Tasavvurların Dönüşümünde Hûsn ve Kubûhun Önemi -2

BÜLENT ŞAHİN ERDEĞER

Kelam hayatın ilmidir

“Kader tartışmalarının çıkmasının sebebi neydi? İddia edildiği gibi Yunan felsefesinin etkisi ve soyut bir polemik zevki miydi? Aksine Husn ve Kubh, İnsanın özgürlüğü/Allah tasavvurumuzun ahlakiliği sorunu gibi tartışmalar hep hayatın içinden çıkmış, gündem merkezli tartışmalardı. Yunan felsefesiyle Müslümanların karşılaşmalarından çok önceleri başlamıştı. Dolayısıyla Kelam'ın hayattan kopuk bir polemik malzemesi olduğu söylemi gerçeklikle uyuşmamaktadır. Kelâm bizzat hayatın ortasından yeşermiştir. Bu bağlamda o hayatın pratiğinin, teori alanında tartışıldığı bir olgudur.” Demiştik ilk yazımızda. Şimdi esas konumuza geri dönelim; 

4- Eğer hiçbir şeyin "kötü olduğu" akılla ispat olmasaydı o zaman hâşa Allah'ın yalan söylemesi de akli olarak kötü olmazdı ve sonuçta Allah istediği taktirde yalan konuşur ve bu yalan konuşması da bu mantığa göre O'nun istediğine dayandığı için güzel bir iş bile olurdu. Yani başka bir ifadeyle Allah'ın yalan konuşmasında hiçbir sakınca olmazdı. Bu ihtimal olduğu sürece şeriatta var olan hükümlere güven kalmaz ve Allah'ın kötülüğünü bildirdiği her şeyde yalan konuşmuş olabileceği ihtimali ortadan kalkmaz ve böylece hiçbir şeyin gerçekten dinen bile kötü olduğu tespit edilemezdi. Yani Allah tarafından bazı işlerin iyi ve bazılarının kötü olduğuna dair gelen emirlerin doğruluğunu anlamak mümkün olamazdı ve bu ihtimal var olduğu müddetçe şer'an de bir şeyin kötü olup olmadığını anlamak imkansız olurdu. Bu da şer'i hûsn ve kûbh'un de batıl olmasını ve dinde şüphe etmeği gerektirirdi. Bu yüzden de bu iddianın yanlış olduğunu söyleyebiliriz. 

5- Eğer aklın bir şeyin kötülüğü veya iyiliği konusunda tanımlama yeteneği olmasaydı ve her şey sırf Allah'ın istemesiyle iyi ve istememesiyle kötü olsaydı o zaman Allah'ın zulmü istediğini farz ettiğimizde zulmün iyi olduğuna hüküm vermemiz gerekir veya istediği taktirde kafirleri cennete götürüp Peygamberleri ve müminleri cehenneme götürmesinde de bir sakınca görülmemesi gerekirdi; oysa bunu akıl sahibi hiçbir kimsenin kabul etmesi mümkün değildir. Ancak İslam topraklarından zuhur eden müslüman ismi taşıyan zalimler işledikleri zulümlerin zulüm olduklarını en az muhalifleri kadar biliyorlardı. Münker olan, kubûh olan bu fiillerin ise kaderimiz olduğu şerr'in de Allah'tan olduğu (!) Allah'ın yeryüzündeki halifelerinin (siyasal otoritenin) yapılan icraatının hikmetinden sual olunmaması gerektiği, kötülüğü sorgulamanın yanlış olduğunu teorize ettiler. Halifenin kötü dediği kötü iyi dediği iyiydi. Bu siyasetin Allah tasavvuruna yansımasıyla başlayan bu tartışma akletmenin, sorgulamanın, sormanın yerini koşulsuz itaat, hükmetsiz bir kulluğa bıraktı. "Allah-İnsan" ilişkisinin "İnsan-İnsan" ilişkilerinden doğan problemlerle yeniden şekillendirildiğine şahit oluyoruz. Pratikten teoriye dönelim: 

6- Rabbimiz'in Kur'an'da anlattığı ayetler, aklın bir takım iyilik ve kötülüğü vahiy gelmeden önce de kendi başına anladığını ve ayetlerin o kavrayışlara yönelik indiğini ortaya koymaktadır:

Allah-u Teala şöyle buyuruyor:

إِنَّ اللّهَ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَالإِحْسَانِ وَإِيتَاء ذِي الْقُرْبَى وَيَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاء وَالْمُنكَرِ وَالْبَغْيِ يَعِظُكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ

"Muhakkak ki Allah; adaleti, ihsanı ve akrabaya elde olandan vermeyi emredip, zinadan, fenalıklardan ve insanlara zulüm yapmaktan da nehyeder. Size böylece öğüt veriyor ki, benimseyip tutasınız." Nahl 16/90

قُلْ إِنَّمَا حَرَّمَ رَبِّيَ الْفَوَاحِشَ مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَمَا بَطَنَ وَالإِثْمَ وَالْبَغْيَ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَأَن تُشْرِكُوا بِاللّهِ مَا لَمْ يُنَزِّلْ بِهِ سُلْطَانًا وَأَن تَقُولُوا عَلَى اللّهِ مَا لاَ تَعْلَمُونَ

"De ki: "Rabbim bütün aşırılıkların gizlisini de açığını da ve pislikleri, haksız yere azgınlığı... haram etti." A'raf 7/33

وَإِذَا فَعَلُوا فَاحِشَةً قَالُوا وَجَدْنَا عَلَيْهَا آبَاءنَا وَاللّهُ أَمَرَنَا بِهَا قُلْ إِنَّ اللّهَ لاَ يَأْمُرُ بِالْفَحْشَاء أَتَقُولُونَ عَلَى اللّهِ مَا لاَ تَعْلَمُونَ

 "Bir kötülük yaptıkları zaman "Biz atalarımızı böyle bulduk; bize bunu Allah emretti" derler. De ki, "Allah kötülüğü emretmez..." A'raf 7/28

Bu ayetlerden açık bir şekilde anlaşılan şudur ki, önceden insanoğlu adaletin, ihsanın, akrabaya iyiliğin ne olduğunu, munkerin, aşırılığın, pisliğin, haksızlığın, fenalığın ne olduğunu, suyu, toprağı ve benzeri diğer mevzuları tanıdığı gibi tanımaktadır ki, Rabbimiz bizzat onların ismini getirerek emir ve nehiyde bulunuyor. Yoksa eğer bunları tanımasalardı ve iyi veya kötü olduklarını bilmeselerdi, önce onların olduğunu tanıtıp sonra emir veya nehiyde bulunması gerekirdi. Yine Allah, bazı ayetlerinde bizzat insanın kendi aklını iyilik ve kötülük konusunda hükmetmeye davet ediyor. Hiç iyilik ve kötülüğü kavramaktan aciz olan bir şeyi, o konuda hakemlik yapmaya davet etmek doğru olur mu?

Rabbimiz şöyle buyuruyor:

 أَمْ نَجْعَلُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ كَالْمُفْسِدِينَ فِي الْأَرْضِ أَمْ نَجْعَلُ الْمُتَّقِينَ كَالْفُجَّارِ

"Biz hiç, iman edip de salih amellerde bulunanları, o yeryüzündeki müfsitlerle bir mi tutacağız? Yahut Allah'tan korkan takva sahiplerini kafirlerle (zalimler) bir tutar mıyız?"  (Sâd 38/28 )

أَفَنَجْعَلُ الْمُسْلِمِينَ كَالْمُجْرِمِينَ  مَا لَكُمْ كَيْفَ تَحْكُمُونَ

"Biz Müslümanlar'ı, mücrim kafirler gibi mi tutarız? Ne oluyor size? Nasıl hükmediyorsunuz?  ( Kalem68:35- 36)

هَلْ جَزَاء الْإِحْسَانِ إِلَّا الْإِحْسَانُ

"İyiliğin karşılığı iyilikten başka bir şey olur mu?"  (Rahman 55:60)

Kur'an'da onlarca yerde geçen bu gibi ayetler üzerinde biraz düşünüldüğünde, Hûsnû  Kûbh-i aklînin bir gerçek olduğunda ve bir çok iyi ve kötünün akıl yoluyla müstakillen kavranabileceğinde hiçbir şüpheye yer kalmaz.

Sonuç olarak Hûsn Kubûh tartışmasının kaynağı pratikten kaynaklanan bir teori sorgulamasıdır. Sosyal ve siyasal yaşamda ortaya çıkan Kur'an dışı uygulamalar doğal olarak kendine bir meşruiyet zemini aramış ve pratikteki bozulma teorinin yeniden inşaasına sebebiyet vermiştir. Egemen otorite ve ona bağlı dini kurumlar aracılığıyla Müslüman kitleye dayatılan bu resmî söylem karşısında asla sadık kalan muhalif düşünceleri bulmuş ve böylece tartışma zemini oluşmuştur. Bugün İslam düşüncesinin içerisine düştüğü kriz, kaderci, sosyal, siyasal ve dinsel iktidara itaati buyuran söylemin zihinleri âtıl hale getirmesinden kaynaklanmaktadır. Müslüman düşünürlerin yaralanmış olan Müslüman zihnini yeniden eski aktivitesine kavuşturmaları için öncelikle İslam dünyasındaki Allah tasavvuruyla zemini oluşturulan peygamber tasavvuruyla şekillendirilen ve iktidar tasavvuruyla (sosyal teori) vücud bulan yapının ne kadar Kur'anî olduğunu bu Kur'anîliğin ise ne kadar tutarlı/aklî zemine oturduğunu belirlemeleri gerekmektedir.

Bu Yapılmazsa Ne Olur?

Bu önemli öze dönüş çabasına güç verilmezse olacak olan şey zahirde verilen zalimlere karşı verilecek mücadelenin anlamsızlaşması olacaktır. Başımızda bulunan zalimlerin devrildiği ama yerine şairin deyimiyle yeni zalimlerin "yeşil sarıklı ulu hocalar" olarak geleceği bir anlamsızlık. Emperyalizme ve Kapitalizm'e karşı insanlık tarihinin en onurlu mücadelelerinden birini veren Sosyalizmin trajedisi burada yatmıyor muydu? İktidar sınavını, Kapitalizmi aratan bürokratik bir diktatörlüğe imza atarak kaybetmemişler miydi? Şayet kendi tasavvurunu ve teorisini tevhid ve adalet zemininde ıslah edememiş bir "İslam"ın iktidara geldiğinde neler yapabileceğini merak ediyorsak daha iktidara gelmeden neler yaptığına bakarak bunu anlayabiliriz. Kendi gibi düşünmeyenlere kin ve baskıyla muamele etme ve kendi doğru dediğini doğru yanlış dediğini yanlış ilan etme eğilimi kitap sayfalarından taşıyor. Halen reddiye ve linç kültürü değişik boyutlarda yaşatılıyor. Kitabullah'ın inşâ ettiği yeni tasavvurların öncülük ettiği küresel bir dönüşümün umudu ise bizim ıslah çabalarımıza bağlı…