Yeni Şafak / Faruk Beşer
Tasavvuf rezilliklere göz yummayı onaylar mı?
Evet, bâtın zahirden, manevi dünya maddi dünyadan kıyaslanmayacak kadar büyüktür. İşin görünmeyen kısmında bir değil binlerce dünya vardır. Bu dünyalara dalmak, insana ilginç bilgiler ve haz verebilir, bu mümkündür. Ancak bunun insanı nereye götüreceği belli olmaz. Tabir caiz ise, ucu yukarıya sabitlenmiş bir ipe tutunmadan derin bir kuyuya inen birisi artık hiç çıkamayabilir. Onun için en büyük sufilerden olan İmam Rabbani bile bâtın ilmini keşif ve ilham olarak tanıttıktan sonra bunlarla elde edilen bilginin hatalı olabileceğini söyler ve bunun zahir, yani tefsir, hadis ve fıkıh gibi, onun tabiriyle doğrudan peygamberlik mişkâtından alınmış ilimlere ters düşmesi halinde, bu ters düşme kıl kadar bile olsa keşif ve ilhama asla itibar edilmeyeceğini ve atılacaklarını söyler. Ölçü budur ama bugün bunu nazarı itibara alan tarikatlar çok değildir.
Mağrib ve Moritanya gibi İslam ülkelerinde bu ölçüye nispeten itibar edilir. Oralardaki tasavvufi hareketler alimlerin de katıldığı, ilmi öne alan mekteplerdir. Onlardan başka Esed öncesi Suriye nispeten öyle idi. Mısır, Hindistan, Pakistan, İran ve Türkiye gibi ülkelerde ise durum çok vahimdir. Mısır’da devlet İhvan’ın, yani ilmî İslam’ın katline bir sufi şeyhi olan Ali Cuma’dan fetva almıştır. Abdunnasır, Enver Sadat ve Hüsnü Mübarek zulümlerini tarikatları destekleyip onların da desteklerini alarak sürdürebilmişlerdir. Esed, Suriye’deki katliamının hatta kendi resmine secde edilmesinin cevaz fetvasını halen Genel Müftüsü ve bir tarikat şeyhi olan Ahmed Hassûn’dan almaktadır. O halde İmam Rabbanî’nin ölçüsüne ihtiyaç vardır.
Rahmetli Hasan Celal Güzel’in bizzat kendisinden dinlemiştim: ‘Demirel’le birlikte çalışıyoruz, seçimler yaklaşıyor. Cemaatlerden ve tarikatlardan farklı sesler çıkıyor. Ben bizi desteklemeyecekler diye endişeleniyorum. Sıkıntımı Demirel’e açtım. Elini omuzuma koydu ve canını sıkma genç politikacı, onun halli kolay. Seçim tam yaklaşınca her birine bir parça ekmek atarsın mesele hallolur dedi. İçimden Demirel’in bu aşağılamasına çok kızdım, ama sonucun onun dediği gibi olduğunu görünce de sukut’u hayale uğradım’ demişti.
Şimdi tarikat adına bugün yapılan rezilliklere gelelim. Kan dondurucu; adam müridinin on iki yaşındaki kızını alıyor, cinsel sarkıntılıklar yapıyor. Bunun kaçıncı olduğu ve ne kadar sürdüğü de belli değil. Kızın babası, efendi yapmışsa bir hikmeti vardır, karşı çıkarsak çarpılırız gibi düşüncelerle bir şey diyemiyor. Mesele duyulunca da bu adam kızın babasına şöyle söylüyor ve bununla da alçaklığını yüz katına çıkarıyor: ‘Meseleyi ifşa etme, sen Allah’ın büyük bir nimetine mazhar oldun, sen bir Hz. Ebubekir olmak istemez misin?’ Yani ben peygamber makamındayım, nasıl Hz. Ebubekir senin kızın yaşındaki kızını Hz. Peygamber’e verdi ise sen de bana vermiş oldun gibi bir şeytanlığa başvuruyor. Bir başkası, şeyhine; efendim rüyamda Allah’ı gördüm, tam senin şeklinde idi, diyor, şeyh efendi de kafasını sallayarak olabilir, doğrudur diye teyit ediyor. Bir diğeri, tecellide görüldü Allah, ‘ete kemiğe büründüm, ‘Efendi’ diye göründüm’ buyurmuştur, diyebiliyor. Bir başkası erkek ve kadın müritlerine feyiz pompalamak için bademleme yapıyor ve birçoğu da şeyhe hizmet etmek en büyük ibadettir edebiyatını geliştirerek müritlerini kendine hizmet ettiriyor, mülküne mülk katıyor. Tabii ki, hizmet ettirme yerine hizmet edenlerin olduğunu da biliyoruz. Ama onların sesi çıkmıyor. Resulüllah’ın (sa) yolculukta arkadaşlarına hizmet ettiği bir sırada birisinin gelip ona, bu topluluğun efendisi yani reisi kimdir diye sorunca ‘topluluğun efendisi onlara hizmet edendir’ buyurmuşlardı.
Daha yakınlarda okudum, müritlerinden ve siyasetten çok nasipler elde etmiş bir ‘cemaat’ın hocası, kul hakkının affı hiç mi mümkün değildir sorusuna şöyle cevap veriyordu: Ödenemeyen kul hakkını affettirmenin tek yolu Allah için cihad ederken şehit olmaktır. Bugün de bizim Allah için çalışmakta olan kurumlarımıza destek olmanız bunun yoludur. Bu yolda iken ölürseniz Allah için cihad ederken şehit olmuş ve her türlü günahınızı affettirmiş olursunuz.
Şimdi çizgisi şeriatın zahiri olan tarikatların bu rezilliklere ses çıkarmaması ile kızına sarkıntılık edilen o adamın ses çıkarmaması arasında ne fark vardır? Tarikatlara ve tasavvufa söz gelmesin diye her türlü gayrimeşruluğa göz yumulmasına bu din müsaade eder mi? Ulemanın da aman, tarikat düşmanı damgasını yemeyelim konumunda olmaları ilme yakışır mı? Yeter ki, munsıf olsunlar, tasavvufa değil gayrimeşruluklara düşman olsunlar.