İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü'nde İslâmî edebiyat tarihi yanında tasavvuf tarihi, hitabet ve irşad derslerini de okutan Mahir İz bu yıllarda (1960-1970) tasavvuf konulu bir eser de kaleme getirir Bir nevi ders notları gözüyle bakılabilecek bu eser Tasavvuf adını taşımaktadır. Alt başlığı "Mahiyeti, Büyükleri ve Tarikatler" olan bu eser Mahir İz'in Yüksek İslâm Enstitüsündeki derslerinde asistanı Selçuk Eraydın'ın tuttuğu notların kendisi tarafından tamamlanması suretiyle hazırlanmıştır.
Asım Öz / Haksöz Haber
Alıntılar ve Eksiklikler
Kimi zaman tasavvufun yanlışlarını da gündeme taşıyan yazar özellikle İslam alimlerinin bu konu ile ilgili yaklaşımlarını aktarırken çağdaş İslam düşüncesinde önemli bir yeri olan isimleri de seçerek bu konuda farklı bir tavır da ortaya koymuştur bana göre.Bu isimler arasında Ebu Hanife, İmam Malik, İmam Şafii, İmam Ahmed Bin Hanbel, İmam Gazali, Fahreddin er Razi, Muhammed Abduh, Emir Şekib Arslan, Reşid Rıza anılabilir. Muhammed Abduh'tan tasavvufun Müslümanların sukut ve tedennisinden söz ederken bunun başlıca sebebinin cehalet, cehaletin ise başlıca amili tasavvuftur şeklinde düşünenlere verdiği cevabı aktarır. Abduh bu konuya eğilirken İslam'ın ilk asırlarında zuhur eden ve mekârim-i ahlakı ayakta tutan tasavvufi yönelişe ilişkin bir değerlendirme yapar. Emir Şekib Arslan ise tarikatların özellikle Afrika'daki muvaffakiyetlerine değinir. Büyük tarikatların İslam'ın yükselmesi ve ecnebilerin nüfuz ve sultasından kurtulmaları sürecinde sarfettikleri gayretlere değindiktan sonra bu yapıların "yer yer muvaffak" olduklarından da söz eder. Reşid Rıza'dan ise "Sofiyyun, ilim, ahlak tahkik ve muhasebe-i nefs bakımından ulemay-i erkan-ı din arasında infirad etmişlerdir" i alıntılar. Tabii burada, bu kısa alıntılardan Muhammed Abduh'un, Emir Şekib Arslan'ın, Reşid Rıza'nın genel olarak tasavvuf hakkında ne düşündüğünü öğrenmek mümkün değildir. Sadece Reşid Rıza'nın anılarından yapılacak şu alıntı bile bu konuda Mahir İz'in yapmış olduğu alıntıların oldukça yetersiz ve tek boyutlu olduğunu kanıtlar: "Bir keresinde merhum Abdurrahman el –Kevâkibi Efendi'ye (1849-1902) şöyle demiştim: "Kitap ve Sünnete bağlı olan ıslah taraftarlarının bir kısmını tarikat şeyhi yapmamız mümkün olsaydı bu vesileyle avamın hidayetini kolaylıkla gerçekleştirebilirdik. Fakat bu kabil ıslahçıların sayısı azdır ve neredeyse hiç biri herhangi bir tarikatın şeyhi olmayı kabul etmez." Bana şöyle cevap verdi: "Biz senin bahsini ettiğin şeyi(daha önce) tecrübe ettik. Haleb'de münevver bir ıslahçıyı tarikat şeyhi olmaya ikna ettik. Kendisine bidat ve hurafeleriyle gelen avamı doğru yola iletecekti. Önce reddetti ve hoşlanmadı ama sonra bu teklifi kabul etti. Ancak avamın kendisine olan teveccühünü ve doğru yolda olan mübarek biri olduğuna inandığını görünce yoldan çıktı ve avamın itikadı uyarınca davranmaya başladı. O insanların hidayetine vesile olacağı yerde avam onun delalete düşmesine sebep oldu. Onu bir daha dönüşü olmayacak şekilde kaybettik" (Allah tealanın (Bakara 2/165) ayetinin tefsirine müracaat! "İnsanların kimisi Allah'tan başka ilahlar edindiler" Bu ve devamındaki ayetlerle ilgili değerlendirmeler Tefsirü'l Kur'an'ın ikinci cildinde ya da Menâr'da bulunabilir" O yüzden kesik kesik alıntılardan ziyade bu konuyu ele alan daha kapsamlı bir değerlendirme gerekir bu konuda.
Eserin Yazılışı
Önce Mahir İz'in Tasavvuf adlı eserinin yazılışını daha doğrusu bağımsız bir eser olarak ortaya çıkışını kısaca aktaralım.
İçeriğinde Bir Mesele
Tasavvuf kitabı ilk olarak 1969 yılında Rahle Yayınevi tarafından yayımlanmıştır. İlk baskısından sonra eser, öğrencilerinden M. Ertuğrul Düzdağ tarafından ders kitabı kimliğinden çıkarılarak yeniden düzenlenmiş, sonunda yer alan tarikatlar listesi geliştirilerek alfabe sırasına konulmuş, bir indeks ve Mahir İz'in hayatıyla ilgili kısa bir bölümün ilâvesiyle yeniden bastırılmıştır
Eserde tasavvufun özellikleri, sofilerin tasavvuf tanımları, ilk mutasavvıflar, tarikatların doğuşu, tasavvufun kal'den ziyade hal odaklı bir ilim olması gibi konulara değinilir. Ayrıca İslam'ın, ihsanın zevk ile bilinmesine yaptığı katkıdan dolayı tasavvufun zevken bilinen bir ilim olduğunu anlatır. Tabii bu tanımla tasavvufun bir ilim olmadığını belirtme gereği duyan sofilerin tanımlarının çelişmesi hakkında herhangi bir şey demez Mahir İz.
Mahir İz, İslam tasavvufunun kaynağının ne olduğu konusundaki yabancıların görüşlerini de aktarır eserinde. Tasavvufta İran, Hint, Yeni Eflatunculuk ve İbrani-Hristiyani etkileri ayrı ayrı ele alır. Ne var ki burada da bir başka çelişkili durumla karşı karşıya kalırız. Tasavvufta Hint etkisinin baskın olduğunu vurgulayan Harzemli Ebu Reyhan Biruni'de mi yabancı bir görüş atmıştır ortaya? Herhalde buradaki yabancılık tasavvufa yabancılık anlamında kullanılmış. Yoksa Biruni kültürel olarak yabancı değil. Sofi kelimesinin kökenini araştırırken Şemseddin Sâmi'nin Kâmus-i Türki'sinin tasavvuf ve sofi maddesinde söylenilenleri İsmail Hakkı İzmirli'den yaptığı alıntılarla çürütmesi gerçekten önemli. Şemseddin Sâmi sofi sözcüğünün çoğulunun sofiyyun olduğunu belirtir. Bunun ise tasavvuf kelimesinin aslı olna ve hikmet anlamına gelen "sophia" lâfzı yunanisinden olduğu kanaatindedir. İsmail Hakkı İzmirli ise sofi kelimesinin Yunanca hikmet anlamına gelen sophia'dan geldiğini kabul etmiyor ve bunu şöyle gerekçelendiriyor: "Çünkü zahidler tarikine sulûk eden zevâtın sofiye ismiyle meşhur olmaları, Yunan kitaplarının tercemesi şayi' ve felsefenin münteşir olmasından evveldi"
Önsözden Birkaç Alıntı
Kitabının 2 Haziran 1968 tarihli önsözünde de tasavvufun telakki tarzının hatalı olduğunun üzerinde duran Mahir İz'in u eseri tasavvuf bahsinde mahiyet ve tarihçe olduğu kadar içinde polemikleri barındıran bir karşı kitap gibi de algılanabilir. Tasavvuf Tarihi dersinin Yüksek İslâm Enstitüleri programına konmasının çok isabetli olduğunu belirtir ilkin İz bu önsözde. Sonra bu dersin herhangi bir ilmi müessesede bir pratik dersi olarak değil ilmi bir değer taşıdığı için okutulmasının gerekliliğine değinerek Cumhuriyet dönemindeki tasavvuf ve tarikat tartışmalarından haberdar bir zihnin içinden konuştuğunu çekinik bir biçimde ortaya koyar. Sonra kültürel tarih araştırmaları için fevkalade önemli olan şu tespiti yapar: "Tasavvuf rûhi ve vicdanî bir duyuşun mahsulüdür. Bin yıldır, yani Türkün İslamiyeti kabulünden itibaren kurulmuş olan Müslüman-Türk devletlerinde ve Türkün gayri bütün İslam memleketlerinde hemen her şehirde cami ile beraber bir tekkenin, bir zâviyenin kuruluşuna şahit oluyoruz" Ardından kültürel tarih bakımından önemli ama din bakımından bir anlam ifade etmeyen şeriatın fetva, tarikatın takva yolu olduğunu ortaya atar. Oysa fetva olsa olsa fıkıhla ilgili olabilir. Takvanın ise sadece ve ağırlıklı olarak tasavvufla özdeş kılınması kavramın dinin asli kaynağındaki kullanımından e kadar uzak olunduğunun göstergesidir.
Medrese-tekke uyuşmazlığından vahdeti vücud meselesine birkaç konuyu ve bu konular etrafındaki tartışmaları ele alırken bu konularda tasavvuf aleyhinde bir düşünceye meyletmenin tefrika ve fitne olarak görülmesi dikkat çekicidir. Sonra vaiz ve hatiplerin bu konuda temkinli olmalarını salık verir. Cemaatin arasında farklı tarikat mensuplarının olabileceği düşünülerek herhangi bir gücenikliğe veya tefrikaya sebep olmamaları gerektiğini vazifelerin bir gereği olarak sunar: "Onların bitaraf birer otorite olmaları iktiza eder. Çok ve etraflı okuyup, ehl-i kıbleyi birbirine düşürmenin vebalinden sakınmalıdırlar"
Mahir İz'in kitabında kendi yezidlerimiz ve yezidliklerimiz hakkında söyledikleri de önemli: "Bir de halk arasında pek şâyi' olan Âl-i Resûl muhabbeti vardır ki, erba-ı fesat bunu istismar ederler. Âl-i Resûle ihtiram her müminin vecibe-i zimmetidir. Ancak dikkat edilecek şey, kimse hakkında kötü bir söz söylememek ve hiç kimseyi tel'in etmemektir. Asırlar boyu şer ve melânetleri devâm eden binlerce yezîdi bırakıp, bin üç yüz sene evvelki Yezid ile uğraşmak ve ona gayz ve buğzu hasretmek pek hissi bir dar görüştür. Bizim yezîdî şenaatlere mütemayil evimizin içinden, yakınlarımızdan, muhitimizden kimseleri görüp gözetmemiz, onların fesâdına mani olmamız ve ıslahlarına çalışmamız daha makbûl bir amel-i salih olur."
Tasavvuf konusunda bu gün pek çok eser var. Bunların çoğunun değeri Mahir İz'in eserinden oldukça yüksek. Alanın il kitaplarından biri olması yanında önsözün satır araları daha önemli bu eserin. Bunun o günün dini/siyasi içerikli tartışmalarıyla da ilgisi olduğunu düşünüyorum. Ama bu konuda henüz bir bilgimde yok.