Taş atan çocuklar

Etyen Mahçupyan

Demokratik Toplum Kongresi'nin çeşitli davetliler önünde tartışmaya açtığı 'taslak' hem o toplantıda, hem de sonrasında ağır eleştirilere uğradı.

'Demokratik özerklik' diye yola çıkan bir siyasetin, bu sözün felsefi arka planı ve hayata geçme mekanizması üzerinde pek kafa yormamış olduğu, hâlâ bir tür itiraz ve şikâyet siyaseti yürüttüğü ortaya çıktı. Gerçekçi bir değerlendirme yapıldığında 'taslak'ın yüzeysel olduğunu, kaba bir ideolojiye dayandığını, içi boş jargonlarla dolu olduğunu ve bütünlüğü itibarıyla bir tür çiğliği yansıttığını öne sürebiliriz...

Eğer Kürtler on yıllara dayanan bir devlet eziyeti ile PKK tahakkümü arasında ezilmeyip, kendi entelektüel birikimlerini geliştirebilselerdi bugün tartışmanın seviyesi de muhakkak ki daha farklı olurdu. Öte yandan eğer karşı cenaha 'Türk' diyeceksek, onların seviyesinin de pek farklı olmadığını görmekte yarar var. Dolayısıyla bugün mesele birbirimizden olgunluk beklemekten ziyade önce birbirimizin iç sesini duymak, çünkü her şeyden önce bu iki kimliğin sahipleri arasındaki psikolojik mesafenin kapanması lazım. Ancak Kürtlerin sesinin duyulduğunu görmek çok daha kritik ve bu da sadece Kürtlerin değil, başta PKK olmak üzere bütün Kürt siyasetinin biraz 'çocuk' kaldığını, sokaktaki taş atan çocuklara benzediğini, gündeme gelen taslağın da o taşlardan biri olduğunu idrak edebilmekle bağlantılı.

'Taslak' devlete fırlatılan bir taş... Kendilerini duymayan, duyduğu anda da horlayan ve ezen devlete karşı, içteki öfkeye denk gelen bir taş... Fırsatını bulduğunda olabildiğince büyük bir taş atma ihtiyacını, daha küçük bir taşla yetinmeyi yenilgi olarak algılamayı anlamak zorundayız. Aslında Kürtlerin hepsi birer 'taş atan çocuk'... Sokağa itilmiş, kişiliğini orada bulmuş birer çocuk. Ama sokak aynı zamanda bir hapishane, çünkü 'gerçek' kamusal alan ondan çok daha ötede, Kürtlerin ulaşamadığı bir noktada duruyor ve 'çocuk' oraya hiçbir zaman alınmayacağını içgüdüsel olarak da biliyor.

Bu nedenle Kürt siyasetinin temelinde sokağın kamusal alanın alternatifi olması yatıyor. Bu bağlamda herhangi bir Kürt için dağa çıkmak, muhtemelen sokağın doğal sınırlılığını aşmaktan başka bir şey değil. Öte yandan siyaset kamusal alanın içinde yapılıyor ve orada tahkim ediliyor. Böylece sokak, yani Kürt siyaseti, doğrudan siyasi alana karşı bir mücadele olarak işlevselleşiyor. Kamu denen şey ise, Türkiye'de doğrudan devleti ima etmekte. Bu durumda Kürt siyasetinin ve sokağın da devlete karşı bir mücadeleye denk gelmesi şaşırtıcı olmamalı.

Bu sonuca bir anda ve birilerinin özgün iradesiyle ulaşılmadı. Uzun bir zaman aralığında, adım adım ve 'Türkler' adına davranan devletin bilinçli iradesiyle inşa edildi. Devlet Kürtleri kamusal alanın, siyasetin dışına itti, onları sokağa mahkûm etti ve bizler buna itiraz etmedik, donmuş zihin ve yüreklerimizle izlemekle yetindik. Şimdi de sokak siyasetinden olgunluk bekliyoruz...

Diğer taraftan 'Türklerin' zaafları 'Kürtleri' aklamıyor. Hep söylendiği üzere mağduriyet bir siyaseti kendiliğinden haklı ve meşru kılmıyor. Bugün Kürtler demokrasi istiyor, karşı taraftan demokrat bir tavır talep ediyor, ancak kendileri demokrat davranmakta zorlanıyorlar. Ne var ki bu tespitin ardına gizlenerek kurtulmak mümkün değil... Kürtlerin demokratlıkla olan sınavda zorlanmalarını anlayışla karşılamak, taş atarak siyasete tutunmaya çalışan bu kimliğin ruh halini anlamak o kadar da zor olmamalı. Karşımızda 'biz de insanız ve artık insan olduğumuzu bize söyleyen bir dünyada yaşamak istiyoruz' diyen bir halk var. Buna karşılık öteki cenah hâlâ bu halka 'insan' diyemiyor... Hayali eşitlikler üzerinde inşa edilmiş bir sırça köşk olan 'et tırnak' edebiyatından medet umuluyor. 'Türkler' hâlâ gücün ideolojisini seslendiriyor, kendilerini bu toprakların 'gerçek' sahibi sanıyorlar. Topraktan hareketle insanı tanımlamaya kalktığınızda da, karşınızdaki insanları topraklaştırmaya başlıyorsunuz. Onlar da sonunda toprağın altından çıkan hortlaklar misali sokağa siniyor, ancak kendi varlıklarını amaçsız bir kavganın parçası yaparak teselli buluyorlar.

Kendi yaptığının öteki üzerindeki etkisini anlamayanlar, bunu anlamayı reddedenler insanlıktan uzaklaşırlar. Bu gerçekle yüzleşmek istemedikleri oranda zihinlerini, yüreklerini ve vicdanlarını taşlaştırırlar... Böylece ötekilere de taş atmaktan başka yol bırakmazlar. 'Taş atan çocuk' olmaya itilenlerin elinden çoğu zaman bu kadarı gelir ve aslında taşlaşmış olanlar da daha fazlasını hak etmezler. e.mahcupyan@zaman.com.tr

ZAMAN