Tarihsel fırsatlar, fırsatçılık için değildir

Süleyman Seyfi Öğün

Modernlik bir tarafıyla hız demek. Kadim dünya yavaşlığıyla temayüz ederdi. Biz modernler ise hız artırmaya koşullanmış zihinler taşıyoruz.

Modernin gözünde yavaş olan sıkıcı, gelenekselin gözünde ise olgunlaşmış ve durulmuş olanı anlatır. Biz modernler hız konusunda spekülasyon yapmaya bayılırız. Sağlanmış hız limitlerini küçümser, yeni limitlerin peşinde koşarız. Zamanda yolculuk yapmak düşüncesi, olağanüstü hız artırımlarıyla şekillenen bir kurgudur. Bu kurgu bütün modern zamanların sanatlarında, özellikle de popüler sanatlarında bir şekilde karşımıza çıkar. Mesela modern popüler edebiyatta Jules Verne muhayyilemizi bu konuda esaslı bir şekilde zorlamıştır. Wells'in Zaman Makinası'nın çeşitlemelerinden geçilmez.

Seyahatler, bilinmeyen kıt'alara ulaşma ve oradaki egzotik hayatları keşfetmek arzusu, "80 Günde Devr-i Alem" iddiası, kârın maksimizasyonu temelinde sermayenin dünyadaki yayılmasının ürünüdür. Hız bunu etkinleştiren süreçleri ifade ediyor. Hız tutkumuzun ardında dünyayı talan etmenin ve eşitsiz ilişkiler üzerinden yeniden örgütlenmenin gerekleri yatıyor. Hızla yıkıp, hızla yapmanın telaşı içine itiliyoruz. Modern dünyayı bu açıdan resmetmekte barok müziğin üzerine yoktur. Barok, geniş aralıklara oturtulmuş ve coşkulu allegro nağmelerle kundaklanmış sürekli bir alarm hali, sürekli bir ayartılmışlık, baştan çıkarılmışlık hali; yaşam sevinci ya da yaşam severlik olarak anlatılan duygular ise aslında kışkırtılmış hayatların güzellemeleridir.

Hal böyle olunca "geri kalmanın ayıbı" yerkürenin her muhitine sirayet et(tiril)miş ve en sonunda yaygın bir karabasana dönüş(türül)müştür. Modern dünyada hiç kimseye "geri kaldın" diyemezsiniz. Anında size tepki duyar ve hızlandırılmış, zamanın azlığına ya da darlığına sıkıştırılmış engin başarılarından dem vuran bir savunma geliştirir.

Geride kalmak makus bir talihtir -tarihsel yakışıksızlık- ve derhal değiştirilmelidir. Yakışıklı tarihler ise, içinde hırsın ve hasetin örgütlendiği ve etkinlik duygusu olarak güzellenen bir duygunun bireylerden kitlelere yaygınlaştırılmasıdır. Modernlik bir hız ideolojisidir. Bu hızın içinde kimileri için hiç değilse bir süreliğine de olsa aslı var gibi gözüken, ama insanlığın kısm-ı azamı için hiçbir zaman aslı olmayan bir rekabet de örgütlenir. (Aslı yoktur; çünkü rekabetin ayıklamaları ya monopolle [hâkimiyetin tekelde olması] ya da anlaşmalı oligopolle [bölüştürülmüş hâkimiyet] biter ki, rekabetten beklenen bu olmasa gerekir). Rekabet, hızın vektörel doğrultularını disipline eder.

Rekabet üretim kapitalizminde nitelik ölçütüne dayalı olarak yapılır; istihdam da bu ölçüler üzerinden şekillendirilirdi. Modern başarılar nitelikli başarılar olarak tescillenirdi. Bu elbette ki kapitalizm öncesi, geleneksel dünyaya göre hızlı bir dünyadır; ama nitelik elde etmek ister istemez, emek yoğunluklu bir birikim gerektirdiği için, hızı, bir yerden sonra engelleyen bir işlev görmektedir. Yine üretim kapitalizmi bir kurumsal ve örgütsel ağlar bütünüdür. Her kurumsal durum yine hız kesen bir işlev görür. Yeni kapitalizm ya da postmodern kültürel durum, hızın nitelik ya da kurumlarca kesintiye uğratılmasını bertaraf ediyor. Popart'ın türevleri üzerinden nitelikler dünyasını ayıklıyor. Kurumsal ile örgütsel alanlar ayrıştırılıyor. Bu ayrışmada kurumsal alan gözden düşürülüyor; örgütsel olan ise açığa çıkarılarak ve kendisine en fetiş anlamlar yüklenerek alelade (konvansiyonel) kılınıyor. Örgütsel dünyaya övgüler düzen kültürler ve söylemler, nitelik iddialarını grotesk darbelerle küçük düşürüyor. Yerleşik nitelik tanımlamalarını, en başta da profesyonel tanımlamaları silip süpürüyor. Burada bir Ali Cengiz oyunu yapılıyor: Emek, hüner ile yer değiştiriveriyor.

PERFORMANSIN ALDATICILIĞI

Bu dünyada en yüce değer emek değil, hüner ve hünerlerin sergilendiği bir performans dünyası. Performans hünerlerin koreografisini veriyor. Ne yaptığınızdan daha önemli olan, neyi nasıl sergilediğinizdir. İnsan hiçbir şey yapmadan da bir sergileme başarısıyla ayakta kalabilir. Sadece doğaçlamalarıyla var olabilir insan. Esnek işler işte kaygan zemindeki performanslardır aslında. "Nerede projen? Bana bir fikir bul, yoksa gözüme gözükme! Girişim yap, nerede cinliklerin? Performans yap!" vb. soruların boğucu patronajı altında beyaz yakalılara nefes aldırılmaz.

İyi de neden böyle oldu? İnsanlara kıtlık korkusu salarak mal ve hizmetlerin akışkanlığının sağlanma gerekliliği olarak anlatılan; ama esasta sermayenin akışkanlığı adına oldu bunlar. Daha da önemlisi, bu hız evreninde, elbette ki geleneksel zaman akışlarını allak bullak eden; yerleşik hız limitlerini kendi içinde katlayan finansal sermaye ya da kısaca para üzerinden para kazanılan bir fırsatçılığın yaygınlaşmasıdır. Buna elbette her şeyi hızlandıran yeni bir ulaşım ve iletişim teknolojisi eşlik ediyor. Verimlilik, etkinlik vb. güzellemelerin perdelediği insanlık durumları ise tam tersini, yani yabancılaşmanın, etkinsizlik duygusunun, kaybetmenin, yalnızlaşmanın her türüne işaret ediyor. Bu güzellemelerin perdelediği yerde kapitalizmin en ileri lümpen örüntüleri hayat buluyor.

Tuhaf bir dünya bu... En akılcı yapılanmalar en akıldışı amaçlar adına yapılıyor. Üretim hırsı tüketimle bitiyor. Yeryüzünün en üretken toplumları giderek daha az üreten toplumlar; tersine olarak da dünün tembellikleriyle lanetlenmiş milletleri de giderek daha fazla üreten toplumlar haline geliyor. Refah ve demokrasi vaat eden Avrupa çark ediyor: Papandreu'ya bir referandumu çok görüyorlar. Seçilmişler gidiyor, atanmışlar geliyor. Buna da güzelleme yapıp, siyasal metal yorgunluğunu teknokratik yenilenmeyle aşıyoruz diyorlar. Bugün siyasetin dirayeti mecburiyetler karşısında teknokratlara meşruluk kazandırmaktan ibarettir. Ne oldu demokrasi? Ne oldu Avrupa'nın o meşhur refahı? Avrupa hız kesiyor. Sadece Avrupa değil; elbette Amerika da. Çünkü Euro dolarıyla, petrol dolarıyla lümpen kapitalizmin baş mimarı ABD'den başkası değildir. Elbette sonuç alamayacağını adım gibi biliyorum ama ülke, Wall Street karşıtlarının performanslarıyla sarsılıyor. Belki bir gün, bir adım daha gidip siyasal performansı bırakıp unutulan siyasal etkinlik duygusuna kavuşurlar. Bundan da bir şey çıkmaz, ama hiç değilse siyasal etkinlik siyasal performanstan daha saygıdeğerdir.

Eğer kozmik bir ironi mevcutsa, hız tutkumuzla ona esaslı bir malzeme veriyor olduğumuzu sanıyorum. Çünkü evrende yol almak ya da hız yapmak, hatta hız artırmak, belli bir limitin -o da şimdilik ışık hızı olsa gerekir- altında kaldığı sürece çok fazla bir anlam ifade etmiyor. Çünkü artırılmış hızlar -tutun ki ışık hızına eşit, hatta onu da aşmış bir hız- ile onların çok altındaki diğer hız sınırları arasında resmin bütünü düşünüldüğünde fazlaca bir fark yok. Olağanüstü hızlarla mekânları aşabilir, gidilmesi en zor yerlere en kısa zamanlarda ulaşabiliriz. Bu sonuçta pratik bir başarıdır. Ama bu baş döndürücü seyahatlerin sonunda masalcı dede evrensel ölçekler üzerinden bize gülümseyip; "Dere tepe düz gittin; ama dönüp bir bak, bir arpa boyu yol bile gidemedin" diyebilir.

Doğrusu, zihnî olgunlaşmanın, zaman ya da hız konusunda sağlanan bazı avantajların abartılmasına ihtirazi kayıtlar geliştirme yeteneğiyle bir ilişkisi olduğuna inanıyorum. Zihnî olgunlaşma -eğer hâlâ varsa- uzun soluklu ve büyük çaplı düşünmeyle anılır. Bilgiler bu amaca ulaşmamızı sağlayan araçlardır sadece. Hızın artırıldığı bir dünyada akışkanlık, ulaşım ve erişim imkânları artıyor, ama düşüncenin olgunlaşması için gereken birikimler sağlanamıyor, sağlanmış olan birikimler de hızın rüzgârları tarafından savrulup dağıtılıyor. Bunu feodal geçmişinin üzerinde yükselen ve yeniden oraya dönmek isteyen Avrupa ve Amerika için anlayabilirim. Bayrağın el değiştirdiği yerde yeni sahiplere bir bakmak gerekiyor. Çin, Hindistan ve Türkiye derin tarihlerin toplumları bunlar. Artan üretimleri, hızlanan tarihleriyle dünün Avrupa'sına benzemiyorlar. Avrupa ya da Atlantik Dünyası, tarihin sıklet merkezi olurken hesap verecekleri bir medeniyet arka planları yoktu. Ama biz Çinlilerin, Hintlilerin ve elbette ki Türklerin bir zamanlar kendisinden utandırıldığı, şu aralar sadece performanslara konu olduğu nispette hatırladığımız; ama nihai tahlilde hesap vereceğimiz asude ve diğerkâmcı medeniyet geçmişimiz var. Avrupa ve Atlantik varlıkta yokluğu, yoklukta varlığı görmedi. Bunları analitik ayrıştırmaların konusu yaptı ve sadece varlığa abandı. Bu halleriyle şair Ahmed Gazali'nin dediği gibi, "mazurdurlar"... Bize gelince; başarı hırsına kapılmamak gerekiyor. İtibar açlığıyla kavrulup, nihayet bir yerde ev ödevini başaran öğrenci basitliğiyle hareket etmemek lazım. Tarihsel fırsatlar fırsatçılık yapmak için değildir. Bizi hızlandıran, kanatlandıran şeylere dikkat edelim. Edelim ki masalcı dedeye bakacak yüzümüz olsun...

*Prof. Dr., Maltepe Üniversitesi Uluslararası İlişkiler ve AB Bölüm Başkanı

ZAMAN