Tartışmaların Zemini ve Galyun’un “Baradey Sendromu”

BÜLENT ŞAHİN ERDEĞER

Suriye’de tavır takınmamız için safları iyi tanımlamamız gerek.

1.Taraf:  Firavun ve İşbirlikçileri

Suriye’de yaşanan insânî kriz açık biçimde Esed rejiminin İslam düşmanı karakterini de ortaya koyuyor.  Sivil göstericilere doğrudan öldürme kastıyla ateş açan rejim güçleri, tecavüz, cinsel taciz, işkence ve aç bırakma gibi diğer insanlık suçlarını da sistematik biçimde işliyorlar. Rejimin hem teorik hem de pratik olarak Zalimliği tescillenmiştir.

Zalimliği tescillenmiş bir Tağut’a hem mezhebî akrabalığı hem de çıkarları dolayısıyla destek olan İran ve onun bölgedeki uzantısı Hizbullah ta tarihe -maalesef- işbirlikçi olarak geçmektedir.

2.Taraf: Mazlum Halk ve Yardımcıları

Suriye halkı ise 49 yıldır mazlumdur ve bu mazlumiyeti  1982 Hama Katliamından bu yana 2011 Mart’ından bugüne tavan yapmıştır.  Suriye halkının yardımcısı olduğunu ifade eden diğer Dünya İslâmi hareketleri ve sosyalist devrimciler zalimin zulmünden kurtulması için bulundukları coğrafyalarda Suriye halkıyla dayanışma çabasındadırlar.

Bu tabloda şayet Suriye’nin mazlum halkının bu zulümden nasıl kurtulacağını konuşacaksak. Söz konusu tartışmanın ahlâkî ve anlamlı olması için tüm tarafların öncelikle 2. Tarafta olmaları zorunludur.  1.Tarafta yer alan hiçbir yaklaşımın bu tartışmada yeri olmamalıdır.  Zalimin yanında saf tutup mazlumun yanında olduğunu iddia etmek ise ya bilgi eksikliğinden ya da samimiyetsizlikten kaynaklanır. Bugün Tahran’a kayıtsız şartsız bağlanmış olan kimi çevrelerin çelişkisi de buradan kaynaklanıyor. Hem Suriye devrimin yanındayız mesajı verip hemen ardından Esed’i n yanından konuşmak bu iki olasılıktan birini ortaya koyuyor.

Bu ahlakî tartışma zeminini yakalamaya çalışırken bazı Müslümanların hem ikinci safta yer alıp hem de Suriyeli mazlumlar adına ortaya çıkan kimi isimler sebebiyle bir kuşkuya düştüklerine de şahit oluyoruz. Örneğin Burhan Kavuncu ağabey’in Haksözhaber’de yayınlanan “Suriye’nin Yeni Başkanı Burhan Galyun Olursa…” başlıklı makalesi bu kuşkulu bakışa bir örnek teşkil ediyor.

Makalesinin ana eksenini şu cümleden özetliyor Kavuncu: “Şu haliyle Suriye Ulusal Muhalefet Konseyi, Beşar Esed rejiminden daha meşru, daha masum ve haklı görünmüyor.”

Bu önermeden hareketle Burhan abi, “İki zalimden birini destekleyen Müslümanların, diğerini destekleyenlere söyleyebileceği çok fazla bir şey yok. Sonu hüsran olan, olacak olan bir değişimde taraf olmak, buna zorlanmak kabul edilemez.”  Sonucuna ulaşıyor.

Kuşku ve zann ile bir tavır belirlemenin getirdiği bu sonuç iki zalimden biri olduğu ifade edilen Suriye muhalfetini toptan mahkum eden bir tavır barındırıyor. Burhan Kavuncu’nun Ulusal Konsey ile ilgili ifadeleri ise şöyle  Suriye Ulusal Konsey dönem başkanı Burhan Galyun Fransa’da yaşayan bir akademisyen. Muhalefete sonradan katılmış. Bir nevi monte edilmiş. Batı yanlısı ve laik bir kişilik. Türkiye’de misafir olan Ebu Ömer’in üyesi olduğu Yüksek Devrim Konseyi ve diğer muhalif grupların katılımını sağlayan üst kuruluş Suriye Ulusal Konseyi. SUK’ta Suriye İhvanı ve Müslüman şahsiyetler de temsil ediliyor.”

Abimizin Zalim ilân ederek berî olduğunu ifade ettiği SUK’un homojen bir yapı değil bir platform olduğunu ifade etmesi ve Baas rejimiyle aynı kefeye koymak gibi ağır bir itham altına soktuğu SUK’a tüm bu anlamı Galyun’un kimliği ve açıklamaları sebebiyle yapmasını anlayabilmiş değilim.
Oysa hepimiz biliyoruz ki her devrim hareketi çok farklı grupların orta düşmana karşı ittifakından oluşur. Asıl katil’in gidişine kadar yürütülen ortak mücadele sonrasında kanlı ya da kansız bir iktidar hesaplaşmasıyla sonuçlanır. Sovyet ve İran devrimlerinde bugün Libya ve Mısır’da olduğu gibi…

Kavuncu nazarında “Beşar Esed rejiminden daha meşru, daha masum ve haklı görünmeyen SUK ise mazlumların önemli bir kesimini temsil ediyor. Mazlumların önemli kesimini temsil eden bu platformun bir parçasının kimliği sebebiyle  Kavuncu tarafından “dünya müstekbirliğinin emrinde göründüğü için daha tehlikeli bile sayılabileceği” yargısı da Zalim’e karşı birleşme çabasındaki mazlumlara yönelik bir itham olarak okunabilir.

Peki Burhan ağabey’in kuşkuları ve endişeleri tamamen haksız mı? Elbette hayır! Galyun’un açıklamaları ve temsiliyetini aşağıda sorgulamadan önce kuşku ile SUK hakkında çıkartılan “zalim” hükmünü Mantık ilmine ve Fıkıh usulüne göre masaya yatırmalıyız. Mantık açısından henüz zulmü ortada olmayan ve sınanmış bir olasılık 49 yıldır tescillenmiş bir dikta ile yani “kesinlik”le nasıl aynı kefeye konabilir?!

  • Olasılık/Zann: “Gelecekte Zalim olabilirler-İktidara Liberal Batıcılar gelebilir”
  • Kesinlik/İlm: “Dün ve Bugün Zalimliği tescillenmiş-Halen İktidarda Baas Rejimi”

Fıkıh usulüne göre, Öncelikler Fıkhı (Fıqh’ul Evveliyat) önce en acil olna sorunun yani diktanın, tuğyanın, zulmün giderilmesini gerektirir. Zulüm giderildikten sonra Suriye halkı kimi temsiliyet makamına getireceğine kendisi karar verecektir. Bu kararın olası sonucu bellidir: İslâm! O halde kuşkuyla şimdiki mücadeleyi yalnız bırakabilir miyiz? Onları Zalimle aybnı kefeye koyup onlardan berî kalabilir miyiz?

Suriye’nin Yeni Başkanı Burhan Galyun Olursa…”

Şimdi bu olasılığı ve Galyun’u tartışalım ki bu olasılık gerçekten ne kadar ihtimal dahilinde onu anlayalım;

Öncelikle baştan ve toptan biçimde tüm Suriye Ulusal Konseyinin liberal/Batıcı ve zalim olduğu iddia edilemez. Zaten Burhan ağabey de bunu iddia etmiyor. O halde bu konseyin  gelecekte hem de liberal seküler kanadının gelebilme ihtimali nedir? Muadillerine bakıldığında çok zayıf!

Bu noktada Burhan Galyun’un röportajının oturduğu bağlamı konuşmaya geçebiliriz. Galyun figürü, Batı’nın Arap Uyanışına yönelik yönlendirme çabalarından biridir. Her siyasal gücün yaptığı gibi Batı da farklı kanallardan varolan olguyu kendi açısından anlamaya ve yönlendirmeye imkan olursa kontrol altına çalışır. Galyun’un varlığı da ancak bu kadar yer doldurur.

Hatırlayacak olursak Batı, Arap Baharı/Uyanışı/İntifadaları sürecinde;

  1. Batı, İlk aşamada eskiden beri desteklediği Diktatörlerin yanında durmuştur: Bin Ali açıkça desteklenmiş ama güç yetmediğinden Suud’a kaçırılmıştır. Kaddafi’ye uzun süre göz yumulmuş ama Kaddafi’nin inadından dolayı terk edilmiştir.  Mübarek te halk devriminde zayıflayınca Batı açısından yanında durulamaz hale gelmiştir. Bahreyn krallığına Batı tarafından barışçıl destek verilmiş ama Suud’un emr-i vâki niteliğindeki askeri desteği daha ağır basmıştır. Yemen’de Salih ise Batı’nın kontrollü uzlaşımına olumlu cevap vermiştir. Suriye’de de Batı Temmuz ayına kadar Esed rejimine aynı şekilde yaklaşmış/bekle-gör taktiği/ ancak süregelen insani kriz sonucunda yönlendirme çabasına girmiştir.
  2. Batı ikinci aşamada bölgeyi tamamen İslamcılara kaptırmamak için olguyu yönlendirme ya da  uzlaşma çabası içine girmiştir: Tunus’ta Şebbî ve Liberal partisi “İlerici Demokrat Parti” Nahda’ya karşı öne çıakrtılmış, Mısır’da Baradey ve Vefd gibi seküler partiler parlatılmıştır. Aynı durum bugün Suriye’de Galyun’un parlatılması ile yapılmaya çalışılmaktadır.
  3. Gelinen noktada ise Batı’nın yönlendirme aktörleri başarısız olmuştur:
    Örneğin Tunus’ta; Ahmet Necip Şebbi’nin liderliğini yürüttüğü İlerici Demokrat Partid(PDP
    ). Anketler %16 civarında görünen oy oranları seçim sonuçlarında %5’tir! Partinin seçim sürecinde elitlere hitap eden, laiklik vurgusu yapan ve El Nahda karşıtı bir kampanya yürütmesinin seçim başarısızlığında önemli etkisi olmuştur. Seçimlerin başında El Nahda ile koalisyon kurmayacağını açıklamış olması İslami hassasiyetlere sahip muhafazakâr kesimlerin tepkisine yol açmıştır. Oysa PDP gibi sol bir gelenekten gelen Cumhuriyet Kongresi ve et-Takâtul, inanç ve düşünce özgürlüğünü de içeren bireysel özgürlüklere saygı temelinde bir politika yürüterek geniş bir halk desteğini arkalarına almayı başarmışlardır.

Bir diğer örnek te Mısır’dan: Batı tarafından şişirilen baradey’in Mısır halkındaki temsiliyeti neredeyse yok denecek düzeyde. Oysa Baradey’e Devrim sürecinde Mısır’ın yeni lideri gözüyle bakılıyordu ya da baktırılıyordu. Hatırlayacak olursak Uluslar arası camiada Mısır Devrimini Mübarek rejimine karşı daha iyi savunabilir düşüncesiyle İhvan Baradey ile anlaşmış ve onun vitrin yüzünü kullanmayı seçmişti. Ama iş iktidar seçimine gelince Mısır halkı ezici çoğunoukla İhvan’ı ve selefileri yani İslamcıları seçti. İhvân’ın Hürriyet ve Adalet Partisi  %36.6, Selefi Nur Partisi  %24.4 aldı. İsrail sonuçlardan gayet rahatsız oldu…

Galyun, işte bu tablonun üzerine bu röportajı veriyor. Yani röportajının tümü dikkatle okunursa kendisinin açıkça Suriye Devlet başkanlığına oynadığı ve kendi kendine gelin güvey olduğu görülecektir. Galyun’un İran’la ve Hizbullah’la ilgili ifadeleri bir Suriyeli açısından normaldir. Yıllardır Suriye halkının en fıtrî haklarına ihanet eden ve diktatörlükle iş tutan rejimlerle iyi ilişkiler kurması beklenemez.  Ancak Galyun, başkanlığı yaptığı platformda da önemli yer tutan İslamcı kesimlere karşı uluslarası kamuoyu nezdinde “gol atmış” durumdadır. Röportajda Batı’ya yaranma çabası öylesine barizdir ki yukarıda rakamlarla ifade ettiğimiz sonuçlara rağmen Galyun İslamcıların Arap ülkelerinde başarısız olduklarını dahi iddia edebilmiş, Suriye İhvan’ının ülkede ancak %10 oy alabileceği kehanetinde bulunabilmiştir.

Oysa görülmüştür ki Diktaların İslamcılara yönelik baskıları onların halk desteğini azaltmak bir yana Mutedîl İslami akımlarla beraber daha radikal/selefî İslamî akımları da güçlendirmiştir. Bu tablo dolayısıyla yakın vadede Esed’in gitmesini isteyen kesime karşı İsrailli pek çok asker, akademisyen, stratejist ve siyasî kendi açılarından “Arap Baharının İslam’ın Kışı”na döndüğünü vurgulamakta ve Suriye’nin gidişinin kendi açılarından tehlikeli bir gidiş olabileceğinden endişe etmektedirler.

Bu ifadeler bile Galyun’un yeni bir Baradey, yeni bir Ahmet Necip Şebbî, Ahmet Çelebi ya da İyad Allavî olduğunu göstermektedir. Bu gerçek ortadayken “Suriye’nin Yeni Başkanı Burhan Galyun Olursa…” diye bir endişeye kapılmak yersizdir. Varsayalım ki çok zayıf ta olsa öyle oldu. O zaman devrimci Suriye halkı, kurşunlar altında ısrarla özgürlükleri için yola çıkan o şerefli halk bu adama karşı da haklarını savunmasını bilir. Suriye halkı devrimini kimseye çaldırmaz!

Bakın Suriye Ulusal Konseyi üyesi Muhammed Ebu Ömer Milat Gazetesi’ne verdiği röportajda ne diyor:

“Batıyla muhaliflerin ilişkileri olduğu söyleniyor, özellikle Fransa ile… Bu ilişki varsa hangi seviyede?

-Burada iki şeyi ayırmak gerekiyor. Birincisi devrimin genel bir duruşu var. Bir de bazı şahıslar var ki bu bazı şahıslar devrimi temsil etmiyor. Bu devrimin temelinin, duruşunun Batıyla hiçbir alakası yok, fakat bazı şahısların olabilir ancak bu devrimi temsil etmez. Onların doğrudan batıyla ilişki kurmaya gönüllü olmasından değil, Beşar yönetimi bu adamlara savaş açtığı için mecbur kaldıkları için.

Muhaliflerin arasında birlik var mı yoksa bir bölünme söz konusu mu? Sokaktakiler kimler, hangi görüşe sahipler?

-Suriye devriminde sokakta her görüşten insan var. Ancak Suriye devriminin merkezi, karargahı, çıkış yeri mescitlerdir. Devrim mescitlerde başladı. Diğerleri, Hıristiyanlar, komünistler de devrime destek oluyor. Devrimin camilerden çıkması, aslında bu devrimin rengini gösteriyor. Oradaki Müslüman halk devrimi başlattı.” (24 Kasım 2011)

Burhan Galyun açıkça siyonist lobinin gazetesi Wall Street Journal’e mülâkât vererek Suriye devrimine sabotaj yapmıştır. Suriye halkının muhalefetinin camii merkezli ve bir hayli İslamcı söylemi göz önünde tutulduğunda ğlke içinde Galyun’un kaç destekçi var diye sormak lazım? Bence %1 bile değil! Peki Galyun bey’i diasporada kim lider görüyor? Zuheyr Sâlim, Heysem Mennâ ve Louay Huseyn gibi farklı Suriyeli muhalif aydınlar da mevcuttur. Suriye Ulusal Konseyi dışında “Demokratik Değişim için Ulusal Koordinasyon Komitesi” gibi muhalif oluşumlar da mevcuttur. Dolayısıyla Esed sonrası Yeni Suriye’de hem aydınlar bazında hem de halk bazında tıpkı Mısır’da olduğu gibi renkli bir çoğulculuk mevcuttur. Bu yelpaze, Galyun’un ve Batı’nın hayalini kurduğu bağımlı bir Suriye’den çok bağımsızlığa çok daha yakındır!

Anlaşılan o ki İhvân, Mısır’da yaptığı gibi Batı’yla iyi geçinebilecek ve Uluslarası Toplumda sevimli gözükecek bir isim olarak Galyun’un başkanlığına razı olmuştur. Tıpkı Baradey gibi. Ancak yolda Suriye halkının iradesine ve İslamcı kesimlere açıkça çelme çakan ve İsrail ve Devrim karşıtı Baas güçlerini sevindiren bu açıklamalara karşı ciddi ilk tepki Filistin’li Prof. Abdussettar Kasım’dan gelmişti. Şahsi kanaatim, Suriye İhvân’ı özgüven eksilikliği yaşıyor. İhvân en kısa zamanda bu sabotaja karşı bir açıklama yapmalıdır.  

Tüm bu tablonun özeti odur ki haklı kuşkular sebebiyle mazlumlarla zalimler aynı kefeye konmamalıdır. Çünkü bu tarafsızlık tarafı da en az Galyun kadar Suriye’nin özgürlük mücadelesine zarar vermektedir…