Tarihin Işığında Basra’daki Protesto Gösterileri

Basra kentinin tarihinden kesitler sunduğu bugünkü yazısında Taha Kılınç, kentte geçen hafta şiddetini arttıran protesto gösterilerinin muhtemel sebepleri hakkında değerlendirmelerde bulunuyor.

Bugün Yeni Şafak gazetesinde “Basra Alarmı” başlığıyla yayımlanan Taha Kılınç imzalı yazıyı ilgilerinize sunuyoruz:

İkinci Halife Hz. Ömer, fethedilen yerlerde kurulacak yeni şehirlerle başkent Medine arasında nehirlerin bulunmasını hoş görmezdi.

Ulaşım ve haberleşme kolaylığı açısından, şehirlerin “beri yakada” tesis edilmesini, valilerine ve komutanlarına bilhassa bildirirdi. Bu sebeple, Mısır’ın fethinden sonra Amr bin Âs’ın temellerini attığı yeni Fustat şehri Nil’in doğusunda, Irak topraklarındaki Basra ise Şattu’l-Arab’ın (Fırat ve Dicle’nin tek bir nehir haline geldikten sonra aldığı isim) batısında kurulmuştu. Her ikisiyle başkent arasında, kesintisiz İslâm toprakları uzanıyordu. Gerektiğinde, başkentle hızlıca irtibat mümkündü.

Günümüzde Irak’ın güneyinde yer alan Basra, sahabeden Utbe bin Gazvân tarafından 638’de bir garnizon ve kamp şehri olarak kuruldu. İlk sakinlerini fetihler için bölgeye gelen Arap savaşçıların oluşturduğu Basra’nın yerinde, daha önce Vaheştabad Erdeşir adı verilen bir Pers yerleşkesi mevcuttu. Müslüman Araplar bölgeyi iskân ettikten sonra, Basra coğrafyanın farklı yerlerinden gelen Arap kabilelerinin kaynaşma ve çatışma noktasına dönüştü. Aynı zamanda, batı-doğu yönünde hareketlenen insan nüfusu için de Basra bir geçiş ve köprü vazifesi görüyordu.

Emevîler döneminde başkent Şam’ın uzağına düştüğü için politik karmaşanın nispeten dışında kalan Basra, fikrî ve ekonomik gelişmesini hızla sürdürdü. En ünlüleri Hasen-i Basrî olmak üzere çok sayıda âlim, dilbilimci ve düşünür, Basra’yı bir çekim merkezine dönüştürmüştü. Asya ile olan ticaret açısından da, Basra önemi gittikçe artan bir liman ve buluşma noktasıydı. Bu arada, 945’ten 1055’e kadar, içinde Basra’nın da yer aldığı bölgeyi kontrolleri altına alan Şiî Buvehyîler, Basra’da hatırı sayılır bir Şiî nüfusun birikmeye başlamasına da yol açtılar.

1258’de Moğol Hükümdarı Hulâgû’nun ordusuna direniş göstermeden teslim olan Basra, art arda bölgeyi yöneten Celâyirliler, Karakoyunlular ve Akkoyunlular dönemlerinde uzak ve ihmal edilmiş bir liman şehri olarak kaldı. Safevîlerin kısa yönetiminin ardından Osmanlıların bölgeye giriş yapmasıyla, Basra yeniden önem kazandı. Aynı dönemlerde, başta Portekiz olmak üzere Batılı emperyal güçler de bölgeye ilgi göstermeye başlamıştı. Basra, Osmanlı İmparatorluğu yönetimi boyunca stratejik bir liman şehri olarak, önemini ve kıymetini hep muhafaza etti.

Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışından sonra, yeni kurulan “Irak” isimli ülkeyle birlikte Basra’nın da kontrolü İngiltere’ye geçti. 1921’de Şerif Hüseyin’in oğlu Emir Faysal’ı “kral” sıfatıyla Bağdat’ta tahta çıkaran İngilizler, petrol başta olmak üzere ülkenin doğal zenginliklerini de ellerine aldılar.

1919’da İngilizler tarafından Irak’ta yapılan nüfus sayımına göre, ülkenin yüzde 53’ü kendisini Şiî olarak tanımlıyordu. 1932’de bu oran yüzde 56’ya çıktı. Aradaki fark, özellikle Basra vilayetinde ve yakın kuzey şehirlerde çok sayıda Sünnî Arap kabilesinin Şiîliğe intisap etmesinden kaynaklanıyordu. Basra ile ilgili yakın tarihli veriler daha da ilginç: 2006’da şehrin Şiî oranı yüzde 45 iken, 2014’te bu oran yüzde 60’a çıkmış görünüyor. Irak şartlarında sıfır hatasız bir nüfus sayım biçimi elbette imkânsız, ancak gerek Sünnîliğin baskılanması ve terörize edilmesi, gerek göçler ve nüfus hareketleri, gerekse İran’ın direkt ideolojik etkisi, bölgede demografik dengeleri hızla değiştiriyor gibi görünüyor.

Bu gerçeklik, Irak nüfusunun geneli için de böyle. 20’nci yüzyıla kadar Irak’ta hiçbir şekilde çoğunluğu teşkil etmeyen Şiîlik, güncel tahminlere göre bugün ülkenin yüzde 60 ilâ 65’inin inancı durumunda.

***

Basra’da özellikle geçtiğimiz hafta şiddetlenen protesto gösterilerini izlerken, şehrin uzun ve sarsıntılı tarihinden enstantaneler de gözümün önünden geçti ister istemez. Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasının ardından sırasıyla İngiltere, Sovyetler Birliği (kısmen), Baas rejimi, ABD ve şimdi de İran’ın etkisi altında yaşayan Basralılar açısından düşünüldüğünde, gelip geçen yönetimlerin ve ideolojilerin hiçbirinin gündelik hayatlarına kolaylık ve refah getirmemesi, epey manidar ve öfkelendirici olmalı.

Irak petrollerinin yüzde 80’inin üretildiği Basra vilayeti, her gün saatler süren elektrik kesintileriyle boğuşuyor uzun zamandır. İçinden Dicle ve Fırat’ın geçtiği bölgede, su sıkıntısı da had safhada. Yaz aylarında sıcaklıkların 45 derecenin altına pek inmediği bir bölge için, bunlar tahammül edilmesi zor durumlar. Üstüne yüksek oranda işsizliği de denkleme eklediğimizde, Basralı gençlerin sokakları doldurup, bu durumdan sorumlu olduğunu düşündükleri ülkelerin temsilciliklerini ateşe vermeleri (örneğin: İran Başkonsolosluğu) gayet anlaşılır. Kasıtlı ya da kasıtsız biçimde gözden kaçırılsa da, Basra sokaklarını dolduranlar yine Şiî gençler. İran’a olan kızgınlıkları da, tamamen Irak’ın içine sürüklendiği siyasi kaos ve kötü yönetimin sorumluluğunu Tahran’da görüyor olmalarından kaynaklanıyor.

***

Basra’da yaşananlar hem Irak, hem İran, hem de bütün bölge için ciddi bir alarm işareti. Tarih, böylesi kaos ve karmaşa bölgelerinin, ürettiğinden daha fazlasını çevresine ihraç ettiğini gösteriyor.

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!