“Tarihin hatası” Belçikada örtü meselesi…

Akif Emre

Önceki gün Avrupa tarihinde bir ilk yaşandı. Başörtülü bir Müslüman milletvekili Belçika Parlamentosu'nda yemin ederek görevine başladı.

Bu olayı Avrupa tarihinin doğal akışı mı yoksa "tarihin hatası" olarak mı okumalıyız? Müslüman bir ülkede başörtülüler okullardan, Meclis'ten kapı dışarı edilirken Avrupa'daki gerçek demokrasi, laikliğe bakın, türünden örnekleme yapacak değilim. Çünkü mesele bu kadar basit değil.

Türkiye'de başörtüsünden nefret edenler, engel çıkaranlar ne kadar sığ ve düzeysiz bir yaklaşım sergiliyor, ne Batı'yı uygarlığını ne de Batı'nın siyasal sosyal temellerinden bir şey anlamıyorsa, olur olmaz her şeyde "bakın gerçek şu… Avrupa'da" diyerek taleplerinin meşruiyet temeline yine Batı'yı yerleştirenler de o kadar sığ ele alıyor meseleyi.

Bu olayın bir ilk olarak özellikle Belçika'da gerçekleşmiş olması son derece manidar. En azından, kuruluşu itibariyle "tarihin hatası ülke" olarak tanımlanan siyasal varlık Belçika. Bugünkü Belçika, Napolyon sonrası Avrupa düzenlemesinin sonucu, tampon bir ülke olarak sahnede yerini aldı. Flamenkçe konuşanlarla Fransızca konuşan Valonlardan meydana gelen bu siyasi birlik "Tarihin hatası" olarak yorumlanmayı hak edişi iki etnik grup arasındaki çekişmeden de anlaşılıyor. Muhtemelen bu yapı dünyanın başka bölgesinde olsaydı iç savaşla sonuçlanacak bir parçalanma kaçınılmazdı. Ama şimdilik Avrupa sistemi içinde ve özellikle ekonomik refahın getirdiği avantajla "barışçıl biçimde" birlikteliği sürdürüyorlar.

Şimdi soru şu:Tarihin hatası bir ülkenin parlamentosunda gerçekleşen bir ilk olarak başörtülü milletvekilinin seçilmesi ve yemin ederek göreve başlaması Avrupa fikrinin doğal sonucu mu yoksa tarihin bir hatası mı?

Buna verilecek cevap bizim kendi medeniyet tasavvurumuzla olan ilişkimizi olduğu kadar Avrupa maceramızın şeklini de belirleyecek demektir.

Gelen tepkilere bakacak olursak bu işte Avrupa'nın olduğu kadar Brüksel'in de kafası karışık. Bana en anlamlı gelen iki açıklamadan biri Liberallerin tepkisi diğeri de Yeşillerin laiklik açıklamasıydı. Liberal Parti adına yapılan açıklamada "aşırılar gündeme getirmeden bu konunun kurala bağlanmasını isteyecek"leri belirtildi. Yeşiller ise Belçika'nın "laik bir ülke değil tarafsız bir ülke" olduğuna gönderme yaparak başörtüsünün sorun edilemeyeceğini savunmuş.

Belçika'nın laik bir ülke olmadığı için başörtülü milletvekiline hayat hakkı tanınabileceğini savunan Avrupalılarla, bizdeki laiklik ilkesine sığınarak başörtüsünün yasaklanmasını ve de başörtüsüne özgürlük gelmesi için "gerçek laiklik" istemelerini bu çerçevenin neresine koymalı?

Tanzimat'tan beri bizdeki batıcılığın "kavanozun dışını yalamak"tan ileriye geçemediğinin en bariz göstergelerinden biri oldu bu son olay.

Belçika'daki uygulamaya en hararetli biçimde destek verenlerin bile savunma biçimlerindeki "ama" lara dikkat etmeden yaşanan bu ilkin 'Avrupa fikri'nin doğal bir sonucu mu, yoksa Belçika'nın kuruluşunda olduğu gibi "tarihin bir hatası" mı olduğuna karar vermek güç. Milletvekili Mahinur Özdemir'in başörtüsüyle yemin ederek görev yapabilmesini savunan hemen tüm Belçikalı vekiller, "kamu görevi ya da bakanlık olsaydı" durum farklıydı şerhini peşin peşin koyuyorlar.

Türkiye'de başörtülü olarak üniveristeye bile gidilemediğini gözönüne alarak Avrupa Birliği'nin başkentindeki bu uygulamaya eleştirel yaklaşmayı, sorgulayıcı tavır almayı haddi aşmak, kendi evimizin içine bakmamak olarak yorumlayıp Avrupacılık adına fazlasıyla itiraz geleceğini tahmin edebiliyorum.

Sorun evin içi ya da Avrupa evi meselesine indirgenmeyecek kadar derin. Şu kadarını söylemek gerekirse, ev dediğimiz siyasal organizmanın dekorasyonu ve dizaynının da yine Avrupa menşeili olduğunu unutmayalım. Tek farkı şu ki künhüne vakıf olunmamış biçimsel bir modernliğin, batıcılıkla malül bir yapı ve zihin söz konusu.

Tarihin hatası mı yoksa doğal akışı mı olduğu konusunda ise Avrupa'nın zihni donanımının önyargılarıyla baş edecek durumda değil şimdiki halde. İbadethaneye itiraz etmeyelim ama minare ve ezan fazla diyen bir Avrupa var. Mesele salt özgürlük ve öteki'ni tanımayla sınırlı düşünsel bir tartışma meselesi olsaydı işimiz daha kolaydı. Emperyal talepler, daralan ekonomik ve politik güç alanlarının şekillendirdiği bir özgürlük tanımının her an önümüze konabileceğinin son örneği Obama'da görülebilir. Bush gibi zorla demokratikleştirmekten vazgeçmiş görünen ABD'nin "kadın meselesi"nden Ortadoğu'ya sarkması tesadüfi bir durum olmasa gerek.

YENİ ŞAFAK