Öcalan havaya bakıp yine çark etti.
Çark ederken de her zamanki gibi suçu BDP'nin üstüne attı.
Kürt Çalıştayı'na sunulan ve adına "Demokratik Özerklik Taslağı" denilen metnin kelime kelime Öcalan tarafından hazırlandığı herkesin malumu olduğu halde, Öcalan'ın, taslağı iyi sunamadıkları, iyi anlatamadıkları, yeterli esnekliği gösteremedikleri, taslağı "dogmatik bir biçimde" ele aldıkları için BDP'yi azarlaması hiç kimse için şaşırtıcı olmadı.
Zira Öcalan bunu hep yapıyor. Önce bir şey ortaya atıyor, BDP'liler onun ortaya attığı şeyi kendi fikirleriymişçesine cansiperane savunuyor, bu arada "Sayın Başkan" öneriye verilen tepkilere bakıyor, havayı kokluyor. Eğer istediği atmosferi yaratamamışsa hiç dert değil; nasılsa "şamar oğlanları" hazırda beklemekte. Hemen "bu salaklar dediklerimi anlamadı" manasına gelecek bir şeyler söyleyip tornistan ediveriyor.
Böyle bir aşağılanmaya daha ne kadar dayanacakları BDP'lilerin bilecekleri iş elbette. BDP Eş Başkanı Gülten Kışanak'ın partisinin haftalık olağan grup toplantısında yaptığı konuşmaya bakılırsa, şu anda yaptıkları şey, Öcalan'dan yedikleri zılgıtın acısını AK Parti'den çıkarmaya çalışmak gibi görünüyor. Kışanak, Öcalan'a bir şey diyemediği için, saldırıları kendi üzerlerinden aşırtıp AK Parti'ye yöneltmeye; AK Parti'ye ölçüsüz suçlamalarla saldırarak hedefi değiştirmeye çalışıyor.
Ehh, onları da anlamak, onlarla da empati kurmak lazım belki de... Biz BDP'yi bir yana bırakıp Öcalan'ın tornistanına yol açan sebeplere bakalım.
Kimi yorumcular onun bu ağız değişikliğini, AK Parti'nin sert tutumuna, MGK'nın bildirisine karşı çıkmayışına, hatta o bildiriyle aynı dalga boyunda konuşmasına bağlıyorlar; o yüzden ürkmüş olabilir diyorlar. Kimileri de "Demek ki Öcalan devletle yürütülen görüşmelerin gidişatından memnun ve bu sürecin kesilmesini istemiyor" şeklinde yorumluyor.
Bana kalırsa Kürt meselesinin gidişatını İmralı'da ya da başka yerlerde, kapalı kapılar ardında yürütülen görüşmeler ya da dar siyasi alanda yapılan paslaşmalar belirlemiyor. Gidişatı, geniş Kürt ve Türk kamuoyunun ve Kürt ve Türk demokratların tepkileri, tavırları, psikolojisi belirliyor.
Bu olayda da esas etken, demokratik olduğu iddia edilen bu özerklik modelinin ipliğinin çok çabuk pazara çıkması. Taslağın ne kadar antidemokratik ve çağdışı olduğunun; Kürtler'e etnik bir hapishaneden başka bir şey vadetmediğinin, yürütülen yoğun tartışmalar sayesinde hızla deşifre olması...
Bilindiği gibi, taslak çalıştayda açıklandığı andan itibaren gerek Kürt, gerekse Türk demokratlar tarafından amansızca eleştirildi. Özellikle Kürt kanaat önderlerinin Öcalan'a ait olduğu bilinen bir metni böyle açıkça şiddetle eleştirmesi ilk kez yaşanıyordu ve bence Öcalan ilk şokunu o zaman yaşadı. Hemen ardından tartışma gazete ve televizyon kanalları aracılığıyla bütün kamuoyuna yayıldı ve aklı başında herkes tarafından topa tutuldu. Bu eleştiri bombardımanı o kadar yaygın ve öyle etkiliydi ki, BDP'liler dahil hiç kimse doğru dürüst çıkıp da savunamadı.
Ortaya çıkan tablo, demokrasi açısından büyük bir kazanım, PKK-BDP çizgisi bakımından ise tam bir hezimet oldu. Bu çizgi Kürt halkının çoğunluğundan, BDP dışındaki Kürt kanaat önderlerinden, liberal ve demokrat Türkler'den, özetle hem kendi temel kitlesinden hem de bütün müttefiklerinden, sempatizanlarından ve mahcup destekçilerinden kopup yapayalnız kaldı.
Ve bu yüzden de geri adım attı.
Yaşadığımız bu deney bize en büyük despotların bile kamuoyu desteğine ihtiyacı olduğunu gösteriyor. Şu anda demokratikliği kendinden menkul bu özerklik taslağı kamuoyu tarafından şiddetle reddedilmiş ve tarihin çöp tenekesine atılmış durumdadır. Bu taslağı özgür tartışma öldürmüştür. Bu taslağın açıkça tartışılması mümkün olmasaydı, demokrasi ve özerklik gibi iki sempatik sözcüğün arkasına gizlenmiş olan bu Stalinist toplum modeli deşifre olmayacaktı. Biliyoruz ki, Türkiye özerklik ya da yerel yönetimlerin güçlendirilmesi tartışmalarını bundan sonra da sürecek ama bundan böyle bu taslak o tartışmalara hiçbir şekilde zemin teşkil etmeyecek.
BUGÜN