Balyoz! Bir haftalık bir gecikmeyle giriyorum topa...
Aşağıda, üç yıldızın altında yer alan yazımı dün yazdıktan sonra televizyonu açtım ve karşımda Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’u buldum. Hem sözlerine kulak kesildim, hem de yüz ifadesini, mimiklerini dikkatle izledikten sonra şu notu düştüm:
Tarzan zorda!
Bu bir alay değil, gerçeğin günlük deyişle ifadesidir. Çünkü Orgeneral Başbuğ, Komutan, kendi temsil ettiği kurumun içinde yaşananları açıklamakta zorlanıyor.
Anlaşılabilir nedenleri var bu zorluğunun...
Ama bu güçlüğün gerçekten aşılabilmesi, ordu içinde suç işleyenlerden açıkça hesap sorulmasıyla mümkündür; askerin hukukun içine çekilmesiyle mümkündür; askerin bugüne kadar yetiştiği zihniyet ortamının demokrasi kültürünün ışığında değiştirilmeye başlamasıyla mümkündür.
Yoksa inandırıcı olmak çok güç. Komutan bu nedenle zorlanıyor.
Orgeneral Başbuğ’un dün televizyon kameralarının önünde bir kez daha, “Bu ülkede iktidara seçimle gelinir, seçimle gidilir” demiş olması elbette olumlu bir nokta. Ancak, yine gerçekten inandırıcı olmak istiyorsa, öncelikle yapması gereken iş, Kafes adını, Balyoz adını taşıyan planları yayımlayan gazeteci milletine göz dağı vermek değil, ordu içinde bunları yapan askerlerin üzerine yürümesidir.
Sayın Komutan;
Bir noktayı bilmenizde yarar var. Bu ülkenin temel sorunlarının arasında, belki de başında asker sorunu geliyor. Bu gerçeği görmeden, zorlanmaya devam ederseniz.
Evet, bir haftalık gecikmeyle giriyorum topa.
Taraf’ın çarpıcı haberi geçen hafta gündeme balyoz gibi oturduğu zaman çok uzaklarda tatildeydim.
Aklıma ilk önce 12 Mart askeri darbesinin Balyoz harekatı geldi. 1971’de demokrasinin, insan hakları ve özgürlüklerin tepesine kabûs gibi inmişti.
Sokaklarda ‘solcu avı’nın başlatıldığı, üniversite öğretim üyelerinin, entelektüellerin, yazarların, sanatçıların, sendikacıların, siyasetçilerin gece yarıları evlerinden toplanıp Selimiye kışlasının, Mamak’ın zindanlarına, işkencehanelere atıldığı günler bir film şeridi gibi gözümün önünden yitip gitti.
Neredeyse kırk yıl geçmiş aradan. Ama anlaşılan ‘asker’in içinde bir şeyler hâlâ değişmiş değil.
Bunca yıl sonra adı yine Balyoz olan, 200 bin kişinin stadyumlarda hapsedilmesini öngören bir plan hazırlanmış...
“Söz konusu vatansa gerisi teferruattır” şiarının ışığında, ‘irtica’nın kökünü kazımak için çok yaygın bir ‘mıntıka temizliği’nin nasıl uygulanacağı, kimilerinin nasıl ‘tepeleneceği’ ayrıntılı biçimde anlatılmış...
Türkiye’yi önce sıkıyönetim, sonra darbe ortamına sürüklemek amacıyla, camilere bomba atılması gibi çılgınlıkları bile içeren ‘provokasyonlar’ın nerede, nasıl, hatta hangi sicil numaralı askerler tarafından gerçekleştirileceği belirlenmiş...
Taraf gazetesinin haberlerini okurken hem ürperdim hem üzüldüm.
Ürperdim, hatta dehşete kapıldım, çünkü bir an Balyoz Planı için düğmeye basıldığı vakit ülkede nelerin olabileceği gözümün önüne geldi.
Üzüldüm, çünkü bunları hazırlayan askerci zihniyetin bunca yıl sonra, bunca acı tecrübeye rağmen daha hâlâ nasıl değişemediğini, toplumsal ve siyasal gelişmelerin uzağında, ‘fildişi kuleler’de yaşamaya devam ettiğini, ‘demokrasi kültürü’nden bir nebze nasiplenemediğini bir kez daha gördüm.
Yazık!
Neler yaşadık, hâlâ akıllanmıyoruz, hâlâ ders çıkaramıyoruz. Berlin Duvarı yirmi yıl önce yıkıldı, biz hâlâ kendi duvarlarımızı yıkamadık, ne büyük bir talihsizlik!
Bu arada, Balyoz’la ilgili olarak Genelkurmay’ın ilk açıklamasıyla, Balyoz Planı’ın mimarı olan Birinci Ordu Komutanı emekli Orgeneral Çetin Doğan’ın açıklamalarını doğrusu hiç ciddiye alamadım.
Askeri tatbikatmış... Harp oyunlarıymış... Askerin ‘koruma ve kollama görevi’nin bir gereğiymiş... ‘Dış tehdit‘e karşı hazırlıkmış... Ama asla ‘darbe planı’ değilmiş...
Bu kadar basit, bu kadar kolay mı? Her şey bundan ibaret, öyle mi?.. Güldürmeyin insanı, zekâsıyla da oynamayın.
Bir darbe planı daha başka nasıl olabilir ki? Üstüne elbette “Bu bir darbe planıdır!” diye yazılmaz. 12 Eylül’ünkü Bayrak Harekatı’ydı. Çetin Doğan Paşa’nınki Balyoz Harekat Planı. Sonra sıra 2003 içinde Sarıkız’a geldi. Olmadı, Ayışığı dendi. Sonraki tercihler de Eldiven’di, Yakamoz‘du.
27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül ya da 28 Şubat dosyalarının üstünde darbe planı diye yazmıyordu. Fakat hepsi sonradan aynı kapıya çıktı. Bir gece vakti Aslanlı Kapı’da düğmeye basıldı ve eylem planı darbeye dönüştü.
Balyoz da farklı değil. 2002 sonundaki seçimleri kazanarak tek başına iktidara gelmiş olan Ak Parti’yi hedef almış...
2002 yılı sonunu, 2003 ve 2004 yıllarını şöyle bir hatırlayın. Askerin içinde, komutanlar düzeyinde büyük bir huzursuzluk ve hareketlenme yaşandı o zamanlar. Darbe tertipleri düzenlendi, eski Deniz Kuvvetleri Komutanı emekli Oramiral Özden Örnek günlerinde ayrıntılı biçimde anlatılan tertipler...
Bu günlüklerden bir çizgi çektiğiniz zaman mesela Ergenekon’a, 2003’ün, 2004’ün Jandarma Komutanı Şener Eruygur Paşa’nın, Kuvvet Komutanı Hurşit Tolon Paşa’nın sanıklık halleri sahneye çıkıyor.
Unutmayın, darbe günlüklerinin sahibi Özden Örnek Paşa ile zamanın Hava Kuvvetleri Komutanı İbrahim Fırtına Paşa Balyoz Harekat Planı’nda da varlar. Biri Harp Akademileri, diğeri Donanma Komutanı olarak...
Boşuna zahmet etmeyin, “Bu bir darbe planı değildir!” diye. İnandırıcı olamıyorsunuz. Ya da Özden Örnek Paşa ne kadar inandırıcı olabildiyse, siz de o kadar inandırıcı olabiliyorsunuz.
Balyoz, bal gibi bir darbe planıdır. Ak Parti’yi hedef alan ve demokrasiyi, millet iradesini, hukukun üstünlüğünü zerre kadar takmayan bir darbe planı...
Ve darbe planlarının, tertiplerinin hesabını soramayan bir Türkiye’de, askerini hukukun içine çekemeyen bir Türkiye’de ne demokrasi olur, ne hukuk devleti, ne de siyasal istikrar...
Sorun ‘asker sorunu’dur!
Balyoz yazıları devam edecek.
MİLLİYET