“Dürüst olmak gerekirse, acil bir durumda insanlara yardım ettiğimiz için özür dilemem gerekiyorsa burası benim ülkem değildir.”
Ülkesine kabul ettiği 1 milyon mülteci ırkçı çevrelerin tepkisi ile karşılaşınca Angela Merkel bu sözlerle tepkisini ortaya koydu. Sosyalist baskı rejimi altında büyüyen Merkel sınırların, duvarların ve yasakların ne olduğunu iyi biliyordu. Doğu Almanya Federal Cumhuriyeti’nde duvarlarla çevrilmiş bir ortamda yetişen Eski Almanya Şansölyesi mülteci meselesinde hiçbir Batılı ülkenin almadığı sorumluluğu üstlendi.
“Çoğumuz kendi çocuklarımız ya da eşlerimizin canı pahasına yollarda bitap düşmenin ne demek olduğunu bilmiyoruz. Biz şanslıyız. Şunu belirtmek isterim ki Almanya güçlü bir ülkedir. Yaklaşımımız şu şekilde olmalıdır:
Çok şey başardık bunu da başarırız. “
Netflix’in Merkel isimli belgeseli çok iyi bir yapım olmamasına karşın önemli bazı detaylar barındırıyor. Birbirinden kopuk ve yetersiz bir içeriğe sahip olan belgeselin bizim için en dikkate şayan noktasını mülteci meselesi oluşturuyor.
Suriye Savaşı başından beri adil bir savaş olmadı. Tankı topu tüfeği kurulu ordusu olan bir rejim karşısında Suriye halkının ortaya koyduğu onurlu tavır ve ahlaki meşruiyeti dışında hiçbir gücü yoktu. Milyonların kalplerini fetheden devrim fikri katliam, tecavüz ve kanla bastırılmak istendi. Esed bu işi tek başına da yapmayacaktı. Yakın coğrafyadan İran’ın desteği uzaklardan ise dünyanın en güçlü ordularından birisi olan Rusya’nın hava üstünlüğü ile Suriye halkı kendi kanında boğulmak istendi.
Netice olarak ise ortaya yüzbinlerce şehit, milyonlarca mülteci çıktı. Mültecilerin çok büyük bir kısmı Lübnan, Ürdün ve Türkiye arasında dağıldı. Türkiye mültecilerin en insani koşullarda yaşam şartlarını sürdürebildikleri ülke olarak şuan en fazla mülteciye ev sahipliği yapıyor.
Batılı ülkeler ise Suriye Savaşı’nın başından beri üç maymunu oynadı. Rusya’yı doğrudan karşısına almak istemeyen Batılılar, Suriye’de yaşananlara karşı çıkmak için çıkarlarına uygun bir ortam bulmadılar. Bu sebeple Suriye halkının katledilmesine göz yumdular.
Suriye’de yaşananlar öyle bir raddeye vardı ki insanların Suriye’yi terk etmek dışında bir şansı kalmadı. Mülteciler Batı’nın kapılarına dayandıklarında ise Batılılar hiçbir sorumluluk almak istemeyerek ikinci kez insanlığa sırtlarını döndüler. Bir kişi hariç…
Angela Merkel’i pragmatizm ve oportünizmin tarihi olan modern Batı siyasi tarihi içerisinde farklı bir yere koyan da buradaki insani tavır alışında yatıyor. Siyaseten kendisine kaybettirmesi ihtimaline karşı dahi olsa Merkel mültecilere Almanya’nın kapılarını açtı. Resmi rakamlara göre 1 milyon insan 2015 senesinde Almanya’ya giriş yaptı.
“Mülteci krizi” olarak Batılı yayın organları tarafından tanımlanan bu süreç Avrupa ülkelerinin tümüne korku salmıştı. 15-20 bin gibi komik rakamlarda insan kabul edip etmeyeceğini tartışan ülkelerin yanı sıra Almanya ciddi bir sorumluluk üstlenmişti.
Ancak süreç bu şekilde devam etmedi. Irkçı siyasetçiler ve mülteci düşmanı yayın organlarının kışkırtmasıyla zaten yabancı nefretinin köklü bir tarihi olan Almanya nefret gösterilerine sahne oldu. “Onu avlayacağız, Merkel’i avlayacağız” diye bağırarak kalabalığı ateşlendirmek isteyen ırkçılar hükümetin düşmesi için gösteriler düzenlediler. Merkel ise şöyle karşılık verdi:
“Arada sırada hakarete uğramak bir politikacının hayatının parçasıdır. Bu beni rahatsız etmiyor. Beni asıl rahatsız eden ülkemizdeki nefret ortamı. Mesajım net, buna bir sınır çekmek zorundayız!”
Hükümetin başında bulunan siyasetçinin ırkçı nefrete karşı bu kadar açık tavır alması karşı kitleyi sakinleştirmese de Almanya’yı Avrupa’da entegrasyonun en üst düzeyde olduğu ülke haline getirdi. En azından insani sorumluluklarının bir kısmını yerine getiren bir ülke olarak Almanya bugün hala Avrupa’nın en güçlü ekonomisi. 1 milyon mülteciyi kabul etmesi zarar vermek bir yana belki de bu sürece katkı sağladı…
İngiltere’nin AB’den ayrılış süreci ve Fransa’nın çalkantılı ekonomisi göz önüne alındığında Almanya’nın uzun süre daha bu konumunu koruyacağı söylenebilir. Merkel ise 16 sene boyunca başında olduğu ve kendi isteğiyle emekliye ayrıldığı Alman devletinin unutulmazları arasına girdi bile. Rusya-Ukrayna Savaşı’nın ve doğalgaz krizinin tartışıldığı bugünlerde Almanya onu “mumla” arıyor.
Machiavelli’nin Prens’inden bu yana çıkar odaklı siyaset anlayışı Batılıların yaşam standartlarını inşa ediyor. Ulusun veya tek tek bireylerin çıkarları adına her şey mubah görülüyor. Böyle bir vasatta sırf insani ve ahlaki olan bir karar alıp bunda sebat etmek sizi kahraman yapmasa da vicdan sahibi yapmaya yeter. Ya da tarihin doğru tarafında yer almış bir insan olmanıza…
Merkel’in hikâyesinden hepimizin payına düşen bir sorumluluk var. Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki AK Parti hükümeti en başından beri mültecilere açık kapı politikası uyguladı. Rejimin katliamlarından kaçan insanlar Türkiye’ye sığındılar. Yıllarca birkaç adli vaka dışında somut hiçbir olay yaşanmadı.
Sol-Kemalistler başta olmak üzere Suriyeli mültecileri bir tehdit gibi göstermek isteyen laik-ulusalcı kesimler Merkel kadar bile olamadılar. Toplumu zehirlemek için alakalı alakasız her hadise Suriyelilerle ilişkilendirilmeye başlandı. Bugüne kadar gelen süreç yaklaşan seçimlerde en önemli meselelerden birisini "mülteciler" haline getirdi.
İnsanlarla alakalı olduğu için insani, ahlaki ve vicdani bir bağlamda ele alınması gereken bir konu bugün saçma, akıl dışı çerçevelere indirgenerek iklim ve ekonomi boyutuyla ele alınıyor.
Dört adaydan üçü mültecileri geri göndermeyi vaat ediyor. Savaştan, kimyasal ve konvansiyonel katliamlardan kaçarak bize sığınan insanları sınırın öte tarafında def etmenin derdine düşen Kemal Kılıçdaroğlu bu adımların “ırkçılık yapmadan” atılması gerektiğini söylüyor.
Karşımızda Suriyelilerden İslam ve Müslümanlıkla ilişkili her şeyi de beraberinde getirdikleri için nefret eden bir güruh var. Mülteci nefreti üzerinden siyasi rant elde etmek için her türlü yalana başvuran ırkçılara karşı ise Netflix’in hakkında belgesel çekmediği ama Almanya’nın iki katından fazla savaş mağduruna kapılarını açmış olan ve siyaseten kaybettireceklerine rağmen mültecilere arka çıkmaya devam eden Erdoğan var.
Şimdi biz ne yapacağız? Tarihin doğru tarafında yer alabilecek miyiz?