördüğünü bilen, yaptığı her şeyin kayıt altına alındığının şuurunda olan bir kişi, şüphesiz kendine çeki düzen verir, Allah'ın yüce makamı karşısında çekinir, yaptığı hatalardan dolayı da O'na sığınır.
İnsan, takvâya yaklaştıkça, ittika üzerinde yaşadıkça 'ihsan' derecesine ulaşır. İhasnın, Allah'ı görüyormuş gibi ibâdet etmek olduğunu hatırlayalım. Her ne kadar biz Allah'ı görmüyorsak bile Allah bizi görmektedir. (Bakınız: İhsan). Allah (cc) Allah'tan hakkıyla ittika eden ve ihsan sahibi 'muhsinlerle' beraber olduğunu kullarına haber veriyor (16/Nahl, 128).
Takvânın Önemi
Kur'an, 'takvâ' olayının üzerinde çok sık durmaktadır. Bütün peygamberlerin tebliğlerinin özünde takvâ vardır. Zamanlar ve mekânlar değişse bile 'takvâ' emri veya takvâ şuuru değişmemiştir.
İslâm ümmetinden önce gelip geçen bütün ümmetlere 'takvâ' tavsiye edildiği gibi, Muhammed (s.a.v.) ümmetine de 'takvâ' emredilmektedir. Yine bütün peygamberlerin kendi kavimlerine, -inansınlar inanmasınlar- 'Allah'tan ittika etmeyi tavsiye ettiklerini görüyoruz. 'Takvâ', Allah'a kullukla beraber anıldığı gibi, Allah'a itaat etmekle veya Peygamber'e itaat etmekle de dinlemek ve ona itaat etmektir (29/Ankebût, 16; 26/Şuarâ, 177-178; 3/Âl-i İmrân, 50; 37/Sâffât, 124-126).
Allah'ın koyduğu ölçüleri (şiarları) yüceltmek işi kalplerin takvâsındandır (22/Hacc, 32). Allah (cc) insanlar arasındaki gerçek takvâ sahiplerini en iyi bilendir (53/Necm, 32).
İnsanlara göre farklı üstünlük dereceleri vardır. Kimilerine göre soy, kimilerine göre meslekler, kimilerine göre derilerin rengi ve benzeri şeyler üstünlük sebebidir. Halbuki İslâm'a göre bütün bunlar üstünlük nedeni olamaz.
Kur'an en takvâlı olmaya 'etka' demektedir. O'nun üstünlük konusunda getirdiği ölçü şöyledir:
"Ey insanlar! Gerçekten, Biz sizi bir erkek ve dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler kıldık. Hiç şüphesiz Allah katında sizin en üstün (kerim) olanınız, en takvâlı (etka) olanınızdır. Hiç şüphesiz Allah Alîmdir (bilendir), Habîrdir (haberdar olandır)." (49/Hucurât, 13)
Allah (cc) akıl sahibi olanları kendisinden ittika etmeye dâvet ediyor (2/Bakara, 197; 5/Mâide, 100; 65/Talâk, 10).
Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır. Öyleyse ibâdetin O'na yapılması gerekir ve yalnızca O'ndan ittika edilmelidir (16/Nahl, 52).
Allah (cc) kendi Rabliğini, İlâhlığını, rızık verici olduğunu, her şeyden haberdar ve her şeyi bildiğini, her şeye şâhit ve gözetleyici olduğunu, hesabı çabuk gören ve cezasının şiddetli olduğunu, bu nedenle kendisinden ittika edilmesini emrediyor.
'Takvâ' sahibi olmanın gereği şu âyetle çok net bir şekilde ortaya konuluyor:
"Ey insanlar, Rabbinizden ittika edin ki, (o gün hiç) bir baba çocuğu için bir karşılık veremez ve (hiç) bir çocuk da babası için bir şey verici değildir. Şüphesiz Allah'ın vaadi haktır. Artık dünya hayatı sizi aldatmaya sürüklemesin ve aldatıcı(lar) da sizi Allah ile aldatmasın." (31/Lokman, 33)
'Takvâ' aynı zamanda mü'minler için en hayırlı bir azıktır.
"...Azık edinin, kuşkusuz, azığın en hayırlısı takvâdır. Ey temiz akıl sahipleri, Benden ittika edin." (2/Bakara, 197)
Kur'an Takvâ Sahiplerini Övmektedir
Kur'an, İslâm'ın çeşitli konulardaki hükmünü (ahkâmını) söylüyor ve bütün bunların yerine getirilmesi konusunda Allah'tan ittika edilmesini belirtiyor. Yahut da bu türlü ahkâmın yerine getirilmesi mü'minlere gerçek takvâyı kazandıracaktır. (Ör. 2/Bakara, 187, 179, 222, 283; 65/Talâk, 1-2; 47/Muhammed, 36; 9/Tevbe, 132; 5/Mâide, 4, 35, 100; 8/Enfâl, 1 vd.)
"Allah'tan ittika edin ve aranızdaki anlaşmazlıkları düzeltin; Allah'a ve Rasûlüne itaat edin." (8/Enfâl, 1)
Takvâ sahibi olmak dünyada ve âhirette sonsuz faydalar sağlar. Allah takvâ sahibi olanların velîsi (koruyucusu ve dostu) olur (45/Câsiye, 19). Allah'ın dost (velî) olduğu kimselere korku ve hüzün yoktur, dünya ve âhirette onlar için müjdeler vardır (10/Yunus, 93-94).
Allah'tan hakkıyla ittika edenler, iman etmeyen topluluklara verilen ceza ve sıkıntılardan kurtulurlar (27/Neml, 52).
Allah (cc) yolunda sabreden ve ittika edenlere inkârcıların hilesi zarar vermez (3/Âl-i İmrân, 120). Allah (cc) böylelerine meleklerle yardım gönderir (3/Âl-i İmrân, 125).
Gerçek kurtuluşa ancak ittika edenler, müttakîler ulaşacaktır (5/Mâide, 35, 100; 3/Âl-i İmrân, 130, 200).
"Dünya hayatı bir oyundan, bir oyalanmadan başka bir şey değildir. Âhiret yurdu ise takvâya erecekler için daha hayırlıdır." (6/En'âm, 32; 43/Zuhruf, 33-35).
İnsan öyle veya böyle yaşar, çalışır, çabalar, bir şeyler elde etmeye uğraşır, nefsinin isteklerini karşılamaya çaba harcar, iyi şeyler yaptığını zanneder, sonunda ölür gider. Ancak ölümden sonra en iyi sonucu, en yüce dereceyi kazanacak olanlar, ittika eden müttakîlerdir (7/A'râf, 128; 11/Hûd, 49; 12/Yusuf, 56-57).