Tarihin ve Dinin Öne Çıkışı: Kimliksizleşme Endişesine bir Çözüm mü?

Hilmi Yavuz

Uzun bir süreden beri TV'lerde ve gazetelerde, genellikle popüler tarih olarak nitelendirilen yayınlar, büyük bir ilgi uyandırıyor.

Son on yıllarda tarihin popülerleştirilmesi işinin öncülüğünü, önce 'Hürriyet'te, şimdi de hem HaberTürk Televizyonu'nda hem de gazetede, Murat Bardakçı sürdürüyor. HaberTürk'teki 'Tarihin Arka Odası' programının sabahın erken saatlerine kadar, deyiş yerindeyse, 'ucu açık' bir biçimde devam ediyor olması, hiç şüphe yok, o saatlerde bile reytinginin azalmadığını gösterir. Bardakçı'nın bir tür Ahmet Refik Altınay tarzı popüler tarihçiliği ihyâ edişinin popülerliği, öteki TV'lerin ve gazetelerin de tarih programları ve tarih sayfaları hazırlamalarına yol açtı. 'Hürriyet'te Bardakçı'nın yerini Soner Yalçın doldurmaya çalışıyor; 'Radikal'de Avni Özgürel, 'Akşam'da Gürkan Hacir ve bizim gazetede Mustafa Armağan! Mustafa, ayrıca TV Net'te de Tarih sohbetleri yapıyor...

Hiç şüphesiz hatırlıyor olmalısınız: Bundan yaklaşık on yıl kadar önce, bu durum popüler İslam için de geçerliydi. 'Pop' İslam'ın Mehdi'si, anlı şanlı İlahiyat Profesörümüz Yaşar Nuri Öztürk'tü elbette! Öztürk'ün TV'de yaptığı programların nasıl büyük bir reyting aldığını unutmak mümkün değil! O yıllarda bu popüler teveccühün Prof. Dr. Öztürk'ü 'uçurduğu' da hatırlardadır elbet. Bugün ise, gazetelerimizin büyük bir bölümünde büyük İlahiyat hocalarına (Prof. Dr. Süleyman Ateş; Prof. Dr. Hayrettin Karaman) ayrılmış köşeler var. Prof. Dr. Nihat Hatipoğlu'nun ve TRT'deki dinî programların da ilgiyle izlendiğini de biliyoruz...

Tarih'e (hiç şüphesiz, ağırlıklı ve öncelikli olarak Osmanlı tarihine) ve İslam'a duyulan bu yakınlığın bir sebebi olmak gerekir. İslam'a ve Osmanlı tarihine karşı bu ilginin, sosyolojik bir analizinin yapıldığına ilişkin herhangi bir araştırma var mıdır, -doğrusu bilmiyorum. Ama elbette, toplumda neredeyse çoğunluğa varan bir kesimin İslam'a ve Osmanlı tarihine belirli bir hassasiyetle yaklaşmış olması olgusunun açıklamaya muhtaç olduğu da su götürmez.

Prof. Dr. Şerif Mardin, ilk basımı 1969 yılında, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları arasında çıkan 'Din ve İdeoloji' adlı çalışmasında, Kemalist ideolojinin 'zaaf'larından söz ederken, şunları söyler: 'Kemalizm, kültürün kişilik yaratıcı katında yeni bir anlam yaratmadığı ve yeni bir fonksiyon görmediği için bir rakip ideoloji rolünü oynayamamıştır.' Mardin, daha sonra 'Kemalizm'[in] Türkiye'de ailelerin çocuklarına intikal ettirdikleri değerleri değiştirmekteki etkisi[nin] ancak sathî ol[duğunu]' bildirir. Prof. Dr. Mardin bu görüşlerini 'Türkiye Günlüğü' Dergisi'nin Mayıs-Haziran 1994 tarihli 28. sayısına yazdığı 'Atatürk'ü Anarken' başlıklı makalesinde de, meseleyi 'kişilik' düzeyinde tekrar ele almıştır: 'Atatürkçülerin atlama tahtası olarak kullandıkları Devlet'in, kişinin sevgiden ve hayattan ne anladığını aramakta elverişli bir kılavuz olmadığı, sanırım, herkesçe teslim edilecek bir gerçektir.'

Galiba, meselenin özü de buradadır. Türk insanının Tanzimat'tan bu yana yaşadığı zihinsel krizlerin arkaplanındaki 'kimliksizlik endişesi', kendisine 'kültürün kişilik yaratıcı katında yeni bir anlam' katmayan dönüşümlerin sonucudur. Prof. Mardin'in deyişiyle 'Devlet, 'kişinin sevgiden ve hayattan ne anladığını aramakta elverişli bir kılavuz olma[mıştır]'. Türk insanı, kendisine 1930'larda Türk Tarih Kurumu kongrelerinde 'icad edilerek' dayatılmış Geçmiş'i temellük etmemiş, 'icad edilmiş Geçmiş'in değil, silinmeye çalışılarak 'gözardı edilmiş Geçmiş'in, kimliğinin inşasındaki belirleyici ve hâkim konumunu, bilinçdışında yaşamaya devam etmiştir. Bu kimliğin inşasında Tarih olarak Osmanlı'nın ve Din olarak İslam'ın temelkoyucu düzeyler olduğu anlaşılıyor artık: Osmanlı'ya ve İslam'a gösterilen bu teveccüh, 'popülerlik' gibi, 'reyting kaygısı gibi aşağılayıcı ve pejoratif söylemlerle, asla küçümsenmemelidir. Osmanlı'ya ve İslam'a gösterilen bu ilgi, Türk insanının bilinçdışındaki sorulara verdiği semptomal cevaplardır: 'Biz kimiz?' Kimliksiz miyiz?'

Kimlik, bellekten bağımsız değil. Geçmişi olmayanın kimliği de olmaz. Bir trafik kazasında bile belleğini kaybeden, kim olduğunu da hatırlayamaz. Türk insanı şimdi şimdi bilinçdışından kendi kimliğini yeniden inşa etmeye ve 'kimliksizlik endişesi'nden kurtulmaya çabalıyor. Bu yüzden de 'Popüler Tarih'le ve 'Popüler İslam'la asla ve kesinlikle alay etmemek gerek. Bırakınız 'popüler tarih' daha popüler, 'popüler İslam' da daha popüler olsun! Alay etme işi, ancak alaturka ve alafranga züppelere yakışır çünkü! h.yavuz@zaman.com.tr

ZAMAN