Uzun arama faaliyetleri neticesinde bu günlerde Ağrı’nın Mollakara bölgesinde piyasa değeri toplamda 4 milyar $ tutan, 20 ton altın ve 3.5 ton gümüş rezervi tespit edildi. Bu vesileyle Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank Türkiye’nin son yıllarda madencilik ama özellikle de altın ve gümüş madenciliğinde geldiği noktayı vurgularken temeli atılan tesislerle bölgesel kalkınma ve gelişmenin nasıl hızlanacağına dair orta ve uzun vadeli yatırım, istihdam, üretim ve ihracat stratejisine dair açıklamalar yapıyordu.
Varank, bölgede rezerv olarak çok daha büyük bir potansiyelin olduğunu vurguladıktan sonra tesislerdeki ileri teknolojik sistemlere ve tesisin ekonomik ömrünü tamamladıktan sonra arazinin doğaya yeniden kazandıracak rehabilitasyon çalışmalarının nasıl yürütüleceğine ilişkin aşamaları da kamuoyuyla paylaştı.
Yine bu hafta Karadeniz’deki Sakarya Gaz sahasında Amasra-1 kuyusunda 135 Milyar metreküplük keşfi ilan edildi. Bu keşifle birlikte Sakarya Gaz sahasındaki Tuna-1 ve Amasra-1 kuyularında 540 Milyar metreküplük rezerve ulaşılmış oldu. Türkiye’nin enerji ihtiyacına çok önemli katkılar sağlayacak bu keşiflerle birlikte açılışı bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından yapılan Zonguldak Filyos’ta liman bölgeye ticari ve sanayi açısından büyük sıçramalar yaptıracak eserlerden birisi olarak faaliyete sokuluyordu. Gaz sahaları, liman ve endüstri bölgesi için yapılacak yatırımın şimdilik 780 Milyon TL civarında olacağı hesap ediliyor.
Elde edilecek doğalgazın yaklaşık olarak Türkiye’deki tüketimin %30’una tekabül edeceği öngörülüyor. Enerjide dışa bağımlığı azaltan, cari açıktaki en yüksek kalem olan enerjiye ilişkin yapılan yatırımların artarak devam etmesi, keşfedilen rezervlerin genişleyip büyütülmesi yönünde ciddi merhaleler kat ediliyor.
Yatırım Projeleri Neden Gölgede Kalıyor?
Bir taraftan 1915 Çanakkale Köprüsü’nü tamamlamak üzere ilk tabliyeler yerleştiriliyor diğer taraftan Ankara-İzmir hızlı tren hattının Afyonkarahisar bölgesindeki alt yapı çalışmaları tamamlanıyor. İHA-SİHA ve silah sanayinin diğer alanlarında yaşanan gelişmelerden Habipler-Hasdal kavşakları arasının da açılışıyla tamamlanan Kuzey Marmara otoyolu gibi büyük yatırımlar hız kesmeden devreye sokuluyor. Şimdilerde Kanal İstanbul projesi için ne zaman ve nasıl kazma vurulacağı tartışılıyor. Fakat ülkenin gündeminde sadece bu devasa yatırımlar, yakın ve uzak geleceğe ilişkin küresel piyasalarla rekabet etmenin imkânlarını oluşturan atılımlar konuşulup tartışılmıyor. Evet, içinde bulunduğumuz bölgede yaşanan savaş ve iç çatışmalar, ülkeye yönelen terör faaliyetleri, kimi açık kim örtülü yaptırımlar ve nihayet Kovid-19 salgını dolayısıyla küresel ölçekte hayatı felç eden karabasan birçok hesabı bozdu ya da yalpalamasına, sendelemesine sebep oldu.
Enflasyon ve işsizlik rakamları AK Parti iktidarı dönemlerinde hiç olmadığı kadar yükselmiş, faiz ve döviz kurlarındaki dengesiz yükselişler üretici ve tüketici maliyetlerini ciddi anlamda ağırlaştırmış durumda. Bundan sebep normal zamanlarda haftalarca konuşulacak, toplumun geniş kesimlerini sevince boğup ümit katsayısını arttıracak bu denli büyük yatırımlar nerdeyse heyecan dalgası oluşturma hususunda bile acze düşüyor. Acaba bu türden atılım ve gelişmelerin toplumsal yapıda heyecan dalgası oluşturmasına, ümit katsayısını arttırmasına mani olan sebepler nelerdir? Bu sebeplerin ne kadarı doğaldır, ne kadarı sunidir?
Konuşmak lazım ama kronik ve yıkıcı muhalefet tarzının etkilerine karşı güçlü bir bağışıklık kazanmış olarak konuşmak lazım. Konuşmak lazım ama yandaş veya trol mantığına hiç tevessül etmeden, cephe mantığının çürütücü düzeydeki ilkesiz ve fırsatçı karakterine hiç yüz vermeden konuşmak lazım.
Gündemi Belirleyen Rotayı da Tayin Eder
Cumhurbaşkanı Erdoğan iki gün önce “terör örgütleriyle de suç örgütleriyle göğüs göğüse mücadele eden parti biziz” cümlesiyle CHP lideri Kılıçdaroğlu ve İYİ Parti lideri Akşener cephesinden yükselen AK Parti-mafya özdeşliği kuran iddialara sert bir biçimde cevap verdi. CHP ve İYİ Parti’nin geçmişe yönelik hemen hiçbir özeleştiri yapmadığı, bütünüyle basit Kemalist jargonlarla dış politikadaki gelişmeleri sabote etmekten Suriyeli muhacirler üzerinden içeride yabancı düşmanlığını kışkırttığı aşikâr. Kamuoyuna takdim ettikleri somut bir proje, kuşatıcı bir söylem, güven veren yetişmiş bir kadro henüz ufukta görünmüyor. Ancak herhangi bir proje üretmeseler de esnafın, çiftçinin, işçinin, emeklinin veya işsizin derdini dile getirerek, hesabının peşine düşerek belli bir taban tuttukları da bir vaka. Taban tutma ve genişletme faaliyetlerine son dönemin yükselen yıldızı Sedat Peker’in bir dizi iddiasını sokağa, medyaya ve Meclis kürsüsüne taşıyarak hız verdikleri de görülüyor. Bu durumda bir tuhaflık var mı? Bir tuhaflık yok çünkü iktidar da muhalefet de istediği kadar ilgisiz kalsın, görmezden gelsin söz konusu iddialar önlenemeyecek bir şekilde kamuoyunun gündemine oturmuş, tartışmaların merkezini teşkil etmiştir.
Her tartışmadan olduğu gibi aşırı yorumlar, komplo teorileri, fırsattan istifade rakipleri harcama taktikleri, itibar suikastları merakla beklenen Sedat Peker video-mesajlarında da kendisini gösteriyor. Fakat bütün bunlara rağmen bu videolarda dile getirilen iddia, ifşa, itham ve itirafları konuşulmaz kılmak, adli ve idari soruşturmaların konusu yapmaktan imtina etmek mümkün ve doğru olur mu? Bu hafta AK Parti Meclis grubuna hitap eden Cumhurbaşkanı Erdoğan kritik fakat tartışmaya açık şu cümleleri kuruyordu: “Biz ülkemize ve milletimize dair her meseleyi tüm taraflarıyla kamuoyu önünde oturur, konuşur, tartışır, değerlendiririz. Ama bunu asla terör örgütleriyle veya suç örgütleri mensupları üzerinden yapmayız. Onlarla kaybedecek vaktimiz yok.”
Peki, hem ülke ve millete dair her konuyu kamuoyu önünde konuşup tartışmaya hazır olmak hem de terör ve suç örgütü mensupları üzerinden gündeme gelen tartışmaları vakit kaybı olarak görmeyi nasıl telif edeceğiz? Mesela bir kamu bankasından alınan büyük bir kredinin batağa dönüştürüldüğüne ilişkin iddialara ne Ziraat Bankası ne de Demirören Holding tarafından bir cevap verilmediği durumda toplum kaderine razı mı olmalı? Bir dizi siyasetçi, bürokrat ve medya mensubunun kara para aklayan holdingler namına ülkeyi gayrı meşru yollarla tanzim ettiğine dair endişe verici bilgileri istihbarat, emniyet, yargı ve siyaset kurumu görmezden geldikçe “hikmet-i hükümet”e mi yormalıyız. Nihayet “mesele yargıya intikal etmiştir” türü cümlelerle kamuoyunun tatmin olup geleceğe güvenle bakılacağı filan mı zannediliyor?
“İddiaları ciddiye almayın” söylemi de “üst akıl mafyayı kullanıyor, FETÖ operasyonları Sedat Peker üzerinden devam ediyor” perspektifi de ne iddia ve ifşaların değerini düşürüyor ne de kamuoyun artan endişe ve itirazlarını gideriyor. Türkiye’nin gündemini videolarla rehin alınabilecek duruma düşüren zaafların nasıl oluştuğunu sorgulayıp ıslah etmek üzere harekete geçmeden tuzak ve operasyonlara kızıp öfkelenmenin kime, ne faydası var! İddiaları ciddiye almamak, konuşturmamak, bütün mahfillerde açık ya da gizli konuşulan iddialara adam gibi adli ve idari soruşturmalarla karşılık vermemek çözümü ve güveni değil çürüme ve dağılmayı derinleştirir. Sadece mafyatik söylemleri değil mafyatik ilişki tarzlarını da ülke ve toplumdan arındırıp temizlemek için siyasetten yargıya, emniyetten sermaye gruplarına hatta medyadan sanat camiasına değil topyekün bir seferberlik ilan etmek gerekiyor. Unutulmasın ki; tahfif edilen, ötelenen, örtülen gayrı meşru ilişkilerin vurup yıkmadığı hiçbir ülke ve toplum yoktur. Türkiye de bunun istisnası olamaz.
Yeni Akit